Ferhat Arman'ın 'Türk Adını Unutma' kitabı çıktı

Ferhat Arman'ın 'Türk Adını Unutma' kitabı çıktı

Ferhat Arman'ın kaleme aldığı, Alaska Yayınları'ndan çıkan Türk Adını Unutma kitabı satışa sunuldu.

Yazar Ferhat Arman'ın uzun süredir üzerinde çalıştığı 'Türk Adını Unutma' adlı kitabı Alaska Yayınları'ndan çıktı.

Arman yeni kitabını şu sözlerle tanımlıyor:

'Çocukluktan veya gençlikten beri bildiğimiz kitabelerdeki sözlerin bir kurgusunu yapmaya çalıştım. Kendi yarattığım kahramanın da kitabelerde ki gerçek kahramanların önüne geçmesini engellemeye çalıştım. Bu roman bir tarih bilgisi için yazılmadı. Kitabedeki gerçek kahramanların hala romanlarda, dizilerde ve filmlerde hak ettiği yerini almadığını düşünüyorum. Kitapta tüm hayatını Türk milletine ve Kağanlarına adayan Temir’in maceralarını bulacaklar. Temir aslında Türk milletidir.'

unnamed.jpg

Arman'ın 'Türk Adını Unutma' kitabından özel bölüm ise şöyle:

Kül Tigin, umursamaz bir yüz ifadesi ile “Bir savaşı kazanmak; elinde kılıç kırılmayan, kan kokusunu savaş meydanında almayan, yanında kafa kol kesilmeyen bir kişi için çok kolay geliyordur sanırım.” dedi.

İnel Tigin, hiç üstüne alınmayarak “Zafer bizim olacak. Planları yapmak, orduyu düzene sokmak bunlar daha büyük bir iş. Sen benim öncü birliklerimi komuta ediyorsun.” dedi üsten üstten.

Kül Tigin, İnel’in kendisi üzerinde baskı kurmaya çalıştığını anlamıştı ve kimsenin beklemediği sertlikte cevap vermeye başladı:

“O birlikler benim. Tüm alpler her zaman benimle savaşır. Seninle hiçbir konuda aynı fikirde değilim nedense.”

İnel Tigin, diğerlerine de bakarak “Geri çekilme olacağı için öncü kuvvetlerin sayısını biraz azaltalım. Düşman okçularının hedefine girecekleri için çok fazla zayiata gerek yok, az kuvvetle esir olmaktan korkmuyorsanız tabii ki.” dedi.

Kül Tigin, gülümseyerek “İstersen öncü süvarileri sen kendi alplerin ile komuta et.” dedi ve sesini yükselterek ekledi:

“Benim alplerim esir olup, esaretin kara lekesini alınlarına utanç olarak sürmektense ölmeyi yeğlerler. Aileleri belki ölümlerine üzülür ama asla utanç duymazlar.”

Beg Kür Tigin, kardeşine doğru baktı. Susmasını gözleriyle ifade etmeye çalıştı. Konuyu değiştirmek için bir şey söyleyecekti ki, Kapgan Kağan araya girdi:

“Gün tartışma günü değil, işimize bakalım. Benim huzurumda olduğunuzu hatırlatmama gerek var mı? Bir kere öncü kuvvet az olamaz, düşman bunun oyun olduğunu hemen anlar. Biz öncü süvarileri düşmanın ne kadar bir güç ile karşılayacağına bakalım. Az bir güç ile karşılarsa ikinci öncü birlikler de ilerlesin. Düşmanın çok fazla bir güç ile sizi takip etmesini istiyoruz. Bizim bulunduğumuz yere, mümkün olduğunca yakına çekmelisiniz. Okçuların hedefine girmeleri yeterli değil, piyadelerin de yakın olması lazım. Geri çekilmeyi durdurup, saldırı emri verilince sağ ve sol taraftan çember içine alacağız. Sonra da hepsini kırıp yok edeceğiz.”

Kısa süren görüşmeden sonra herkes birliğine dağıldı.

unnamed-1.jpg

Çin ordusunun kırmızı flamaları ufukta bir çizgi gibi her yeri kaplamıştı. Göktürklerde ise düzen ve disiplinleriyle muhteşem görünen birlikler hareketlenmişti. Her birlik, belirlenen savaş yerlerine bir ahenk ile geçiyordu. Binlerce süvari aynı anda atlarını yürütüyor, yerden tek ses çıkıyordu. Piyadelerin savaş yerlerine geçerken aynı hizada tuttukları mızraklarının ucunda gök rengi flamalar rüzgâr ile sallanıyordu. Ordu, üç farklı şekilde savaş meydanında dizilmişti.

En önde süvariler, arkalarında okçular, en arkada da piyadeler vardı. Piyadeler ile okçular arasında üç at boyu mesafe bırakılmıştı. Kül Tigin; süvarilerin başında, yine savaş meydanında en ön saftaydı. Tüm süvariler aynı çizgide bekliyordu. Kül Tigin gür sesi ile “Öncüler ileri çıksın!” diye haykırdı. Muncuk, Temir, Ataman öncü süvariler ile üç at boyu öne çıktı. Saldırı emri Kapgan Kağan’ın otağından geldi. Kül Tigin, “İlerle!” diye bağırdı. Yaklaşan ölüm vaktine doğru koşan atların nal sesleri ahenk ile aynı anda yeri dövüyordu.

Atlılar bir anda gemi azıya aldı. Öncü kuvvetlerin atları da kendileri gibi savaşçıydı. Atlar ağzı köpürene kadar savaşmaya hazırdı. Ufuktaki çizgi hâlindeki flamalara doğru çılgınca at sürmeye başladılar. Bu öncü birlik bir kişinin tek emri ile ölmeye ve öldürmeye hazırdı. Bu kişi onlara her zaman kahramanlık yolunu açan, en önden giden Kül Tigin’di. Muncuk, atını ilk kırbaçlayandı. Sonra kılıcının kabzasını çok sıktığını fark etti, geride kalıyordu. Onun yanından Ataman ve Temir rüzğar gibi geçti. Hemen ayaklarıyla atının kasığına sertçe vurdu, tekrar hızlandırdı. Yaklaştıkça düşmanın sayısının daha çok olduğu ortaya çıkmaya başlamıştı.

Kül Tigin’in atı ok yağmurunda vurulmuştu. Yamtar atından inip atı Kül Tigin’e verdi. Zırhına ve kaftanına değen oklardan kurtulan Kül Tigin askerlerini yönetmeye devam ediyordu. Kül Tigin tüm düşmanın hedefindeydi ve tekrar atı vurulmuştu. Yaya olarak savaşmaya başladığında etrafını Muncuk, Temir, Ataman, Yiğen Siliğ Bey sardı. Yiğen Siliğ Bey hemen doru atından inip Kül Tigin’e verdi.

Düşman süvarileri Kül Tigin’in olduğu yere daha çok yükleniyordu. Geri çekilme emri geldiğinde hızla, geriye doğru at sürmeye başladılar. Düşman süvarileri daha fazla kuvvetle geri çekilen Türk ordusunu takip etmeye başladı. Süvariler, Kül Tigin arkasından düşman süvarilerini peşlerine takmışlardı. Çaça Şengün, daha çok süvariyi peşlerine yolladı. Sahte geri çekilme mesafesine gelinmiş, Türk karargâhına doğru yaklaşılmıştı. Kül Tigin, atının dizginlerini sertçe kendine doğru çekti, ilk o durdu. Yüzünü kağanın otağına doğru kaldırdı.

Kapgan Kağan ve İnel Tigin doru atın üzerindeki Kül Tigin’i rahat görüyordu. Kül Tigin de İnel’e doğru baktı, sonra atının yönünü peşlerinden kendilerini çılgınca takip eden, Türk okçularının atış alanına giren Çinli süvarilere doğru sakince çevirdi. Okçular, karagâhtan gelen emirle oklarını düşman süvarilerine doğru yağdırdı. Gökyüzünde kara bir bulut gibi akan oklar, düşman süvarilerinin üstüne yağdı. Kül Tigin, sakin ama gür sesiyle, “Bekle, bekle. Şimdi ileri!“ diyerek tüm süvarileri ile tekrar saldırı başlattı.

Beg Kür Tigin, düşman süvarisini göz açıp kapatıncaya kadar sağdan ve soldan çembere aldı. Buna Türk piyadeleri de katıldı. Çinli süvariler kaçmaya çalışıyordu. Alay komutanları, takım komutanları, “Kaçmayın, savaşın!” diye haykırıyordu. Buna rağmen bazıları çemberin kapanan kısmına doğru atlarını sürmeye çalıştı fakat kırılıp yok edildiler. Çinli piyadeler yardıma yetişmeye çalışsa da başarılı olamadılar. Sıra onlara geldiğinde onlar daha çabuk dağıldılar. Yaya olarak kaçmaya başladılar. Savaş büyük bir başarı ile kazanılmak üzereydi.

Binlerce Çinli asker öldürüldü, hatta savaş bitmeden Çaça Şengün’ün savaş meydanından kaçtığı görüldü. Çin ordusu ise direnmesine rağmen o gün, orada yok edildi. Kaçan yaya piyadelerin önü Türk süvariler tarafından kesildi. Hepsi tekrar savaş meydanına sürüldü. Yakalanan komutanlar ayakta başı eğik olarak bekliyordu. Aralarında dizlerinin üstüne çökmüş binlerce Çin askeri vardı. Kapgan Kağan; başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüştü. Otuz bin düşman askeri cansız olarak savaş meydanında yatıyordu.

Bir o kadarı da esir edilmişti. Her şey bittiğinde hayatlarını kaybeden Göktürk askerleri de oklarla, kılıçlarla delik deşik olmuş bedenleri toprağa verilmek için omuzlarda taşınıyordu. Ak Şaman, onlar için ayinine başlamıştı. Yaralılar için atasagunlar hızlı hızlı çalışıyor, kanayan derin yaralara turnike yapıyor, sonra dağlıyor, kolu bacağı kırılanları sarıyor, çıkan kol ve bacakları bağrışlar ile yerlerine geri oturtuyorlardı.

İnel Tigin’in yaverlerinden eğri burunlu bir alp elinde kımız tası ile çakırkeyf olmuş, “Çaça Şengün’ü yakalasaydık, İnel Tigin için başından bir ant kadehi yapacaktık.” diye bağırıyordu. Kül Tigin; İnel’in yanında, otağda savaşmadan oturan bu alpe bakarak yaralıların olduğu yere doğru yürüdü. İniltiler arasında çalışan Atasagun’a, arkasından fırlatılan mızrağın saplanması ile yere düşen ve atların toynakları altında ezilen Aybars isimli alpin durumunu sordu. Atasagun, “Atlar üstünden geçmiş, tüm kemikleri kırılmış neredeyse. Mızrak da kaburgalarını kırıp içini parçalamış. Yaşaması mucize ama sabaha çıkmaz.” dedi.

Kül Tigin, Aybars’ın yanına doğru gitti. Temir ve Muncuk ondan önce gelmiş diğer yaralılara da yardım ediyorlardı. Kül Tigin, “Nasılsın? Yeni savaşlara hazır olacağın günü bekliyoruz.” dedi.

Aybars; çok yavaş sesle, “Komutanım; babama, anneme, eşime senin yanında savaştığımı söyle. Kül Tigin’in yanında savaştığımı bilsinler.” dedi.

Kül Tigin “Asıl ben senin yanında savaşma şerefine eriştiğimi söyleyeceğim ailene. Sen şimdi iyileşmeye bak.” dedi.

Temir, “Elbette iyileşecek, öyle kolay gitmek yok.” dedi.

Kül Tigin, otağına doğru giderken ateş başında oturan alpler selamlamak için ayağa kalkıyordu. Kül Tigin, kalkmamalarını eliyle işaret etti. Otağına doğru geçti. Yere hazırlanmış yemeğe baktı. Ayakta birkaç lokma aldı. Kilime sırt üstü uzandı. Gözlerini otağın tündüğünden gökyüzüne doğru dikti. Savaşın bütün ayrıntıları gözünün önüne geliyordu. Çatışmanın ortasında soğukkanlı bir şekilde nasıl emir verdiğini; düşmanın nerede, nasıl zayıf kaldığını, askerlerini o zayıf noktaya nasıl sel gibi peşinden sürüklediği bir bir gözünün önüne getiriyordu. Savaş sanki beyninde devam ediyordu. Yıldızlar, birden çöken geceyi zaferin şerefine aydınlatıyordu. Güneş, yine zaferlerle geçecek yeni günlere yavaş yavaş doğacaktı. Aybars gibi birçok kahraman ise sabahı göremeyecekti.

Çin sarayını sessizlik tekrar kaplamıştı. Bu sefer Wu Zetian da yoktu. Herkes ne olacağını bekliyordu.

İmparator Hsuan, sakince tüm vezirleri karşısına alıp “Ne yapsak kazanamıyoruz. Ne yapacağız?” diye sordu.

İmparator Hsuan’ın yeni bir başdanışmanı vardı. Bilge ve akıllı bu ihtiyarın adı Lu Fu’ydu. İlk sözü de o aldı:

“Devletin hayatî meselelerinde sadece aslen Çinli komutanlara güvenmemiz gerekirdi. Tüm askerlerimiz son kanlarına kadar savaştı ama Çaça Şengün savaş meydanından kaçtı.”

İmparator Hsuan, “Kimse bu Türkler ile savaş meydanında baş edemiyor. Başka çözümler bulmamız gerekiyor.” dedi.

“Para ile veya başka sebepleri kullanarak ülkelerinde hemen isyanlar çıkartmazsak bu akınlara ve yağmaya son vermeyecekler. Son haberler Lung Yu bölgesini yağmalayıp kendi ülkelerine döndükleri yönünde. Şimdi tekrar bize ağır şartları olan bir antlaşma ile gelmeden çalışmalıyız.”

İmparator Hsuan biraz umutsuzca, “Hemen ne yapılacaksa yapalım. İsyan edeceklerden altını, ipek kumaşı ve hediyeleri eksik etmeyelim.” dedi.

Bu sessiz anlaşma tüm koridorlardan çıkıp şehre büyük bir fısıltı gürültüsü ile yayılıyordu.

Kapgan Kağan ordusunu tekrar Karakurum’a götürmüştü ve çok sert olarak da ülkesini yönetmekteydi. Hatta savaş sırasında Çinli ajanların kışkırtmasına gerek kalmadan da isyan eden boylar vardı. Bunlardan biri de Bayırkulu Boyuydu.

Kapgan Kağan, on bin kişiyle üzerlerine yürümüştü. Yine halkı isyan için cezalandırmış, beyleri Türel’i ele geçirememişti. Cheng Sung adamlarını halkın içine karıştırdı. Türel Bey’i Kapgan Kağan’dan önce buldurdu. Küçük Kızıl Dağ’ın eteklerinde buluştular. Türel Bey, kırk beş yaşlarında, kızıl saçlarının ve yüzündeki sarı benlerinin arasından üzüntüden çökmüş gözleriyle artık ölüme hazır gibiydi.

Cheng Sung, “Halkın için çok üzgünüm. Bu Kapgan, Gök Tengri’nizin hiddetini üstüne çekecek size yaptıklarıyla. Benim size bir önerim var. Size yardım etmeye karar verdim. Siz de bana yardım edeceksiniz.”

Türel Bey, “Ne yardımım olur, elimde kaç adam kaldı ki?”

Chen Sung, “Eğer ben yardım edersem ve sen beni dinlersen hem Kapgan’dan kurtulursun hem de Çin Seddi’ne yakın yere obanı götürüp imparatorumuza sığınabilirsin. Tüm Bayırkuluları toplayıp Çogay ormanına ve Tögültün Ovası’na gidip yerleşebilirsiniz. Çin’den her zaman tahıl, ipek, ne ihtiyacınız varsa kolayca elde edersiniz. Açlık, kıtlık, zulüm görmezsiniz. İmparatorumuzun kanatları altında yaşayıp ticaret yaparsınız. Sürülerinizi bize satarsınız.” dedi.

Türel Bey, “Bu iyiliği niye bize yapacaksınız ki?” diye sordu.

Cheng Sung, “Çünkü sen Kapgan Kağan’ın kesik başını da yanında imparatorumuza götüreceksin. En güvendiğim adam Ho Lingte sana eşlik edecek.” dedi.

Türel Bey, gözleri büyüyerek “Benim gücüm kalmadı. Ayrıca bunu bozkırda yapacak bir güç hiç kimsede yok.” dedi.

Chen Sung, “Ben kağanın Songa ormanından az bir kişiyle Karakurum’a dönmesini sağlayacağım ve sen orada saldırıp intikamını alacaksın. Ama başını yanında imparatorumuza götürmeyi unutma sakın.” dedi.

XXXII

Birlik olduğunda başka ordular senin devletini yıkamazdı. 744 yılında bu birlik bozuldu ve ikinci Göktürk devleti, diğer Türk boyları tarafından yıkıldı.

Yine de…

“O zaman selâm olsun,

Şanlı maziye,

Kan ve şerefle yazılan tarihe,

Bengü taşları yazan kahramanlara,

Her satırına,

Ve sana,

Türk adını unutmayanlara...”

- SON –

Siyasetcafe.com

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.