Bolivya dersleri: Nefretin yıktığı ülke

Özgür UYANIK

Yaklaşık on iki yıl önce Bolivya başkenti La Paz’a ilk gidişimdi. Bugün devrik devlet başkanı Evo Morales yeni anayasa kampanyasını yürütüyordu.

Kısa süre önce ABD büyükelçisini ve uyuşturucu dairesi adındaki istihbarat servisi DEA’yı ülkeden kovmuştu.

Yüksek tonda bir ABD karşıtı propaganda yapıyordu. Bir kafede oturmuş birkaç “solcu” ile konuşuyorduk.

Sürekli olarak Morales’i eleştiriyorlardı. Ona karşı anlayamadığım bir öfkeleri vardı. Ağzımdan “peki siz ne yapıyorsunuz?” sorusu çıkıverdi.

Onları küçümsemek gibi bir niyetim yoktu ama hiçbir sorumluluk almadan Morales’e saldırmaları mantıklı gelmiyordu. O an bakışlarında nefreti hissettim.

“Hiçbir şey yapmıyoruz” dedi birisi ve bir daha konuşmadık.

Morales, gaz ve suyun özelleştirilerek yabancı şirketlere satılmasına karşı patlayan iki büyük halk hareketi neticesinde 2006’da iktidara geldi.

Bolivya’nın beş asırlık tarihinde iktidara gelmiş ilk yerli kökenli başkandı.

Oysa Bolivya Latin Amerika’nın en yoğun ve saf yerli nüfusuna sahip ülkesiydi. Buna rağmen daima beyaz azınlık tarafından yönetilmişti. Bu elitist rejim bir zamanlar Güney Afrika’daki ırkçı modelin bir benzeriydi.

Daha da kötüsü 1945 sonrası Almanya’dan kaçan önemli Nazi destekçilerinin kontrolüne girmişti.

Ünlü Nazi kasabı Klaus Barbie bizzat istihbarat ve güvenlik teşkilatını kuran kişiydi.

Morales devrildiğinde Başkanlık Sarayı “Palacio Quemado”ya ilk giren kişi de bir Nazi oldu.

Fernando Camacho adlı “Santa Cruz Sivil Komitesi” adlı örgütün lideri başkanlık sarayında yere serdiği Bolivya ulusal bayrağı üzerine bir İncil koyup dua etti.

Camacho, Hırvat kökenli bir aileye mensup Branco Marinkovich ile de yakın ilişkiliydi.

Marinkovich ailesi Nazi işbirlikçisi olduğu için Bolivya’ya kaçmıştı.

Buradaki kaynaklarla zenginleşen aile Morales’in millileştirme politikası sebebiyle ayrıcalığını yitirmişti. Marincovich’in başında bulunduğu beyaz elit zengin gaz rezervlerinin olduğu Santa Cruz eyaletini Bolivya’dan koparmak için çabalamıştı. Morales’i öldürtmek için Hırvatistan’dan bir grup
suikastçi getirdiği ortaya çıkınca Brezilya’ya kaçmıştı.

Şili ve Ekvador’da neoliberalizmin yarattığı gelir adaletsizliğine, yoksulluğa, sosyal güvenceden yoksun
bırakılmaya karşı halk ayaklanmaları yaşanıyor. Halk, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetleri bile
edinemiyor bu ülkelerde. Şili’de ayaklanma yüksek ulaşım ücretlerinden patladı. Ancak Bolivya’da hiç böyle bir durum yok. Tam aksine sosyal devlet ve halkını zenginleştirmiş bir yönetim bulunuyordu.

Morales döneminde 74 milyar dolarlık kamulaştırma yapıldı. Sağlık ve eğitim ücretsiz hale getirildi.

Halkın elektrik, su ve yakıt ihtiyacını karşılamak için fiyatlar daima düşük tutuldu.

Bu politikalar neticesinde Bolivya son 13 yıldır hiç durmaksızın büyüyor. Kıtanın en yüksek Gayrı Safi büyüme oranına sahip olan Bolivya IMF verilerine göre 2010 yılından bu yana %127 büyümüş. Bolivya,
Amerika kıtasında(ABD dahil) en az işsizlik oranına sahip üçüncü ülke durumunda.

Morales yönetiminde hem yoksulluk hem gelir eşitsizliği %25 düştü. Amerika kıtasında %1,7 ile enflasyonun en düşük olduğu üçüncü ülke yine Bolivya. Morales yönetimi tüm Bolivya tarihi boyunca en istikrarlı ve
ekonomik olarak hem de halk lehine en iyi olduğu dönemdi.

20 Ekimde seçimler gerçekleşti ve Morales zaferini ilan etti. O geceden itibaren Amerikancı gruplar ülkeyi yakıp yıktı. Komplo o kadar iyi organize edilmişti ki Başkent dahil üç büyük kentte polis teşkilatı muhalefetin tarafına geçti. İktidar partisinin üyelerinin, milletvekillerinin aileleri kaçırıldı, evleri yakıldı.

Aileleri rehin alınan valiler, belediye başkanları istifalarını vermek zorunda kaldılar.

Devlet başkanının ve kardeşlerinin evleri yakıldı. Başkan yardımcısı Alvaro Garcia Linera’nın ailesi canını zor kurtardı. On binlerce kitaplık kütüphanesini yaktılar. Ordu, olan biteni izledi.

İktidar partisi savunmasız kaldı ve uğradığı şiddet karşısında çözüldü. Başkan Evo Morales yeniden seçime gitme çağrısı yaptıktan 12 saat sonra ordu istifasını isteyen bir muhtıra verdi. Onun seçime girmesini dahi
istemiyorlardı. Çünkü son 13 yıldır Morales girdiği tüm seçimleri açık ara farkla kazanıyordu.

Bütün bu olgular bize bir ülkenin istikrarsızlaştırılması için ekonomik sorunlara gerek kalmadığını gösteriyor. Bana göre Bolivya’daki bu akıl dışı siyasi durumun en önemli sebebi nefrettir. Olayları takip ederken on iki yıl önce o masada otururken gördüğüm şeyin de bu olduğunu fark ettim.

Bolivya toplumu tarihinden gelen arızalar sebebiyle derin biçimde birbirinden nefret eden bir toplum. Bu nefret yüzünden bir yerli ve köylü olan Morales’in iktidara çıkmasını hiçbir zaman kabullenmediler.

Zaten Morales’e karşı isyanın sebebi bile bu nefreti ortaya koyuyor. Muhalefetin söylediği tek şey “Morales ömür boyu başkan olmak istiyor”du. Neymiş, bu demokrasiye aykırıymış.

Bunu tarihinin hiçbir aşamasında Morales dönemindeki kadar demokratik haklara sahip olmayan bir toplumda söylüyorlar. Almanya’da Merkel 14 yıldır iktidarda. Kimsenin aklına onu devirmek gelmiyor.

Ama Morales’in 13 yıldır iktidarda olması anti demokratik oluyor.

Morales gitti ve belki de beş asır daha Bolivya yerli bir başkan göremeyecek.

Sonuç olarak emperyalizm kazandı.

Che’yi öldürenler yeniden iktidara geldi. Bolivya, nefretle yaşayan bir toplumun asla özgür ve mutlu olamayacağını acı biçimde kanıtladı.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.