AVRUPA BİRLİĞİ'NİN ÖTEKİ YÜZÜ: YAZI DİZİSİ- 5

Veysel BOĞATEPE

(AB’nin güvenlik, özgürlük ve yaptırım kararları, yeni Türkiye tasarımı)

Avrupa’nın bugün sahip olduğu bilgi, deney, sermaye birikimi, sosyal disiplin vb. gibi girişim unsurları homojen bir yapıya sahiptir ve kaybedilmesi mümkün görünmektedir. Dolayısıyla sanıldığının aksine AB yardım istenecek değil, yardım edilmesi gereken bir eğilime sahiptir. ABD ile bugün itibariyle 27 üye devletten oluşan AB’yi kıyasladığımızda bu gerçekler tüm çıplaklığıyla görülecektir. ABD, milli gelirden bilgi, iletişim ve teknolojiye % 8.6 pay ayırırken AB, % 6.1 oranında pay ayırabilmektedir. Ve yine ABD’de internete bağlı okul % 95, bilgisayara sahip olma % 52 iken AB’de bu oran % 45 ile % 25’tir. Yeni buluş, patent çıkartmaya ABD % 15, yeni şirket kurulumuna ise % 3 oranında pay ayırırken AB hiç pay ayırmamıştır. AB ülkelerinin toplam nüfus oranına göre işsizlik oranı % 9 iken ABD’de bu oran sadece % 4’tür. Buradan da anlaşılacağı üzere AB, her bakımdan ABD’nin gerisine düşmektedir.

AB’ye bir de bu gerçekler perspektifinden baktığımızda AB’ye girmekle zenginleşme gibi bir söylemin gerçekleri yansıtmadığı görülecektir. Zengin bir tarih ve kültür birikimi olan, pek çok dış politika seçeneği bulunan, tarımda, yer altı ve üstü kaynaklarında kendisine yeten Türkiye’ye AB’nin katkı sunacak hiçbir şeyinin olmadığı da ortadadır. Aksine üye olması durumunda Türkiye’ye karşı çifte standart uygulayan Avrupa’nın uygulama organı olan Avrupa Konseyi ile Komisyonunun kararları Türk hükümetinin kararlarının üstünde olacağı bir gerçektir. Başta ABD olmak üzere Avustralya, Kanada, Japonya vb. gibi birçok ülke AB üyesi olmadığı halde bağımsızlığını ve kutsal değerlerini feda etmeden hedeflerine ulaşmış ülkelerdir. Türk devriminin amacı da bağımsızlığından ödünler vermeden her çağda çağdaş olabilmektir. Bunun için de AB üyeliği şart değildir. Türkiye her yönüyle bu doğrultudaki amaç ve hedeflerine ulaşabilecek birikime ve güce sahiptir. Avrupa Birliği güvenlik, vicdan, din, düşünce gibi özgürlükler konusunda da kendisine tam bağımlı olmayı gerektirecek kararlar almış ve Türkiye’den bu kararlara koşulsuz saygı gösterilmesini istemiştir.

AB’nin güvenlik ve özgürlük politikası

Türkiye, henüz üye olmadığı halde Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin topluluk yardımlarından (AT) faydalanabilmesi için AT-Türkiye Ortaklık Konseyinin ilgili kararları çerçevesindeki yükümlülüklerine saygı göstermesini ve uymasını istemiş, aksi takdirde tek çerçeve yönetmeliğinin 4. Maddesi gereğince Konsey tarafından mali yardımların askıya alınacağını duyurarak tehdit ve yaptırımları gündeme getirmiştir. Avrupa Parlamentosunun Türkiye hakkında aldığı bu ve benzer kararlar ile yaptırımları okuduğunuzda Türk toplumun ne denli aşağılandığını, dilenci muamelesi yapıldığını göreceksiniz fakat bu gerçeklerin hiçbiri, siyasiler tarafından kamuoyuna açıklanmamıştır. Aldığı önemli kararlardan birisi de soykırım iddialarına ilişkindir.

AP, 1915 /17 olaylarının yaşandığı tehcir meselesine ilişkin 9 Aralık 1948’de BM kararındaki soykırım tanımını uygun görmüş ve bu tanımı kabul etmesi için Türkiye’ye çağrılarda, yaptırımlarda bulunmayı günümüze kadar sürdürmüştür. Ve yine 15 Kasım 2000’de aldığı bir kararla, Türkiye cumhuriyetinin kurulmasından önce yaşanan tehcir olayını soykırım olarak kamuoyunun önünde kabul etmesini talep etmiş, Türk toplumun önemli bir parçasını oluşturan Ermeni azınlığa destek vermesi çağrısında bulunarak açıkça Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımadığını ilan etmiştir. Bugün HDP’li Garop Paylan’ın soykırım iddiasını yeniden gündeme taşımasının, Osman Kavala davasına müdahale girişimlerinin arka planlarında da AB vardır.

Avrupa parlamentosunun güvenlik, düşünce, vicdan ve din gibi özgürlükler konusunda aldığı kararların şu iki önemli maddesi bile hedef ve amacını açıkça ortaya koymaktadır. Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikasının I-16 sayılı maddesinde “The Union’s competence in matters of common foreign and security policy shall cover all areas of foreign policy and allguestions relating to the Union’s security, including the progressive framing of a common defence policy that might lead to a common defence.” denilmektedir.

Türkçe anlamı da “AB’nin ortak dışişleri ve güvenlik politikaları konularındaki yetkisi, tüm dışişleri politika alanlarını ve AB’nin güvenliği ile ilgili tüm konuları kapsayacaktır. Buna ortak savunmayla sonuçlanabilecek ortak savunma politikalarının geliştirilmesi de dâhildir.” şeklindedir.

Yani, Türkiye’nin AB üyeliği gerçeklemesi durumunda Türk ordusu AB’nin buyruğu altına girmekle kalmayacak, tüm dışişleri de AB tarafından saptanıp düzenlenecektir. Madde II-70’de ise din, düşünce ve vicdan özgürlüğüne ilişkin iki önemli ayrıntılar vardır. Madde I-70’te “Everyone has th right to freedom of thought, conscience and religion. This right includes freedom to change religion and freedom, either alone or in community with others and in public or private, to manifest religion or belief in worship, teaching practice and observance.” denilmektedir.

Türkçesi; “Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğünü tek başına ya da toplulukta başkalarıyla birlikte ve toplum içinde veya özelde dinin ya da inancın gerektirdiği ibadet, öğretim, uygulama ve izleme özgürlüğünü kapsar.” şeklindedir.

Bu ilk madde de herkese din, vicdan ve düşünce konusunda sınırsız bir özgürlük tanınmaktadır. Oysa bu maddenin gerçekte diğer maddelerdeki amaç ve hedefi saptırmak için hazırlandığı ortadadır.

İşte o maddelerden birisi de II-70 sayılı maddedir. Söz konusu madde de vicdanı ret’e dikkat çekilerek “The right to conscientious abjection is recognisd, in accordance with the national laws govering the exercise of this right.” denilmektedir. Türkçe anlamı da “Vicdanı ret hakkı tanınır, bu hakkın uygulaması ulusal yasalara göre yapılır.” şeklindedir. Vicdanı rer, bireyin politik görüşleri, ahlaki değerleri veya dinsel inançları doğrultusunda zorunlu olan askerliği reddetmesi demektir. Ermeniler ile Kürtler, vicdanı reddi yani askere gitmemeyi gezi olayları ile açılım sürecinde özellikle de gençleri hedef alarak yoğun bir şekilde işlemişlerdi. Türk toplumunu askerlikten soğutma ve Türk ordusunu paralı askere dönüştürme amaçlı bu madde ne yazık ki hedefine ulaşmıştır. 

AB’nin yeni Türkiye tasarımı

Talimatları kiliselerden alan, anayasasında din ile devlet işlerini birbirinden ayıramayan AB’nin yasalarını uygulayan Türkiye’deki siyasiler, AB’ye girmekle ekonomik gücümüzün artacağına dair söylemlerde bulunarak kamuoyunu yanıltmaktadırlar. Çünkü Avrupa halkı da Türkleri AB’de görmek istememektedir. On AB üyesi ülkede yapılan anketin sonuçlarına göre Türkiye, en az istenen ülke konumundadır. Avrupalıların sadece % 30’u Türkleri AB’de görmek isterken aynı halk Norveç’i % 70, İsveç’i % 69, Malta’yı % 50, Kıbrıs’ı % 44 oranında benimsemektedir. Bu da bize Atatürk çizgisinden ve tam bağımsızlığımızdan ödün vermememiz gerektiği gerçeğini bir kez daha önümüze koymaktadır. Çünkü AB’nin istediği bağımsız, Atatürk çizgisinde yürüyen, laik, tarih, dil, coğrafya, kültür, sosyal değerleriyle övünen, gerek iç ve gerekse dış politikalarını bağımsız olarak belirleyebilen üniter devlet yapısıyla da İslam ülkelerinin çok üstünde olan Türkiye değil, kendisine ön koşulsuz ve her konuda bağımlı olabilecek bir Türkiye istemektedir. Bunun yolu, kılıfı da AB üyeliğidir. Emperyalizmin politikalarının hiçbir zaman değişmediğini, kendi çıkarları için II. Dünya savaşında, Yugoslavya’da, Irak’ta, Vietnam’da, Suriye’de neler yaptıklarını unutmamak gerekiyor. Ne yazık ki gelmiş, geçmiş iktidarların verdiği tavizler emperyalistleri öylesine şımartmış ki artık alenen Türkiye’ye Yugoslavya modelini önerebilmektedirler.

Türk milleti kurtuluş savaşını Avrupa emperyalizmine karşı vermiştir. Batının da yalnız uygun olan değerlerini ve teknolojisini almıştır. Bu bağlamda batılılaşmak ile AB üyeliği aynı değildir. Eğer amaç batılılaşmak ise yine AB’ye ihtiyaç yoktur. Çünkü Türk halkına Cumhuriyet ile birlikte verilen sosyal ve siyasal hakların bir bölümüne AB ülkesi vatandaşları bizden yıllar sonra ancak kavuşabilmiştir. Bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi AB ile paylaşmak veya teslim etmek batı mandacılığı atına girmek demektir. Devletin ve toplumun kuruluş harcına koyduğu millet egemenliği ve bunun vazgeçilmez doğal koşulu olan bağımsızlığın AB ile paylaşılması veya tümünden vazgeçilmesi, Türkiye’yi emperyalizmin eyaleti durumuna düşürecektir. İstiklal harbi ile cumhuriyetin temelini atan Atatürkçü düşünce sisteminin “vazgeçilemez, paylaşılamaz, zayıflamasına göz yumulamaz” ilkelerinden vazgeçmek, devletin ve toplumun kimliğini ve bağımsızlığını garanti altına alan ilkelerden vazgeçmek demektir. Sürekli talep ve istekleriyle Türkiye’yi iki seçenek arasında zorlayarak bağımlı hale getirmeye çalışan AB, kişiliksiz, horlanan, kültürel ve ekonomik erozyona uğratılmış, Hıristiyan değerlerini benimsemiş, bağısızlığını kaybetmiş bir Türkiye tasarımı planlamaktadır. Oysa bizler, Atatürk’ün kurduğu tam bağımsız, kayıtsız ve şartsız millet egemenliğine dayalı, ulusal Türk devletinin korunmasından yanayız. Çünkü Atatürk bizlere köle bir cumhuriyeti emanet etmedi. 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.