Nihat Genç’den saray soytarılarına ağır yazı

Nihat Genç’den saray soytarılarına ağır yazı

Allah önce onlara bir saray verir sonra o saray içinde bolluk verir, sonra, vardır böyle meseleler halk dilinde çoktur, ayranı yok içmeye… yağı çok bulup .ötüne süren.

Gazeteci yazar Nihat Genç, Saray’da resepsiyonda verilen Ejder meyvesinin suyunu içip, adını bile telafuzda zorlandığımız yemekleri yiyenleri eleştirdi.

Yaşanan bu durumu “Bu özentiyi, bu cehaleti yazmaya elim varmıyor, fetvacı hocaları Hayrettin Karaman açıklasın, Ejder Suyu hangi ayette geçiyor?” diye eleştiren Nihat Genç, İslamcıların geldiği aymazlık ve iflası değerlendirdi ve “Şüpheniz olmasın bu tuhaf adlı yemek menüsünün suçu da kesinlikle Atatürk'e aittir. Çünkü Atatürk dar, kapalı, ırkçı ve çok sesliliğe karşı bir diktatör olduğu için Ejder Suyu'nu yasaklamıştır” diye yazdı.

Nihat Genç’in odatv’deki yazısı şöyle:

“Ayrıntı yayınları iki siyaset bilimci Atsuka Ichijo - Ronald Ranta imzasıyla muhteşem bir çeviri kitap yayınladı: Yemek ve Ulusal Kimlik.

Siyaset bilimci yazarlarımız, ulus devletin oluşumu ve milliyetçilikle yemek kültürünü teorize ederek şunu söylüyor: Yemek kültürü artık dış politikanın dahi konusudur.

Yemek kültürünüz sizi bir ulusun parçası olarak tahayyül etmenize yardımcı olur.

Yemek kültürü, ulusal kimliğinizdir.

Siyaset bilimci iki yazarın “yemek kültürüyle ulusal kültür” arasındaki derin ilişkiyi kaleme almaları sebebini de şöyle açıklıyorlar: Milliyetçi yazarların bir milli kültür olan yemeğe bugüne değin çok az yer vermeleri.

Kitap “mutfak milliyetçiliğini” konu ediniyor, bu kavrama alışın: Gastromilliyetçilik.

Ulusal markalaştırma.

Mutfağın standardizasyonu.

Ulusal yemek endüstrisi.

Şu satırları sabırla okuyalım: “Yemek kültürü ulusu tahayyül etmemizi olanaklı kılar, ulusun yeniden üretilip devam ettirilmesine yardımcı olur. (...) (mesela) yurtdışına seyahate çıktığımızda öteki yemek kültürleriyle karşılaştığımızda harekete geçer, aslında diğer uluslarla ilk karşılaşmalarımız yemek aracılığıyla olduğunu öne süreriz. Kısaca yemek kültürü tanıdık ve bizden olanı bizden olmayandan ayırt eder.”

“Kültür coğrafyasına doğrudan bağlar sağlar.

(Bir) ... ulusun beslenme tarihi ve evrimi de ulusun bizzat kendi tarihidir.”

“Yemek aracılığıyla ulusu inşa etme ve yeniden üretme literatür ve medya aracılığı ile fikirlerin yayılmasıyla sınırlı değildir. Pek çok ulusal hareket beslenme veya tüketim alışkınlıklarını etkin bir şekilde değiştirerek ulusları inşa etme veya somutlaştırma girişimlerinde bulunmuştur…”

“Ulusal, dini veya etnik kimliğe ilişkin meselelerle insanların ilk karşılaşmaları normalde damak tatları aracılığıyla olur. İnsanların yedikleri yemek büyüdükleri yer, ait oldukları gruplar ve içinde yaşadıkları toplumsal mekanlarla bağlantılıdır. Diğer deyişle insanların yedikleri ve pişirdikleri yemek kim olduklarına dair pek çok bilgiyi aktarır.”

ANADOLU TOPRAKLARI ŞANSLI

Siyaset bilimci yazarların asıl üstünde durdukları şu: Belli temel gıdalara yönelik tercih yalnızca coğrafyaya referans vererek açıklanamaz. Bu yerel yemek kültürlerini benimsemekten ziyade yerleşimcilerin eski yemek kültürlerini sürdürmek için güçlü bir arzu duymaları.

Şunu söylemek istiyorlar, adam İstanbul'a yerleşiyor ama lahmacun alışkanlığını sürdürüyor, adam Almanya'ya yerleşiyor ve Almanya yerelinde biberini bulamıyor ama biberli yemeklere tercihini sürdürüyor.

Yani, insanların belli yemekleri yemeyi ve pişirmeyi seçerek ulusal kimliklerine bağlandıkları ve kim olduklarını yansıttıkları anlamına gelir.

Özetlersek, “ortak tatlar”, “damak zevkleri” ulusal kimliğin inşasında dil, din, ortak tarih kadar önemlidir.

Anadolu toprakları, yemek milliyetçiliğinde çok şanslı.

Çünkü Anadolu'ya baktığınızda Karadeniz, Güneydoğu, İç Anadolu ve Ege vb. yemekleri, sağcı solcu, okumuş okumamış, alt sınıf üst sınıf herkesin “ortak damak zevkinde” en öndedir.

Siyasi ve sosyal fikir ve sınıflar ne kadar farklı, karşıt olursa olsun, tam tersine yemek kültüründe ortak tatlarda anlaşmış birleşmiş bir milletiz.

Çok açık bir gerçek ortadadır, bu topraklarda dönere, kebaba, köfteye, lahmacuna, çiğ köfteye, etli ekmeğe, tandırlara, zeytinyağlıya, çorbalarına, helvalarına, baklavalarına vs. burun kıvıran tek kimse yoktur. Çok uzak ülkelere gitseler dahi bir şekilde kendi yemeklerine düşkünlükleri ortadadır.

İklim, coğrafya ve tarih öncesinden beri bir çok kültür ve coğrafyalarla karşılaşmamız yemek kültürümüzü geliştirmiş beslemiş ve önümüze çok büyük ve zengin ve çeşitli tatlar çıkartmıştır, bu milli lezzetler bu toprakların gerçek hazineleridir.

(Mesela, hepiniz yaşamışsınızdır, oğlumu siyasi ve sosyal konularda ikna etmek ve ona söz geçirmem mümkün değil ama dolmada, pidede, kebapta gayet iyi anlaşıyor ve aramızda hiç sorun yaşamıyoruz.)

Yani ortak lezzetler, bir millet için muazzam bir güçtür.

Hatta ortak lezzetler birlikte bir sofra başında rahatlayıp, huzur duyup ve mutlu olduğumuz mangal başı gibi milli tapınağımızdır.

BU SARAY HANGİ KÜLTÜRÜN SARAYI

Yani Atatürk'ün sevdiği şarkılar kadar Atatürk'ün yediği yemeklere de bakmak lazım.

Bugün bu toprakların kurtarıcısı Mustafa Kemal Atatürk'ün, Çankaya Köşkü'nde kurduğu sofradaki kuru fasulyeyi, cacığı bu toplumun her kesimi öğretmen, mühendis, kapıcı, odacı her gün, her akşam yapıyor ve mutlulukla afiyetle yiyor.

Lafı Emine Erdoğan ve sarayın meşhur ejder sulu menüsüne getirmek istiyorum.

Bu toprakların az çok okumuş bir çocuğuyum, sarayın menüsünde ismini bildiğim veya daha önce tanıdığım bir yemek bulamayışım ne kadar hüzün verici?

Şüphesiz icad yemekler ve başka kültür ve tatlar çeşni olsun diye denenebilir, ancak insan sormak istiyor, bu saray hangi kültürün sarayı?

Yoksa kestane kabuğundan çıkmış kabuğunu artık beğenmiyor mu, dönerden, çiğ köfteden utanıyor musunuz?

Bu neyin özentisi?

Taklitçilik, gösterişçilik Kasımpaşalı bir delikanlı ile evli Siirt doğumlu bu toprağın bir kızına yakışır mı?

Sarayın bu tuhaf, icadcı menüsü gündeme düşer düşmez baktım yandaş yazarlar sarayın menüsünü canım ne var deyip bu komik şarlatan yemekleri dalkavukça savunmaya başladı.

Saray mutfağındaki bu tuhaf isimli yemek ve içecekler olsa olsa işi gücü olmayan ancak avare bir can sıkıntısından muzdarip insanların icadcılığı.

Bu tuhaf isimli yemekler, bu ülkenin milli lezzetlerinin gücünden habersiz, havai, uçarı, hoppa, özenti hastası, mutsuzluk hastalığına yakalanmış şaklaban insanların işi olmalı.

Cehaletleri, özentileri, müsriflikleri, şımarıkları bizi şaşırtıyor mu, hayır!

NE BÜYÜK BİR İNSANLIK ACISI VE REZİLLİĞİDİR

Bu menü kendine toprağına, tarihine, kültürüne güveni olmayan, fazla para fazla boş zaman bulmuş insanların menüsüdür.

Şüpheniz olmasın bu tuhaf adlı yemek menüsünün suçu da kesinlikle Atatürk'e aittir. Çünkü Atatürk dar, kapalı, ırkçı ve çok sesliliğe karşı bir diktatör olduğu için Ejder Suyu'nu yasaklamıştır.

Kültüründen utanmak ne büyük bir insanlık acısı ve rezilliğidir.

Ülkesinin lezzetlerini, toprağı, tarımını bilmeyen insanların kalkıp saraylarda baş tacı edilmesi ne büyük bir ayıptır, bu ülkeye ne büyük işkence eziyettir.

Bu özentiyi, bu cehaleti yazmaya elim varmıyor, fetvacı hocaları Hayrettin Karaman açıklasın, Ejder Suyu hangi ayette geçiyor?

Sormak istiyorum, bu dinciler biraz para sahibi olunca neden ruhsal dengeleri bozuluyor ve kültürlerinden milliyetlerinden kaçmaya başlıyor.

Bunları, bu tuhaf yemekleri icad edecek kadar huzursuz kılan şey nedir?

Bu nasıl bir delilik türüdür, bütün coğrafyaların en lezzetli yemekleriyle ünlü Anadolu tatlarını küçümsüyor bir şekilde “hor” görüyorsun!

Erzurum'un lokmasını, ketesini, kara helvasını saraylarına yakıştıramıyor musun?

Atadan, dededen, anneden, memleketten, çocukluğunuzdan öğrendiklerinizden neden utanıyorsunuz?

O SARAYDA ÇOK ÜŞÜYORSUNUZ VE ÇOK YALNIZSINIZ

İşte bu köle kültürüdür, kolonyal kültür, İngiliz işgalinde Hintli ve Çinli üst sınıfların özentiyle taklit ettiği batılı adet ve yemekler.

Oysa o sömürge ülkeleri çoktan özgürlüklerine kavuştu ve bugün hepsi kendi milli kültürlerini kıskançlıkla öne çıkartıp övünüyor, hatta bütün dünya marketlerinde kendi milli yemeklerin markalarının savaşlarını veriyorlar.

Niçin annenizin, ninenizin tadına lezzetine güvenmiyorsunuz, neden ağzınız, gözünüz, duyularınız karmakarışık?

Başınıza hangi felaket geldi ki tatları, renkleri, yakışanı, kıvamı seçemiyor hep rezil rüsva, gülünç oluyorsunuz?

Neden ağzınızdan, gözünüzden, giyiminizden, sarayınızdan, yürüyüşünüzden her yerinizden özenti fışkırıyor?

Sebebini biliyorum, o sarayda çok üşüyorsunuz ve çok yalnızsınız, sizi ısıtacak bir aklınız, etrafa güvenle bakacak gözlerinizin ışığı hiç yok.

Yarım akıllı, meczup, şarlatan şifacılar tarafından çevrilmişsiniz.

Şarlatanlar, dininizi, kimliğinizi, asaletinizi işte bu saçma sapan özenti isim ve yemeklerle çarçur ediyor elaleme, dünyaya rezil kepaze ediyor.

Görüyorum ki Allah doları, iktidarı, gücü her şeyi çok bol verdiği gibi Allah sarayınıza danışman şarlatanları da biraz fazla vermiş.

Allah’ım sen bu saraylılarına acı, ele güne fazla rezil etme, amin.

Ne diyelim, siyasi dolandırıcıları, yalancıları, din tüccarlarını Allah işte böyle rezil eder.

Allah önce onlara bir saray verir sonra o saray içinde bolluk verir, sonra, vardır böyle meseleler halk dilinde çoktur, ayranı yok içmeye… yağı çok bulup .ötüne süren.

Güzelim şira, güzelim şalgam suyu (ağrınıza mı gidiyor, simleriniz mi dökülür) dururken bardağı yüz yirmi liradan ejder suyu içenleri cehennemlerinde yak Allah’ım. Sen sarayımızı icadcı şifacılarından koru, amin.

Çin’in dünyaca ünlü alışveriş sitesi sahibi Alibaba’nın hayatını anlatan kitabında yazıyordu: “Sitemizde bok suyu dahil satıyoruz, bunun bile müşterisi çıkıyor.”

Aman sarayımız duymasın.”

Siyasetcafe.com

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.