Atatürk öldürüldü! (2)

Erkan MACİT

Tarih kitaplarımıza Atatürk’ün tedavisinde ilk teşhisi koyan Prof. Dr. Nihat Reşat Belger olarak geçmiştir.

Belger bu konuya ilişkin bir mülakatında şunları söylemektedir;

'Atatürk geceyi termal oteldeki apartmanında geçirdi. Ertesi sabah otelde, kendine mahsus olarak yaptırılan banyo dairesine girdi ve beni çağırttı… Şikâyetlerini bana bildirdi… Kaşıntıya çare bulmaklığımı istiyordu… Dedim ki; Müsaade buyurursanız, önce zat-ı devletlilerinizi bir muayene edeyim. Kaşıntıların sebebini tespite çalışayım.

Soyunma yerine koydurtmuş olduğumuz şezlonga uzandı; ben de muayeneye başladım… Tabii, önce vücudunun en çok kaşınan yerlerini, yani bacaklarını muayene ettim.

Egzaman, ürtiker, erytheme gibi belirtiler bulmadım. Yalnız kaşıntının bıraktığı tırnak izlerini gördüm.

Atatürk’ün yaşayış tarzını göz önünde tuttuğum için bacaklardan sonra karnını ve bilhassa karaciğerini muayeneye koyuldum. Derhal gördüm ki, Atatürk’ün karaciğeri üç parmak kadar büyümüş ve sertleşmiştir…

Kalbini dinledikten, tansiyonunu da alarak muayenemi tamamladıktan sonra kendisine teşekkür ettim. Muayenemin bittiğini söyledim…

Atatürk;

“Doktor, kaşıntının sebebini buldunuz mu?” diye sordu.

“Evet, efendim” dedim. Bu kaşıntının yemekle bilhassa içmekle ilgili olduğunu arz ettim…

“Buna emin misiniz?” diye sordu.

“Efendim, kanaatim o kadar katidir ki, bu teşhisimin isabetinde şüphenin gölgesi bile yoktur” dedim.

“Karaciğer biraz büyümüş ve biraz sertleşmiştir. İşte kaşıntının sebebi bu karaciğer rahatsızlığıdır” dedim.

“Sözlerim, o ana kadar kendisine karaciğer rahatsızlığından bir defa bile bahsetmemiş. Atatürk üzerinde hissettim ki bir sürpriztesirsi yaptı… Fakat o hiçbir hayret belirtmeksizin, bu sözlerimi tam bir sükûnetle dinledi.

“Şimdi ne yapacağız?” diye sordu.

Bu sözlerin ardından, “Sağlık durumunun neden bozulmakta olduğunun doğrusu doğrusuna anlaşılmasında bu kadar gecikilmiş bulunulması; Atatürk’ün bu büyük hastalığında karşılaştığı ilk büyük talihsizlik olmuştur…

”Sözlerine devam ettikten sonra Atatürk’ün tedavisinde sık sık karşılaşılan bir gerçek de burada kendini bir kez daha gösterecektir. Bu da hastalığının teyidi için yine bir doktor getirtilmesidir. Bu konuda pek net bir şekilde söylemese de rahatsızlığı sözlerinden anlaşılan Belger;

“ … O akşam Termal Otelde kurulan büyük sofraya davet ettiği misafirler arasında beni de bulundurmak iltifatını gösterdi.

Davetliler meyanında Atatürk’ün mutad arkadaşlarından başka, o akşam, Karamürselli Tahir Bey, Cemal Hüsnü Taray Bey gibi zevat vardı… 

Ben sofraya gelmezden önce Atatürk o zevata benden, cemilekar sözlerle bahsetmiş; verdiğim tozdan derakap fayda gördüğünü memnuniyetle bildirmiş…

Ertesi gün, Atatürk’ün arkadaşları bana hiçbir şey açmadan rahmetli Profesör Neşet Ömer İrdelp’i, Atatürk’ün hususi tabibi bulunması sıfatıyla Yalova’ya davet etmişler. 

Ona, benim muayenemden ve teşhisimden bahsetmişler. Bir kere de onun Atatürk’ü muayene ederek benim teşhisim hakkındaki mütalaasını bildirmesini kendisinden istemişler.

Neşet Ömer Bey Termal Otele gelmiş; Atatürk’ü muayene ettikten sonra kendisine benim noktai nazarım bildirilmiş. 

Neşet Ömer merhumda benim fikrimi tamamıyla kabul ederek teşhisimi doğru ve tedavimi isabetli gördüğünü Atatürk’e arz etmiş; tavsiyelerime göre hareket buyurmasını muvafık bulmuş…

Neşet Ömer, huzurdan çıktıktan sonra benimle buluştu. Atatürk’ü muayene ettiğini ve benimle tamamen aynı fikirde olduğunu bana da söyledi. Sizin tedavinize devam etmesini Atatürk’e tavsiye ettim” dedi. Ve“Atatürk’ü istediğiniz gibi tedavi ettiniz, kardeşim!”dedi. İstanbul’a döndü…

Atatürk, hastalığının her biri dönemlerinde uzman olan doktorların teşhisteki bu gecikmeyi içine sindiremediği görülmektedir. 14 Haziran 1938 tarihinde teşhisin konulmasından yaklaşık dört buçuk ay sonra, Afet İnan’a yazdığı mektupta; 

“Afet,

Vaziyetim şudur; bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış ilerlemiştir. Vakitsiz ayağa kalkmak, yürümek, hususiyetle burundan yapılan atusman üzerine gelen kusma neticesi, yapılan istirahatları hiçe indirmiştir. İstanbul’a gelince hükümet reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissinger’i getirtti…”  diyen Atatürk, bu sözleriyle birlikte doktorlara karşı bir şekilde sitemde bulunmuştur . 

TEŞHİSTE YAŞANANLAR VE DOKTORLARIN ÇATIŞMASI

Yukarıda anlatıldığı gibi Atatürk'ün hastalığına ilişkin birçok teşhis bulunmaktadır.

Vücutta yaşanan kaşıntılara ilişkin bir teşhisi yine Reşat Belger, Atatürk’ü muayeneye başlarken kaşıntılardan rahatsız olan Atatürk’ün önce bacaklarına bakarak bir belirti aramış ve daha sonra “kaşıntının bıraktığı tırnak izlerini gördüm” sözlerinden; başka bir rahatsızlığı olabileceği yönünde karar almıştır.

Bu arada sürekli olarak vücudu kaşınan Atatürk’ün Yalova’ya gelmeden önce yaşadığı ve hastalığının teşhisinde yaşana belki de en acı trajik bir olayda ayrıca ilginçtir. Bu da karıncaların köşkü işgal etmesi olayıdır. 

Bu konuda, Dr. İ. A. Özkaya olayı şöyle anlatıyor;

“… Bu kaşıntılar için çeşitli sebepler ileri sürülüyordu. Günün birinde tuhaf bir rastlantı oldu. Atatürk etrafında bir hayli kalabalık ziyaretçi ile birlikte Çankaya’daki köşkünün bahçesinde otururken, kaşıntı hissederek kolunu kaşımaya başladı. 

Hemen bunun ardından da kaşınan kolunu sıvadığında, derisindeki fiske fiske kabartıları gösterdi. Ziyaretçiler arasındaki bir doktora dönerek;

“Bu nedir doktor? Son zamanlarda sık sık oram buram böylece kabarıyor.” dedi. Doktor eğilerek baktı ve sonra;

“Karınca Efendimiz… Bunlar karınca ısırmasıdır” diye cevap verdi. “Doktor bu teşhisi ile Atatürk’ün etrafında bulunanlarıda etkilemişti. Onlar da kaşıntıyı hissetmeye başladılar…” denilmektedir.

Bu sırada suçlanan karıncalar arandı ve bir tanesi de bulundu. Atatürk tekrar sordu:

“Ben geceleri kaşınıyorum, karınca yatak odama kadar çıkar mı?”
 Doktor kendisine “Evet” cevabını verdi.

Dr. Asım Arar da anılarında; “1937 Ekim ayında Atatürk, İstanbul ve Yalova’da iken bir gün, Cumhurbaşkanlığı özel kalem müdürü Süreyya Anderiman bana telefon ederek köşkü karınca bastığını, Atatürk’ün kaşıntıdan şikâyetçi olduğunu ve bir çare bulunulmasını istedir.

Hakikaten Köşkte et yiyen cinsten küçük kırmızı karıncaların bulunduğu tespit edildi.”  demektedir.

Bunların üzerine özel bir ekip 7 Şubat 1938’de Çankaya Köşkünde karınca avına çıkartıldı. 

Karıncalarla mücadele eden ekipte; Dr. Nuri Refet Korur, Yzb. Kimyager Arif Tekman, Üstg. Dr. Behiç Onul, Üstm. Faruk ve İki Sıhhiye Asb. dan dan meydana gelmişti. 

Bunlara Dz. Bnb. Refik Kuntol (Amiral Dr. Refik Kuntol) ile Dz. K. Sağlık Dairesi Başkanı Alb. Mazhar Tan’da katıldı.

Bu ekipte yer alan Dr. Nuri Refet Korur, yaptığı inceleme sonucu gerçekten köşkün bazı yerlerinde kırmızı renkte küçük karıncalar gördüğünü söylemiş, ilgili mütehassıslarda; bu tip karıncaların Çin’den Avrupa’ya geldiğini ve bunların etle beslendiğini söylemişti.

İşte bu karıncaların kendisini yediğini söyleyen o bilinmez doktorun (!) sözleri bir süre sonra Yalova’ya gittiğinde Atatürk’ü çok şaşırtacaktır. Hatırlanacağı gibi Atatürk,“Doktor kaşıntının sebebini buldunuz mu?” diye sorduğunda, Belger’in verdiği cevap;

“Efendim kanaatım o kadar katidir ki bu teşhisimin isabetinde şüphenin gölgesi bile yoktur… Sözlerim, o ana kadar kendisinde karaciğer rahatsızlığından bir defa bile tekrar bahsedilmemiş. Atatürk üzerinde, hissettim ki bir sürpriz tesiri yaptı…” denilmektedir.

Teşhis konusunda dikkat çeken bir diğer olayda, doktorların koydukları teşhise yine bir başka doktorun ya da doktorların teyit etmesi, bakması gibi bir olayın sürekli vuku bulmasıdır.

22 Mayıs 1927 yılında Atatürk’ün rahatsızlanması sonucu İstanbul’dan Ankara’ya çağrılan İrdelp, “Fazla yorgunluktan doğan bir asabiyet hali…” teşhisinden sonra, hükümet teşhisten emin olabilmek için dışardan hekim getirtmeye karar vermişti.

Bu durum İrdelp’e açıldığında itiraz etmedi ama hafif kırgın, “gelsinler” diyerek olayı kapattı.

Bunun üzerine Prof. Kraus ve Prof. Von Remberg getirildi. Aynı kırgınlığı Belger de, Atatürk’ün hastalığını teşhis ettikten sonra, kendisinin haberi olmadan İrdelp’in getirtilmesinde üstü kapalı olarak da dile getirilmektedir. Bu konuda Belger;

“Ertesi gün, Atatürk’ün arkadaşları bana hiçbir şey açmadan rahmetli Profesör Neşet Ömer İrdelp’i, Atatürk’ün hususi tabibi bulunması sıfatıyla Yalova’ya davet etmişler. Ona, benim muayenemden ve teşhisimden bahsetmişler. 

Bir kere de onun, Atatürk’ü muayene ederek benim teşhisim hakkındaki mütalaasını bildirmesini kendisinden istemişler.

Neşet Ömer Bey Termal Otele gelmiş; Atatürk’ü muayene ettikten sonra kendisine benim noktai nazarım bildirilmiş. Neşet Ömer merhum da benim fikrimi tamamıyla kabul ederek, teşhisimi doğru ve tedavimi isabetli gördüğünü Atatürk’e arz etmiş; tavsiyelerime göre hareket buyurmasını muvafık bulmuş…” demekteydi.

Bu konuda son noktayı koyan ve olayı anlamamıza yardımcı olan Bedii Şehsuvaroğlu, eserinde şöyle demektedir; 

“… Ne var ki hastalık hızlı bir gidişle tehlike ve son devreye girince, her ikisi de sorumluluğu başka meslektaşlarıyla paylaşmak istemişler.

Esasen durumu gören devrin başvekili Sayın Celal Bayar ve hükümet de bu lüzumu duymuş olacak ki Almanya’dan, Fransa’dan, Avusturya’dan değişik tıp otoritelerini getirtmişlerdir. 

Hatta Dr. Fissinger isimli bir Fransız hekim üç kere çağrılmıştır. Bu arada Ord. Prof. Dr. Akil Muhtar Özden, Prof. Dr. General Süreyya Hidayet Serter, Op. Dr. Mim Kemal Öke, Ord. Prof. Hayrullah Diker, Dr. Abravaya Marmaralı ve Dr. Mehmet Kamil Berk gibi devrin tıp otoriteleri müşavir hekim olarak atanmıştır” demekteydi.

Teşhiste Atatürk’ün fenni rapora geçen hastalığı “Hepatite sclerocongestiv ethyligue” denmektedir. 

Ya da başka bir değişle,olarak da yazılan bu hastalık, “Hepatite chronigue sclerosante Diffuse” alkole bağlı siroz olarak da tanınmaktadır. Bu da karaciğerin yaygın sertleşmesiyle birlikte olan süregelen yangısıdır.

Bilimsel literatüre ilk kez R. Laennec (1781–1826) adındaki bir Fransız hekimi sokmuştur. Bundan dolayı da bu hastalık için “Laennec sirozu” deyimi de kullanılmaktadır.

Atatürk, gerçekten alkole bağlı bir sirozdan mı ölmüştür? Yoksa bunu hainler suiistimal edip konuyu alkolden ele alarak Gazi Paşa’nın öldürülmesini manipüle mi etmişlerdir?

Bu konudaki en büyük eksiklik Gazi Paşanın otopsisinin yapılmamış olmasıdır.

Uzun yıllar müdavi hekim olarak görev yapan Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, “Atatürk’ün hastalığı rakıdan mı idi bunu kat-i olarak kestirmek mümkün değildir” diyordu.

Ortada bir çelişkinin olduğu aşikârdır. Gazi Paşanın öldürülmesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerine vurulacak olan bir pranganında başlangıcıdır. Prangayı vurmak için Gazi Paşa öldürülecekti. Ve Gazi Paşayı öldürdüler. Kimse tarih dersi vermesin!

Gazi Paşanın ölümü tümdünyada etki yaratmıştır. Büyük deha bir devlet adamı, bir komutan asrın dâhisini başka nasıl yok edeceklerdi?

Kaynak: Ogün DELİ 

Atatürk Öldürüldü (1) okumak için tıklayınız
 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.