Nurcu Taşhiyecilerden Menzil'e çok ağır sözler: İslamla alakaları yok!

Nurcu Taşhiyecilerden Menzil'e çok ağır sözler: İslamla alakaları yok!

Nurcuların bir kolu olanTahşiyecilerin lideri Muhammed Doğan, Nakşi tarikatından gelen Menzil cemaatine ağır sözler sarfetti. Kutb, gavs, mehdi sözlerini eleştiren Doğan, bunların İslamla ilgisi yok dedi.

Nurcuların bir kolu olan ve Tahşiyeciler diye bilinen cemaatin lideri "Vartolu Mehmet Doğan" kendilerini Kutb, Gavs, Mehdi, isimleri ile adlandıran cemaat liderlerine ağır sözlerle yüklendi. Doğan, bu isimleri kullanan başta Menzilciler olmak üzere diğer cemaatlere yönelik, “BU DAVÂNIN, İSLÂM’LA YAKINDAN UZAKTAN ALÂKASI YOKTUR ÇÜNKÜ BU, ‘PEYGAMBERLİK MÜESSESESİ’NE KARŞI AYAKLANMA DEMEKTİR” sözleri dikkat çekti.

 

Yazılarını "Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî" ismiyle yayımlayan Tahşiyecilerin lideri Doğan'ın hedefinde; Menzil başta olmak üzere bazı tarikatlar ile kendilerine “kutb”, “gavs”, “mehdi” gibi isimler takan tarikat liderleri var.

“KENDİ MEZHEBİNE, MESLEĞİNE, CEMAATİNE, CEMİYETİNE DAVET EDERSE BU DAVET, DALÂLETTİR, ŞAHSİYETÇİLİKTİR”

Tahşiyecilerin lideri Doğan yazısında şu ifadeleri kullandı:

“Kutbiyyet, ğavsiyyet, mehdiyyet gibi ma‘nevî makámlar, Kur’ân ve Sünnet’in teblîği için, bir dellallık makámıdır. Yoksa şahsiyyet ve enâniyyeti ön plana çıkarıp, halkı, o makámâta da‘vet etmek ve o makám sáhibine bağlamak için verilen bir makám değildir.

Evet, bir kul, çalışır, amel ve ibâdet eder; lütuf ve inâyet-i İlâhiye de ona refîk olur; netîcede o kul, ihsân-ı Rabbânî ile makámât-ı ma‘nevîyeye nâil olur. O da bu ihsâna mazhâriyyeti, şükür sadedinde, sadece Dîn-i İslâm’ın teblîği için kullanır. Böylece o kul, Hazret-i Peygamber (asm)’a, belki bütün peygamberlere vâris olur; o makáma hizmet eder ve dâire-i istikámette kalır.

 

MENZİLCİLERE SERT SÖZLER

 

Kutub, Ğavs, Mehdî gibi makám sáhibleri, Kur’ân ve Sünnet’in dellâl ve hâdimleridirler. Kur’ân ve Sünnet’e âyînedirler; gölge ve vekîl değildirler. O makám, bir tanedir; Kur’ân ve Sünnet’e dellâllık makámıdır. Da‘vet de bir tanedir; Kitâb ve Sünnet’edir. Bir insân, eşhásı, ma‘nâ-yı ismiyle, ya‘nî müstakillen kendi mezhebine, mesleğine, cemâatine, cem'iyetine da‘vet ederse; bu da‘vet, dalâlettir, şahsiyetçiliktir. İster maddî şahsiyetine da‘vet etsin; ister kutbiyet, ğavsiyet ve mehdiyetine da‘vet etsin müsâvîdir. Farazá kutb-u a’zam da olsa böyle bir da‘vet bâtıldır. Farazâ Seyyid Ahmed-i Bedevî, Seyyid Ahmed-i Rufâí, Şâzelî, Ğavs-i Geylânî, Şâh-ı Nakşibendî, İmâm-ı Rabbânî, Bedîüzzaman Saîd Nursî gibi zevât-ı âliye dahî halkı, şahsına ve ma‘nevî makamına da‘vet etse, bu da‘vet bâtıldır. Hâşâ bu zevât-ı álîyeden, böyle bir da‘vet de vuku‘ bulmamıştır.”

 

“BU DAVÂNIN, İSLÂM’LA YAKINDAN UZAKTAN ALÂKASI YOKTUR ÇÜNKÜ BU, ‘PEYGAMBERLİK MÜESSESESİ’NE KARŞI AYAKLANMA DEMEKTİR”

Doğan yazısında Menzil gibi tarikatların liderlerini de sert ifadelerle eleştirdi. İslam tarihinden örnekler veren Doğan, şunları kaydetti:

“On iki mezheb imâmı, on iki tarîkat pîrî, fırka-i nâciye, insanları, ezânda geçen bu üç esâsa, ya‘nî Kur’ân’a, Sünnet’e, Namâz’a da‘vet etmişlerdir. Kutbiyyet, ğavsiyyet, mehdiyyet gibi ma‘nevî makamlarına, kendi meslek, meşreb ve mezheblerine da‘vet etmemişlerdir. Bundan böyle her kim halkı, kutbiyyet, ğavsiyyet ve mehdiyyet gibi ma‘nevî makamlara ve kendi meslek, meşreb ve mezhebine da‘vet ederse, bilmiş olun ki; bunlar, bu işin ehli ve bu nev‘í makám sáhibi değildirler.

İnsan-ı mü’min, Elláh’ın lütfuna, kurbiyetine, muhabbetine ve rızasına, ancak Kur’ân ve Hadîs’i okumak ve onlara ittibâ‘ etmekle ulaşabilir. Meselâ: İhlâs Sûresi, Elláh’ın kelâmıdır. Bu sûreyi okuduğun zaman, o anda Elláh, bin bir isim ve sıfatıyla seninle beraber olmuyor mu?

Madem bir sûre-i celîle veya bir âyet-i kerîme veyahut salavât-ı şerîfe vâsıtasıyla Elláh ve Resûlü, ma‘nen senin yanında olduğuna inanıyorsun; artık falan kutbu, filân ğavsı çağırmaya hâcet var mı? Feteemmel! Elláh (cc), bin bir isim ve sıfatıyla senden sana yakındır. Resûl-i Ekrem (sav) de rûhaniyetiyle senin yanındadır.

Mürşid, şahsını değil; âyîne-i rûhunda Kur’ân ve Sünnet’i göstermelidir. Zîrâ Kur’ân ve Sünnet, âyîne ister; vekîl ve gölge istemez. Rivâyete göre; Cüneyd-i Bağdâdî, âyîne-i rûhunda Resûlullah’ı mürîdine göstermeden, mürîdini yanına almamıştır. ‘Şâyet böyle olmazsa, mürîd, dalâlete gider; bana tapar.’ demiştir. Kezâ Şâh-ı Nakşibendî, âyîne-i rûhunda Muhammed Resûlullah’ı göstermeden, kimseyi tarîkatına, yanına almamıştır. Bu zevât-ı âliye, Kur’ân ve Sünnet’e güzel bir âyîne olmuşlar; kimseyi kendi şahıslarına ve makámlarına da‘vet etmemişlerdir.

Siz ise, başka bir da‘vânın peşine düştünüz. Âlem-i İslâm olarak ‘velîlik’ da‘vâsıyla yola çıkmışsınız ve bu yol ile dîne hizmet edeceğinize inanıyorsunuz. ‘Velî, beni kurtarır.’ diyorsunuz. Bu da‘vâ ve bu da‘vâya da‘vet, bâtıldır. Bu, resmen ‘sûfizm hareketi’dir. Bu da‘vânın, İslâm’la yakından uzaktan alâkası yoktur. Çünkü bu, ‘Peygamberlik Müessesesi’ne karşı ayaklanma demektir. Velî, peygambere engel olmuştur. Böyle bir velî, seni aslâ kurtaramaz. Sizi kandırmışlar. Dikkat edin; bu yanlıştan vazgeçin. Aksi takdirde âzâb-ı İlâhî, dünyâ ve ahirette sizi yakalar.”

“BU EZÂN ARŞ’A KADAR ÇIKAR VE SİZİN BU DA‘VETLERİNİZİ YÜZÜNÜZE ÇARPAR”

Tarikat liderlerini ve mensuplarını uyaran Doğan yazısını şöyle sürdürdü

“Şahsa ve makáma da‘vet, merdûddur. Bu sebeble i‘lân ediyorum ki; Ben ne ğavsım, ne kutbum, ne ferdim. Sıfırın altında sıfırım. Sizlere, şahsımızı değil; Kur’ân ve Sünnet’i gösteriyoruz. Eğer farazá ğavsiyete, kutbiyete, mehdiyete bir da‘vet vuku‘ bulsa, böyle bir da‘vet bâtıldır. Peygamber’e karşı muáraza olduğu gibi; tevhîd-i İlâhiye de muháliftir. Çünkü Elláh, böyle bir da‘veti kabûl etmemiştir; günde beş def‘a ezân vâsıtasıyla mezkûr üç esâsa da‘vet yapmaktadır. Bunun dışındaki da‘vetlerin hepsi merdûddur ve âhirette mes’ûliyeti ve azâbı mûcibtir. Da‘vet, ölmeyen bir hakíkata olur. Ölmeyen hakíkat ise, Kur’ân ve Sünnet’tir.

Kur’an, aşîretçilik, milliyetçilik gibi da‘vâların hepsini yasak etti; ortadan kaldırdı. Tek bir da‘vetimiz var. O da ezân ile yapılan da‘vettir. Kurtuluşumuz, cemâat olarak namazdadır. Hakíkat-i hál böyle iken, ezân-ı şerîfteki da‘vete icâbet etmiyorsunuz. ‘Şeyhimiz, hocamız, mezhebimiz, mesleğimiz, meşrebimiz, tarîkatımız, aşîretimiz, ırkımız, partimiz, kánûnlarımız, beşerî sistemlerimiz, paramız, makámımız, mevki’imiz’ diyorsunuz. Bu ezân, Arş’a kadar çıkar ve sizin bu da‘vetlerinizi yüzünüze çarpar.”

 

turkiye-hariyasi-002.JPG

 

 

 

 

Siyasetcafe.com

 

 

 

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum