Baş döndüren bir hikaye: İşte Hitler'in karşısında dans eden Türk casus

Baş döndüren bir hikaye: İşte Hitler'in karşısında dans eden Türk casus

Gazeteci-yazar Şaziye Karlıklı, Avrupa’nın en ünlü gece kulüplerinde "İstanbul’un Gülü" olarak tanıtılan Emine Adalet’in baş döndüren hikayesini kaleme aldı.

Gazeteci-yazar Şaziye Karlıklı’nın kaleme aldığı "Emine Adalet-Kara Kaküllü Kız" Doğan Kitap tarafından yayımlandı.

Şaziye Karlıklı, İşgal altındaki İstanbul’da dans tutkunu genç bir kızın Türkiye’den Almanya’ya ardından casusluğa geçen hayatını anlattı.

Avrupa’nın en ünlü gece kulüplerinde "İstanbul’un Gülü" olarak tanıtılan Emine Adalet’in kurduğu ilişkileri casusluk için nasıl kullandığı da okuyucuya aktarıldı.

“Türk Mata Hari” diye anılan Emine Adalet’in Konya’da Atatürk’ün karşısında zeybek oynadığı, Kahire’de Ümmü Gülsüm’le sahneye çıktığı anlar kurgu şeklinde Karlıklı tarafından kaleme alındı.

Kitabın “Berlin’den Viyana’ya dönen trende…” başlıklı bölümünde ise, Emine Adalet’in dans eğitimi için gittiği Almanya’da Nazi lider Adolf Hitler’in karşısına çıkışı anlatıldı.

Bu bölümde Emine Adalet’in Hitler ile arasında geçenler ve Hitler’in karşısında dans edişi yer aldı.

 

İşte “Berlin’den Viyana’ya dönen trende…” başlıklı bölümde Emine Adalet’in Hitler’le yaşadıklarının kurgulanarak anlatıldığı o kısım:

 

“Hitler’in Binicilik Okulu’ndaki ikametgâhına geldiklerinde, Emine Adalet dinlenmesi ve hazırlanması için kendisine tahsis edilen odanın penceresinden etrafı seyretti. Buradan yarım saat uzaklıktaki apartmanında kocası ve babaannesi birazdan akşam yemeğine oturacaklardı. Hitler’le aynı çatı altında olduğundan habersizlerdi, onu Viyana’da sanıyorlardı. Bilseler amma da şaşırırlardı. Kendi de şaşkındı ve biraz da gergindi. Odanın köşesindeki yazı masasındaki daktiloya takıldı gözü. ‘Torpedo’ diye markasını sesli okudu.

Birden çok eskilere, ticaret mektebindeki daktilo sınıfındaki günlere döndü. Hemen bir kâğıt çıkarıp taktı daktiloya, şaryosunu savura savura yazmaya başladı. Yok, parmakları eskisi gibi işlemiyordu. Almanca yazması da iyi değildi zaten. Gülümsedi, babaannesine kalsa herhalde şimdi bir yazıhanede sabahtan akşama çalışan bir daktilo kızdı.

 

HİTLER'DEN DAVET ALDI

 

Nasıl bir hayatı olurdu acaba? Birkaç senaryo geçti gözünün önünden, hiçbirini sevemedi. Babaannesini dinlemediğine memnundu. Hangi memlekete giderse gitsin, insanların sadece uzaktan gördüğü güçlü adamlar onun etrafında pervaneydi. Tehlikelerle dolu olsa da bu hayatını sevdiğine karar verdi.

İşte Goebbels’in ardından Hitler’den davet almıştı. Bu, bir Emine Adalet zaferi değildi de neydi? Topraklar zapt eden dünyanın bu en güçlü adamlarını fethetmişti işte. Bir daktilo kız bunu yapamazdı.”

“Saat 19.00’da oda kapısı çalındığında Emine Adalet hazırdı. Meydanlarda ‘Heil Hitler’ diye selamladığı, radyoda neredeyse her gün sesini duyduğu, bütün dünyaya meydan okuyan adam karşısındaydı işte. 90 Sivil bir kıyafet vardı üzerinde. İnce yünlü kumaştan, siyah bir takım giymişti. Her zamanki gibi gömleği beyazdı ve siyah bir kravat takmıştı.

Sanki üstüne bir beden büyükmüş gibiydi takımı, terzisi hata yapmayacağına göre demek kıyafetlerinin bol olmasını istiyordu. Emine Adalet Almanya da dahil Avrupa’da erkeklerin elini nazikçe sıkmasına alışkındı, fakat Hitler asker alışkanlığından olsa gerek ayakkabılarının ökçelerini tıkırdatarak, dimdik bir duruş aldı ve hararetle elini uzun uzun sıktı. Emine Adalet’in avuç içi terlemeye başlamıştı, neyse ki bıraktı.

O meşhur fırça bıyıkları ve kahverengi saçları bol briyantinden aynı Emine Adalet’in kâkülleri gibi pırıl pırıl parlıyordu. Gözlerine mavi demişlerdi ama o loş ışıkta anlayamadı, en azından Harry’ninki gibi açık mavi bir gökyüzü renginde değildi. Sürekli elini kolunu sallayan, bağırıp çağıran bu adamın sesini yükseltmeden nazikçe konuşmasına şaşırdı.

Demek ki böyle sakince de söz söyleyebiliyordu. Onlardan başkaları da vardı salonda. Hitler’in özel sekreterliğini ve korumalığını yapan Brückner, Schaub ve Scherk de oradaydı. Emine Adalet, Goebbels de burada mı acaba diye bakındı ama yoktu. Olmadığına sevindi. O adamda insanı huzursuz eden bir hava vardı. Hitler, Emine Adalet’i nazikçe masaya davet etti. Kadınları süzen Emine Adalet kıyafet seçiminden memnundu, diğerlerinden eksiği de yoktu fazlası da, tam kararındaydı bu gece.

Masada, Hitler iltifatlar edip durdu. Sonra konu, Türklerin Almanlarla birlikte savaşmasına geldi. Mesele savaşa gelince Emine Adalet, sesinin meydanlardaki gibi gürlediğini, gözünde o acayip şimşeklerin çaktığını fark etti. Emine Adalet babasının da Birinci Dünya Savaşı’nda bulunduğunu söyleyerek sohbete katıldı. İstanbul işgalini hatırlıyordu. Babasının Sakarya Meydan Muharebesi’nde öldüğünü söyleyince, Hitler bu savaşın büyük bir zafer olduğunu anlattı masadakilere. Sonra Atatürk hakkında konuştu. Hepsi birbirinden övücü sözler söyledi. Bu vesileyle Emine Adalet de Atatürk’le karşılaşmasını anlattı. Sohbet Behçet Bey’in tahmin ettiği üzere yolunda gidiyordu.

Hitler birden konuyu Anadolu’ya getirerek, ‘Anadolu’yu iyi bilip bilmediğini’ sordu. Emine Adalet gezgin tiyatrolarla karış karış gezdiğini söyleyince, Hitler bilhassa Kilis yollarını sordu. Emine Adalet yolların son derece bozuk olduğunu, otomobillerle seyahat etmenin neredeyse imkânsız olduğunu anlatırken, birden bu sorudan ürktü. Maazallah, Anadolu’yla ilgili niyetleri mi vardı? Kendisi de anlatıp duruyordu. Ama sonra, zaten bu bilgileri kolaylıkla edinebileceklerini düşünerek rahatladı. Yine de bu soruları kendisine sormasına anlam veremedi.

Yemekte dikkatini, Hitler’in ağzına hiç et sokmaması çekmişti. İkram edilen balık ile etli yemekleri yemeyip sadece yanındaki garnitürlerle geçiştirmişti akşam yemeğini. Diğerleri su gibi içerken ağzına bir yudum bile içki koymamıştı. Kim bilir belki başkalarının yanında içmiyordur, diye düşündü. Sonra konuklardan biri, köşedeki piyanonun başına geçti. Piyanonun üstünde Emine Adalet’in pek çok Nazi evinde görmeye alışık olduğu biblonun aynısı duruyordu.

Yılan sarılmış bir gamalı haç. Johann Strauss’un ‘Güzel Mavi Tuna’ bestesinin ilk notalarının duyulmasıyla, Hitler’in onu dansa kaldırması nerede ise aynı anda oldu. Kralla dans ederken olanın aynısı olmuştu. Dansa niyetlenen konuklar kenara çekilmiş, Emine Adalet ile Hitler’i seyrediyorlardı. Vals sona erdiğinde Hitler elinden tutarak onu kanepeye oturttu, yanına da kendisi oturdu. İkisi baş başa dans eden diğerlerini seyrettiler.”

 

HİTLER DANS ETMESİNİ RİCA ETTİ

 

“Ardından Hitler’in ricasını duydu. Acaba onlar için Şark danslarından örnekler gösterebilir miydi? Aslında bunu bekliyordu. Ama yemeğe de davetli olduğu için dans kostümleriyle inemezdi aşağıya. Yanında ne olur ne olmaz diye getirdiği dans kostümleri için şimdi yukarıya çıkıp inmek, salondaki ahengi bozabilirdi. Başıyla hazır olduğunu işaret etti ve müzik başladı. Ayakkabılarını çıkardı, bunu yaptıktan sonra Hitler’i başıyla selamladı. Vücudunun kalça, göbek ve omuz kısımlarını ritmik hareketlerle titretmeye başladı. Pembe elbisesinin masumiyeti tümüyle uçup gitmişti. Mimiklerinin cinsel cazibesiyle birleşen vücudunun her hareketiyle salona hükmetmeye başlamıştı. Buna zaten alışkındı. Hitler istisna olmayacaktı. Ertesi gün yine trenle Viyana’ya dönerken Binbaşı Fegelein’la özel vagonda baş başa kalmıştı...

O gün neler olduğunu Emine Adalet ömrü boyunca unutmadı. O vagonda yaşananları Behçet Bey dışında, o sıralar hiç kimseye anlatmadı. Çok yıllar sonra, artık kendisi için tehlike çoktan geçtiğinde, röportajında o eski hatırayı dile getirdi: Binbaşı Fegelein’ın bir iki kadeh votka içtikten sonra, bakışları değişmiş, bir başka türlü bakmaya başlamıştı. Viyana’ya gidiyorduk. Kadınlığımı, dişiliğimi kullanıp binbaşının ağzından bilgi almaya çalıştım, elimi tutmasına bile izin verdim. Kendisine savaşın sonunun ne olacağını sorduğumda, içkinin ve benim dişiliğimin etkisinde kalan binbaşı, Fransa’yı işgal edeceklerini, Magino hattı kuvvetli olduğu için Manş kıyısındaki Abbeville’den vuracaklarını söyledi...

Sevinçten, heyecandan ölüyordum. Tren Viyana’ya gelince binbaşı ile vedalaşıp ayrıldım. Hemen Behçet Özdoğancı’yı arayıp, kendisiyle görüşmek istediğimi, çok önemli olduğunu söyledim. Kısa bir süre sonra konsolosun odasında binbaşıdan öğrendiğim her şeyi anlattım Behçet Bey’e. Beni dinledikten sonra konsolos, ‘Adalet, binbaşı seni kandırmış, anlattıklarına çocuklar bile inanmaz’ dedi. Sonra birlikte içki içtik, ben durumu Ankara’ya iletmesi için Behçet Bey’i ikna ettim.

Sonunda itibarını kaybetme pahasına da olsa anlattıklarımı şifreli telgrafla dışişlerine bildireceğini söyledi. Ertesi gün yine konsolosluğa gittim, Behçet Bey Ankara’ya bilgi vermişti, ama yaptığına pişman bir hali vardı. ‘Sana inanmamalıydım Adalet, rezil oldum’ dedi. Teselli ettim, ‘10 gün bekleyin’ dedim. Sonra dediklerimin hepsi oldu. Bütün dünyanın sürpriz olarak karşıladığı Almanların Fransa’ya savaş açışını biz 10 gün öncesinden Ankara’ya bildirmiştik. Behçet Bey birkaç gün sonra da başkonsolosluğa terfi ettirildi...

Ve Emine Adalet de bu istihbaratla birlikte casusluk dünyasına bir adım attı. Verdiği istihbarat o denli önemliydi ki, Ankara’ya değil de Paris’e ya da Londra’ya ulaşmış olsa, belki de savaş çok daha önceden Almanların yenilgisiyle sonuçlanabilirdi. Fransa, 1940 yılının Mayısı’nda Almanların saldırısını bekliyordu. Birinci Dünya Savaşı sonrası Almanya sınırına inşa ettikleri Maginot92 hattının verdiği güvenle, kendilerini Almanları püskürtmeye hazır hissediyorlardı. Bu hattın tek zayıf noktası Belçika sınırıydı. Maginot hattının geçilmez olduğuna inanan Fransızlar askeri yığınaklarını Belçika sınırına yapmışlardı.

Tahmin etmedikleri bir yerden geldi Almanlar. Binbaşı Fegelein’ın Emine Adalet’e söylediği gibi Manş Denizi’ne akan Somme Nehri’nin ağzındaki Abbeville Limanı’nı neredeyse ellerini kollarını sallaya sallaya zapt ettiler. Gerisi de çorap söküğü gibi geldi. Alman orduları 14 Haziran 1940’ta Paris’e girdi ve Fransa düştü. Emine Adalet, koca bir dünya savaşının kaderini değiştirecek kadın olabilirdi. Anlaşılan Ankara bu istihbaratı kendisine saklamış, savaşan taraflara iletmemişti.

Emine Adalet Viyana Konsolosu Behçet Özdoğancı’nın yanından ayrıldıktan sonra, biraz düşünmek için en sevdiği Viyana kahvelerinden, Café Sperl’e doğru yürüdü. Hitler’le yaşadıkları, ardından Binbaşı Fegelein’la konuştuklarını Behçet Bey’e aktarması... O

layın heyecanı geçtikten sonra içini bir korku dalgası kapladı. Bu bir oyun değildi, bunun farkındaydı ama kendisini tutamamış, Behçet Bey’e dökülmüştü. Almanlardan o kadar çok vatanseverlik nutku dinlemişti ki kendisi de vatanı için bir bilgi paylaşmışsa çok muydu? Biliyordu ki, çoktu. Bu heyecanlı macerayı Harry’ye de anlatmayacaktı. İyisi mi kocasından sakladığı sırlardan biri daha olsundu.

 

siyasetcafe.com

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.