ARAP KEKLİĞİNİN İHANETİ

Veysel BOĞATEPE

S.S.C.B’nin çöküşe geçtiği 1980’li yılların sonlarına doğru Azerbaycan’a bağlı olarak 60 senden beridir özerkliğini koruyan dağlık Karabağ, 1990’lı yıllardan itibaren de sıcak çatışmalara neden olmuştu. Önceki gün yeniden başlayan ve tipik bir İsrail-Filistin sorununu andıran anlaşmazlık Ermenistan’ın, 1992’deki Hocalı katliamlarıyla devam ettirmişti. Hocalı katliamından sonra da sözde iki ülke arasındaki sorunun çözümü için ABD, Fransa ve Rusya’nın eş başkanlığında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na (AGİT) bağlı olarak “Minsk” grubu oluşturmuştu. Üyeliğini ise Beyaz Rusya, Almanya, İtalya, Portekiz, Hollanda, İsveç ile Finlandiya’nın yaptığı AGİT, aradan 28 yıl geçmesine rağmen ne eş başkanlığını yapan ülkeler ne de üye devletler, sorunun çözümüne ilişkin somut bir adım atmadıkları gibi öneri de getirmediler.

 

Türkiye’nin geçmişe göre soruna ilişkin bugün ki tavrı ise Minsk grubunun tavrından farklı değil. Çünkü bizzat Hocalı soykırımını organize eden Ermenistan’ın, 1915’teki tehcir olaylarını soykırım yalanıyla uluslar arası arenada meşrulaştırmaya çalışmasına yönelik somut bir tavır ortaya koymadığı gibi Diaspora’nın Avrupa sahnelerinde destek aradığı bu yalanı AKP, 23 -25 Eylül 2005’te Türkiye’ye taşıyarak elini güçlendirmişti. Oysa Türkiye’ye karşı uluslar arası mahkemelerde soykırım iddialarına destek arayan Ermenistan, Türkiye’nin geçmişte defalarca tekrar ettiği “arşivleri açalım, konuyu tartışalım” çağrılarına kulaklarını tıkayarak gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmıştı. Cumhuriyet tarihinden beridir de AKP dışında hiçbir devlet görevlisi kara propaganda malzemesine dönüştürülen asılsız iddiaları kabul etmediği gibi böyle bir yalana ne taraf ne de malzeme olmamıştır.

 

Her örtünün altından Gül ile PKK çıkıyor

AKP’nin iktidar olduğu 2002’den sonra ise Ermenistan-Türkiye ilişkileri daha da farklı bir boyuta taşınmış ve Diaspora, kara propagandasını Türkiye’ye taşıma olanağı bulmuştur. Tam da Orhan Pamuk davasının başladığı süreçte Boğaziçi Üniversitesi dekanı Prof. Dr. Ayşe Soysal tarafından 2005’te organize edilerek “Ermeni meselesi” adı altında panel havasına dönüştürülmüştü. Sözünü ettiğim panelin açılış konuşmasını dönemin dışişleri bakanı Abdullah Gül yapacaktı ancak yoğun tepkilerden dolayı geri adım atmış ama destek ve kutlama mesajları göndererek tavrını ortaya koymuştu. Böylece yüzyıllardan beridir Türkiye’ye karşı uluslar arası arenada soykırım yalanlarına destek arayan Diaspora, bizzat muhatabı Türkiye’nin kendi üniversitesinde soykırım propagandası yaparak bir ilki gerçekleştirmişti.

 

Ermenistan-Azerbaycan sorununun sürüncemede bırakılmasında, Ermenistan ile PKK ilişkilerin de önemli bir faktördür. Ermenistan’ın PKK’ya eğitim, sığınak ve sağlık konusunda yardım ettiği biliniyor ancak bu ilişkinin, ABD’nin bilgisi dâhilinde yürütüldüğü ve hatta yönlendirildiği, Türkiye’ye ise bu konuda yalanlar söylendiği, inkâr edildiği pek de bilinen bir konu değildir. Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından altı yıl önce ABD Dışişleri Bakanı Warren M. Christopher tarafından 23 Temmuz 1993’te kaleme alınan ve Erivan ile ABD’nin Ankara Büyükelçiliğine gönderilen “Ermeni Kaynaklarından PKK’ya Destek” başlıklı telgraf, PKK-Ermenistan ilişkilerini açıkça ortaya koymuştur. Söz konusu telgrafta geçen “Tabii ki Ermenilerle konuşana dek Türklere bu konudan bahsetmeyeceğiz.” ifadesi, bu ilişkileri organize edenin ABD olduğu ve Türkiye’ye de yalan söylendiği, yine kendi kaynaklarından teyit edilmiştir.

 

Kendi soyuna, ırkına ihanet eden Araplar

Arap-Müslümanların Türk düşmanlığı ve ihaneti bilinen tarihi gerçekler arasındadır fakat kendi aralarındaki ihanetler, tam anlamıyla kendi soyuna ve ırkına ihanet eden keklik hikâyesine benzemektedir. Bu sebeple, bugün Ermenistan’ın saldırılarına karşı diplomatik manevralarla başvurarak sessiz kalmaları anlamlı olduğu kadar da tipik Arap tavrıdır. Çünkü kendi aralarında bile birlik sağlayamayan İslam ülkelerinden Irak ve Suudi Arabistan, Suriye’nin dağıtılması için ABD ile işbirliği yaparken Kuveyt ise Esed’i tuzağa düşürmek için casusluk görevini üstlenmişti. Bu gerçekler ışığında Azerbaycan’ı destekleyen görüşlere ye veren Türkiye’nin “Ermenistan aklını başına alsın” gibi kabadayı argümanlarla yaptığı çıkışların, iç siyasete yönelik siyasi manevra olduğu ilerleyen zamanlarda daha net anlaşılacaktır. Önümüzde duran tek gerçek ise Azerbaycan’ın bu sorunda yalnız başına kaldığıdır.

 

Sorunun çözümü için kurulan Minsk grubu üyeleri arasında olmayan Türkiye’nin bu konudaki çıkışlarına karşı grubun eş başkanlarından Rusya ile Fransa’nın açık bir şekilde “Türkiye bu işe karışmasın” şeklinde verdiği mesajlar iyi analiz edilmelidir. Çünkü hukuki zeminde sorunun çözümü için birinci derecede ki muhataplarından Rusya, diplomasi de tarafgirliğini yüksek perdeden dillendirmese de Ermenistan ile askeri tatbikatlar yapmış, Ermeni subaylara Türk SİHA’lardan korunma eğitimi vermiştir. Rusya, askeri ve siyasi destek sağlarken eş başkanlardan Fransa cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise Ermenistan’a desteğini açıkça ortaya koymakla kalmamış, Türkiye’nin tavrını da akılsızlık şeklinde değerlendirmiştir. Tarafsız olması gereken Minsk grubu eş başkanlarının tavrı böyle iken gruba üye bile olmayan Türkiye’nin çıkışları ancak kuru gürültü şeklinde ifade edilebilir. Oysa daha doğru tahlil edilebilmek için öncelikle sorunu iki ülkenin dâhil edildiği dar çerçeveden kurtarmak gerekiyor. İşte bu çerçevede yani Ortadoğu gerçeğinde bütünsel olarak bakıldığında ise Arap / Müslüman toplumunun “Ilımlı İslam” patentiyle kendi içinde birbirine ihanet tuzakları kurduğu, 5 bin yıllık Türk tarihi ile 90 yıllık cumhuriyet mirasının ise emperyalizmin yemlediği keklikler tarafından kemirildiği görülecektir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.