Korku filmleri ile türleri hakkında dünya genelinde bir değerlendirme yaparken özelikle de Türk sinemasının bu tür filmlerde işlediği konular ile öğelere eleştirel ama objektif bir bakış açısıyla yaklaşacağım.
Burada altını çizerek hatırlatmam gereken noktalardan birisi de gerek sinema gerek tiyatro konusunda kapsamlı bir eleştiriyi ne dergilerde ne de gazetelerde görmek mümkün değil.
Tanıtım veya eleştirilerin tamamı genellikle konu, hikâye ve oyuncunun performansıyla sınırlıdır. Oysa başlangıçtan finaline kadar bir filmin ana fikri zaten hem fragman hem de snopsis ile birlikte özetlenerek seyirci ile paylaşılıyor.
Kısmen de olsa sahne ile dekora da değinilen yüzeysel yazılar göze çarpıyor olsa da sinema yine de yeterli değildir.
Çünkü 7. Sanat olarak kabul gören sinema bazen konularını edebiyattan almış olsa bile sadece hikâye ile karakterler üzerinden değerlendirilecek bir sanat dalı değil, teknik özellikleriyle başlı başına prodüksiyondur.
Dolayısıyla karakter analizinden başlayan ve kostüm, dekor, sekans, sahne, açı, nesne veya objelerin devamlılığı, fon, ışık, renk, filtre, kurgu ve hatta kullanılan kamera türleri ile özelliklerine değin uzanan bir dizi temel konuları kapsayacak şekilde değerlendirilmelidir.
Bu özelliklere değinilmeyen yazılar bir film için kapsamlı bir değerlendirme olmadığı gibi eksik veya yetersiz olacaktır.
Önemli gördüğüm bu eksikliği kısaca hatırlatma gereği duydum ancak bu yazı, tek film değerlendirmesi olmadığı için teknik konulara değinmeden asıl konumuza döneceğim.
Korku filmlerinin temel amacı; ev, sinema salonu vb. gibi güvenli ortamda seyircide korku, gerilim, endişe ve hatta dehşet gibi duyguları uyandırmak olsa da bu amacın altında daha katmanlı olduğu kadar karmaşık motivasyonlar da yatar.
Bunlar da genellikle duygusal deşarj, katarsis yani arınma, heyecan, adrenalin, insan doğasının karanlık yönü gibi bilinmeyen tabuları zorlama olarak sıralayabiliriz.
Türleri ile konusu ne olursa olsun korku filmleri, insanın kendi korkularıyla yüzleşmesi veya toplumun kabul görmüş normlarının dışına çıkması konusunda ortak payda oluştururlar. Her ne kadar toplumsal mesajlar vermek, siyasi eleştiriler yöneltmek gibi amaçlara yönelen Türk korku filmleri olsa da toplumsal sorunları işlemekten öte korku ile karışık absürd komedinin dışına çıkamamışlardır.
Sonuç olarak türüne bakılmaksızın korku filmleri sadece anlık bir irkilme, heyecan yaratmanın ötesinde insan psikolojisinin ve bilinçaltının derinliklerine inen güçlü ve etkili bir sinema türüdür.
KORKU FİLMLERİNİN ÇIKIŞI VE TIBBİ DENEYLER
Dünyada ilk korku filmi olarak kabul edilen “Le Manoir du Diable- Şeytanın Evi / Perili Köşk” filmi George Mellies tarafından 1896’da çekilmiştir.
Üç dakikalık sessiz ve siyah-beyaz çekilen film, yarasa şekline bürünen şeytanın bir kaleye girme çabası ile yaptığı büyülerle hayaletleri, iskeletleri ve cadıları nasıl kontrol ettiğini konu alır.
Özel efektlerin kullanıldığı, görsel illüzyonların yaratıldığı ve konunun üç dakika gibi oldukça kısa bir sürede anlatıldığı film, dönemin koşullarında çığır açan bir deneyim oluştururken Mellies’i de korku filmlerini başlatan kişi olarak sinema tarihinin başına not etmiştir.
Bu filmden itibaren 1900’lerin başlarında korku filmleri, sinemada kendi kategorisini oluşturacak şekilde yaygınlaşmaya başlamıştır.
İskoçyalı yazar Robert Luis Stevenson’un gördüğü bir kâbus üzerine 1886’da yazdığı “Strange Case of Dr. Jekyll and Mr. Hyde” adında ki gotik uzun hikâye, 1908’de sinema filmine uyarlanmıştır.
Sinema da edebiyat uyarlaması, İngiliz yazar Mary Shelley’in 1818’de yayınlanan “Frankestein ya da Modern Prometheus” adında ki romanının 1920’de filme alınmasıyla devam etmiştir.
Bu filmin en önemli özelliği de olağanüstü yaratıkların “Frankestein” gibi yeni isimlerle beyaz perdeye taşınması ve günümüze kadar popüler özelliliğini korumasıdır.
Günümüze kadar popüler özelliğini kaybetmeden gelebilen diğer korku filmi karakteri de İrlandalı yazar ve tiyatro yönetmeni Bram Stoker’in 1897’de yayınlanan “Nosferatu” romanında ki “Dracula” karakteridir. 1922’de sinemaya uyarlanan ilk alman sessiz korku filmi özelliğini taşıyan bu film aynı zamanda sinemada vampir figürlerinin işlenmesine öncülük etmiştir.
Senaryosunu Hans Janowitz ile Carl Mayer’in birlikte yazdığı, yönetmenliğini Robert Wiene’nin yaptığı 1920 yapımı “Das Cabinet des Dr. Caligari- Dr. Caligari’nin Muayenehanesi” adlı film, senaryo üzerinden çekilen ilk Alman sessiz filmidir.
Konuları genellikle doğaüstü varlıklardan oluşan korku filmlerinin anlatım biçimleri farklılıklar gösterse de dünya genelinde bu kategorisinde George Mellies’in üç dakikalık sessiz filmi “Le Manoir du Diable” türün başlangıcı olarak geniş çapta kabul görmektedir.
İNSANLAR ÜZERİNDE Kİ TIBBİ DENEYLER VE NAZİ DÖNEMİ
Şeytan, iblis, peri, hayalet gibi doğaüstü unsurların merkezde tutulduğu korku filmlerine edebiyatın dâhil olmasıyla birlikte ana karakterlere Dracula, Frankestein gibi güneşten ya da ışıktan etkilenen, insan kanıyla beslenen vb. vampir figürleri eklenmiştir.
Bu figürler halen kullanılıyor olsa da İlaç endüstrisinin dünya kamuoyunda sorgulanıp eleştiriye tutulduğu Covid-19 salgını sonrasında korku filmlerinde yeni karakterler ortaya çıkmıştır.
Bu karakterler genellikle isimlendirilmemiş, ilaç şirketlerin üzerinde deneyler yaptığı kişilerin değişimlerini, dönüşümlerini anlatan tıp kaynaklı filmlerdir. İnsanların denek olarak kullanılması yeni olmasa da arka planı bilinmiyordu. Özellikle de 2. Dünya savaşında Nazi Almanya’sı ile Japonya’nın insanlar üzerinde korkunç deneyler yaptığı savaş sonrasında ortaya çıkmıştı.
Japonlar 1931’de işgal ettiği Mançurya’da kurdukları “Birim 731” adlı laboratuar da mikrobiyolojik silah geliştirmek amacıyla mahkûmlar üzerinde korkunç deneyler yaptılar.
Zehirli hayvanların mahkûm odalarına atılarak hangi hastalıklarını ortaya çıkartacağından, basınç odalarına hapsetme, kol ve bacak kesildikten sonra canlı kalabilme süresini belirleme, insanlar üzerine bomba atılarak bombanın etkisini ölçmek gibi insanlık dışı korkunç deneyler yaptılar.
Japonya’nın tesliminden sonra bu gerçekler açığa çıkmış ve ”Birim 731”in korkunç işkence yöntemleri aynı isimle 1988’de beyaz perdeye aktarılmıştı. İnsanlar üzerinde deneylerin yapıldığı bir diğer örnek ise kuşkusuz Nazi dönemidir. Kan pıhtılaştırma, hipotermi, kimyasal silah, titus aşısı, sıtma gibi tıbbi deneyleri insanlar üzerinde denemişlerdir. Bu gerçeklerin açığa çıkmasıyla birlikte birçok belgesel türde filmler çekilmekle beraber korku filmlerinin ana fikri ile yeni karakterlerinin, figürlerin yaratılmasında da önemli rol oynamıştır.
Günümüzde artık ilaç endüstrisinin karanlık arka yüzünü işleyen, insanlar üzerinde korkunç tıbbi deneylerin yapıldığı kurgu filmlerin tür ve kategorisi bir hayli genişlemiş durumdadır.
Deney sonucu dönüşen film karakteri genel de vampir olarak adlandırılsa da korkunç yaratıklara dönüşen isimsiz yaratıklardır. Bu filmlerin asıl vermek istedikleri toplumsal mesaj ise ilaç endüstrisinin karanlık arka planını açığa çıkartmak, toplumu bilgilendirmek ve ilaç endüstrisinin artık sorgulanabilir duruma geldiğini, dolayısıyla da güvenilirliği konusunda ciddi endişelerin olduğu gerçeğini toplumla paylaşmaktır.