Aydınlık'tan Türkeş ve Ülkücülere suçlama

Aydınlık'tan Türkeş ve Ülkücülere suçlama

Aydınlık yazarından Türkeş ve Ülkücülere "Amerikancı" suçlaması

 Aydınlık gazetesinden Türeş ve Ülkücülere çok ağır suçlama!

 

Basında "kimmiş Amerikancı" kavgası devam ediyor.
 
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in Meral Akşener için "Gladyo!nun kraliçesi" ifadesini kullanması ile başlayan "Amerikancı" kavgası köşe yazarlarını karşılıklı suçlamaları ile devam ediyor.
 
 
Perinçek'in Akşener ile ilgili ifadelerine Yeniçağ gazetesinin yazarı Yavuz Selim Demirağ köşesinden "Kimmiş Amerikancı" yazısı ile cevap verdi.
 
 
Merhum Alparslan Türkeş ile ilgili diyaloglarını aktaran Demirağ, Doğu Perinçek'in Amerikancı olduğunu iddia etti.
Bu iddialara bu gün Aydınlık gazetesinden çok ağır ithamlar ile cevap geldi.
 
 
Aydınlık yazarı Cemil Gözel bugünkü  "Yavuz Selim Demirağ ya da düştün ağlama" başlığı ile çıkan yazısında, Alparslan Türkeş ve Ülkücüleri "Amerikancı"olmakla suçladı.
 

Her iki yazıyı da paylaşıyoruz.

Yavuz Selim Demirağ/Kimmiş Amerikancı?

1993 yılının sonlarına doğru ünlü Tercüman Gazetesinin kan kaybının önüne geçilerek atılım yapılma projesi için teklif almıştım. Bıçkın gibi delikanlıydım. Ancak büyüklerime sormadan, istişare etmeden de boşuna adım atma niyetim yoktu. Kafamda bir sürü proje vardı. Bir taraftan Tercüman'ı Türkiye'nin yeniden bir numaralı gazetesi yapmak, diğer taraftan Milliyetçi-Ülkücü genç kalemlere geniş imkanlar sunacak gazete okulu oluşturma planım vardı. Merhum Başbuğ Alparslan Türkeş'e vardım.
 
Yapılan teklifi ve projeyi heyecan ile anlattım. Sakince dinledi. İlk tepkisi "Çok güvenme, genç yaşta hayal kırıklığı insanı ömür boyu  takip eder" telkini ile başladı konuşmaya... Tercüman'ın 1980 öncesi ve sonrası Milliyetçi-Ülkücü haberlere traj kaygısı ile yer vermesine rağmen, ülkücülerin özlemindeki "milli kuruluş" olmadığını hatırlattı. Ve başladı anlatmaya: "12 Eylül'den önce Tercüman'ın sahibi Kemal Ilıcak benimle görüşmek istemiş. Ülkücü şehidimizin cenazesi için İstanbul'daydım. Önce başsağlığı diledi. Ardından gazete ve matbaalarına komünist teröristlerin saldırılarda bulunduğunu binaların ve inşaası süren Tercüman Konutları şantiyesinin korunması için ülkücü gençlerden yardım talep ettiğini uygun lisan ile söyledi. Öfkelendim.
 
"Devletin polisi var jandarması var. Ülkücü gençleri kim koruyacak!" diye çıkıştım. Kemal Bey kibarca polisin de siyasete bulaştığını, ülkücü gençleri işçi olarak istihdam etmek istediğine dair laf evirip çevirdi. En son dayanamadım: "Peki ya Kemal Bey, bizim ülkücü gençleri her gün hedef gösterip vurduran Aydınlık Gazetesi'ni niye Tercüman'ın matbasında basıyorsunuz?" diye lafı gediğine koydum. Suçüstü yakalanmış gibi telaşa kapıldı. "Aman efendim, bunun hiç bir kiymet-i harbiyesi yok. 5-6 bin gazete basıyoruz. Bunu da Amerikan Büyükelçisi'nin ricası ile yapıyoruz" demez mi? "Özürünüz kabahatinizden büyük" diyerek ayağa kalktım. Ilıcak da çekti gitti..."Türkeş'in anlattıkları ile ağzım bir karış açık kalmıştı. "Nasıl yani, Amerikalıların ricası ile mi basıyormuş?" diyebildim. "Niye anlamadın" diyerek tebessüm etti Rahmetli...
 
Heyecan ile "Fakat efendim, Aydınlık ve Perinçek Mao'cu, Çin taraftarı değil mi? Amerikan alehtarı yayın yapanlara, Amerikalılar nasıl yardım yapar?" diye safça sordum. Bir öğretmen edasıyla: "Nasıl bilemezsin?" diyerek makamının duvarındaki dünya haritasının başına geçerken: "Unutmaki Türkiye'deki ideolojik hareketlerin çoğunun ardında Amerika vardır. Sol örgütler dahil... Sen asker sayılırsın. Harbiye okudun haritadan da anlaman lazım" diyerek. Önce Türkiye'nin sınırlarını gösterdi. Haritada halen doğu sınırı için SSCB yazıyordu. Sonra Çin'i gösterdi. "Sakın bana Rusya nere, Çin nere diye sorma! Amerika Türkiye'deki sol örgütlerin çoğunluğunun Marksist-Lenist yani Rusya yanlısı olduğunu bildiği için o örgütleri kendi aralarında bölüp bir kısmını Maocu-Çinci, bir kısmını Enver Hocacı-Arnavutlukçu olarak bölüp etki alanlarını daraltmaya çalışmıştır.
 
Bu günde farklı yöntemleri kullanır. Bunları unutma..." dediğinde dünyayı yeniden keşfettiğimi sandım. Ezberim bozulmuştu... Bizim Çin'ci sandıklarımızın aslında Amerikancılığını o gün anladım. Akabinde Perinçek ekibinin farklı zamanlarda çıkardıkları dergi ve gazetelerin arşivine daldım. O gazete ve dergilerde geçmişten bu yana görev alanlarla konuştum. Perinçek'in eski eniştesi Gün Zileli'nin "Ev, Havariler, Sapak ve Yarılmalar" adlı otobiyografileri ve kitaplarını okudum. Gün Zileli boş durmuyor. Perinçek'in 20 Haziran 2017 günü "Cumhuriyet yargısının bugün altın devrini yaşadığını" söylemesi üzerine CHP'nin başlattığı Adalet Yürüyüşü'nün ABD destekli, Fethullahçı ve PKK yanlısı olduğunu ileri sürmüştür. Doğrusu, yargının "altın devrini" yaşadığını söylemeye AKP'liler bile cüret edememişti. Ve Doğu Perinçek bunu da söyledi. Şaştık mı? Şaşmadık! Çünkü 2014 yılında başlayan AKP ile ittifak politikasının buraya varacağı o zamandan belliydi. Aslında bu çizginin başlangıç noktası 1975 yılındaki "Sovyet sosyal emperyalizmi" politikasıdır. İzlenen çizginin bir mantığı vardır ve mantık daima iktidardakilere ya da güçlü iktidar adaylarına yamanmaktır diyor. Haksız mı? Şimdi soruyorum, İşçi'den Vatan'a uzanan isimle idealistçe gönül verenler iktidara yamanma politikalarını onaylıyor mu?Şimdi birileri hemep çıkıp, "Peki ama, sen de yıllarca Perinçek'in kanalında program yaptın. Silivri'de onları savundun" diye haklı olarak soracaktır. Biraz sabır. Yarın bu sütunlardan Perinçek'i tanıma, tanışma ve yüzleşmeyi ve hesaplaşmayı da yazacağım.
 
***
 
Cemil Gözel/Yavuz Selim Demirağ ya da düştün ağlama
 
 
 
Bahadır Dülger’in, Orhan Veli ile edebiyat hakkında yaptığı bir mülakatı 21.3.1947 tarihinde Tasvir’de yayınlanır. Dülger’in aktardığına göre Veli’nin münekkitler (eleştirmenler) hakkındaki fikri şudur:

“Yosma kadınların, dünyadan elini eteğini çekme zamanları geldiği vakit işin yalnız dedikodusu ile geçinir bir halleri vardır. Yalnız yosma kadınlarda değil de hevesi kursağında kalmış, yahut, bir baltaya sap olamamış insanlarda bu hal göze çarpar. İşte münekkitlerin hali de bana bunları hatırlatıyor. İşin dedikodusu ile geçinmeyi bir iş saymak istiyorlar…”

Ne zaman herhangi bir tanığı bulunmayan, muhatabı hayatta olmayan ve büyük çıkarımlar içeren bir anekdotla karşılaşsam aklıma yukarıda verdiğim örnek gelir. Eski dostumuz Yavuz Selim Demirağ’ın “Kimmiş Amerikancı?” yazısını okur okumaz aklıma geldiği gibi…

Bir köşe yazarı her şeyden önce hakikate aşık olmalı. Oktay Akbal’ı hasta yatağında ziyaret ettiğim bir gün (hastahane odasında eşi ve TGB Genel Sekreteri Özgür Bursalı da vardı) zor koşullarda gazeteciliğe başladığını ve bu görevi sürdürmesinde en büyük etkenin gerçek aşkı olduğunu söylemişti. Türkiye’nin üzerinde emperyalizmin tahakkümü derinleştikçe, gerçeğe bağlı gazeteciler bir bir tasfiye edildi ve ortalık GLADYO’nun tetikçilerine kaldı.

Bir köşe yazarına her yerden bilgi yağabilir, normaldir. Bu bilgilerin bir bölümü gerçek olduğu gibi bir bölümü de dezenformasyon amacı taşıyabilir. Hayatta en hakiki yol göstericinin bilim olduğunu düşünen bir köşe yazarı elindeki bilgileri olgularla sınar. Gerçeği hurafeden ayırır ve öyle yazar. Söz gelimi biri çıkıp size “Aydınlıkçılar Amerikancı” diyebilir. Siz ilkokul talebesinin saflığı ve şaşkınlığı içinde, “bak gördünüz mü Aydınlıkçılar Amerikancıymış” diye ortalığı ayağa kaldırırsanız, en yakınınızdakiler başta olmak üzere herkes size kıçlarıyla güler. Oysa; bilim insanı namusunu taşıyan bir yazar bu “bilgi”yi Aydınlık Hareketinin 50 yıllık tarihi içerisinde sınadığı zaman şöyle düşünür: “Birileri beni oltaya getirmek istiyor ve benim üzerimden bir takım projelere alan açmaya çalışıyor.”

Anlaşılan Yavuz Selim Demirağ “Kimmiş Amerikancı?” yazısıyla GLADYO’nun oltasına takıldı. Ancak bu en iyimser yorumumuzdur; çünkü biz eski dostumuzun başka hesapları olabileceğini düşünmek istemiyoruz.

BANA TANIĞINI SÖYLE SANA KİM OLDUĞUNU SÖYLEYEYİM

Demirağ’ın Aydınlıkçıları karalamak için fikirlerini dayandırdığı “tanıklara” bakınca irtifa kaybının sonunun olmadığı görülüyor. Düşüş bir kere başlamaya görsün, en dibe çakılıncaya kadar sürüyor.


Aydınlıkçılara Amerikancı diyen kim? Demirağ’dan başka tanığı olmayan bir görüşmede artık hayatta bulunmayan Alparslan Türkeş. Peki, Türkeş bu fikri kime dayandırıyor? Gene başka tanığı olmayan bir görüşmede artık hayatta bulunmayan Kemal Ilıcak’a. Demirağ’ın tanıkları bunlardan mı ibaret? Hayır, bir de Gün Zileli var.

Tanıkların hayatta olup olmamasının, görüşmelerde üçüncü kişinin bulunup bulunmamasının ne anlamı var, denilebilir. Sonuçta ortada bir tez var. Doğru ama Orhan Veli’yi haksız çıkarmak istemem. Hem sonuçta ölülerle değil dirilerle tartışmalıyız.

Söz konusu yazıya Selim Demirağ’ın bir fikri katkısı yok. Yazının büyük bir bölümünde konuşan Alparslan Türkeş’tir. Tam Demirağ fikrini söyleyecek dediğimiz anda ise sözü Gün Zileli alıyor. Zileli ile Türkeş aynı yazıda, aynı fikri temelde kucaklaşıyor. Allah ayırmasın!

Alparslan Türkeş ve Amerikancılık konusuna girmeye bilmiyorum gerek var mı? Çünkü bu konu ciltler dolusu kitabı dolduracak veriler barındırıyor: Hem öyle gevezelik boyutunda da değil; bizzat Ülkücü hareketin pratiğiyle.

Madem ki konu Amerikancılık şunu söylemekle yetinelim, gerekirse uzun konuşuruz: Türk-İslam sentezine dayanan, esas rengini Antikomünizmin verdiği, Antikomünizm üzerinden NATO konseptine bağlanan, ABD’nin Sovyetler’i çevreleyen Yeşil Kuşak projesinde rol alan Ülkücülüğün mimarı Perinçek değil, Türkeş’tir! Antiemperyalist, laik, aydınlanmacı ve bağımsızlıkçı içeriğiyle bir devrim programı olan milliyetçiliği savunan Türkeş değil, Perinçek’tir.

KADERE BAK: KİMLER KİMLERLE YAN YANA

Söz konusu Aydınlıkçılara saldırmak olunca liberalinden İslamcısına, milliyetçisinden sosyal demokratına herkes tek bir ideoloji altında birleşiyor: Antiaydınlıkçılık. Aydınlıkçı düşmanlığının zorunluluğu bu: Mangalda kül bırakmayan milliyetçiler en sonunda Gün Zilelilerle kucaklaşıyor.

İşte Yavuz Selim Demirağ gibi dostlarımızın çıkmazı buradadır. Kahve köşelerinde batak masasından siyaset yapmak insanları gerçek körü haline getirir. Çünkü kafa batakta batmamak için yapılan hesaplarla doludur. Belki batakta batılmaz ama bu tür yazılarla Türkiye siyasal hayatında çıkılamayacak bir bataklığa saplanılır. Bu aslında, milliyetçiliği ülkücülük zannedenlerin dramıdır: Ya mafyacılık oynarsınız ya da kahve köşelerinde batak! Necip Fazıl’ın izine düşersiniz. Bir de bakarsınız ki “GLADYO’nun kraliçesini” yaz aylarında serinleten yelpaze oluvermişsiniz!



HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum