Korku filmleri ve türlerine ilişkin dizi yazımızın üçüncü ve son bölümünde Türk korku filmlerine örnekler vererek değişim ve dönüşümünü derinliğine izleyeceğiz.
İlk Türk korku film Çığlık’da dâhil olmak üzere 2000 öncesinde korku öğeleri genellikle cinayet, hortlak, şeytan, gulyabani vb. gibi figürler üzerinden işleniyordu.
Türk masal ve hikâyelerinde olmayan Zombi figürü 1977 yapımı erotik temalı “Kuşku” filminde ilk defa ortaya çıkarken vampir figürü ise 1993 yapımı “Karanlık Sular” adlı filmde hikâyeye dâhil olmuştur.
Enformasyon ağlarının hızla geliştiği 2000’li yılların başlarında özellikle de 2004’ten sonra da cinayet, hayalet, sanrı, işkence gibi öğelerin yerini cin, şeytan gibi doğaüstü varlıklar alarak dinsel temalı konular işlenmeye başlandı.
Kısmen komedi soslu korku filmleri çekilmiş olsa da özellikle de 2004’ten’ten sonra ki filmlerin neredeyse tamamının cin ile şeytan figürleri üzerinden ve dinsel temalı olması, Türkiye’de ki siyasi otorite ile doğrudan ilişkilidir.
Çünkü salon ve bütçe bulma kaygısıyla toplumu din ve korku üzerinden baskılayan iktidara yaranmak zorundaydılar.
Türk Korku sineması cin, peri, şeytan, cadı, gibi dinsel simgeler ya da varlıklar üzerinden büyü, kıyamet, cennet, cehennem gibi temaların etrafında dolanarak günümüze kadar geldiler.
Örneğin; Cin Padişahı, El- Cin, Cin Tuzağı, Cin Kapanı, Cin Kuyusu, Cin Çarpması, Cinnet, Cin Tarikatı, Kabri Cin Mühür, Cinnia, Cinni Uyanış, Cin İstilası, Cin Âlemi, Cin Musallatı, Kabr-i Cin Mühür, Cin Çeşmesi, Cin Tepesi, Ecinni, Cin Tohumu gibi filmler isim, konu olarak birbirini tekrar eden vasat filmlerdir. Başarıyı gişenin belirlediği günümüzde yenidünya düzeninde gişe başarısı gösteremeyen benzer filmlerin çekiliyor olması düşündürücü olmakla beraber belli başlı çevrelerin sinemada tekelleştiğine, işin ahbap-çavuş ilişkisiyle kotarıldığına anlamlı örnek oluşturmaktadır.
DİNİ SÖYLEMLERİN FİLMLER ÜZERİNDE Kİ ETKİSİ
Dinsel söylemlerin toplum üzerinde ki etkisini, dönüşümünü ve inanç olarak kutuplaşmasını 2016’dan sonra çekilen Üç Harfliler, Cehennem, Araf, Musallat, Küçük Kıyamet, Muska, Münafık, Görünmeyenler, Dabbe, Deccal, Ezan, Melun, İfrit, Azap, Ceberrut, Büyü, İllet, Kâbus, Mezarlık, Kabir Azabı vb. filmlerde görmek mümkündür.
Tek karakterli cin ile konusunu Kuran-ı Kerim’in ayet veya surelerinde geçen hikâyelere dayandıran bu ve benzer filmlerin neredeyse tamamında cin figürü ana karakter olarak kullanılmıştır.
Filmlerinde cin figürünü en çok kullanan yönetmenin ise Hasan Karacadağ olduğunu, Türk masal ve öykülerinde yeri olmayan yaratık temalı “Semum” adında bir film de çektiğini not olarak düşelim.
Avrupa ile Asya sinemaları, yenidünya düzeninde toplumu kuşatan korkunun kaynaklarını kadrajına alarak toplumsal mesajlar verirken, Türk korku filmlerinin tamamı ise cin, peri, şeytan gibi doğaüstü simgeler üzerinden dinsel hikâyeler, hurafeler anlatarak toplumu uyutma görevini üstlendiler.
İlaç endüstrisinin insanları denek olarak kullandığını anlatan Avrupa taklidi Türk yapımı “Htr-2b: Dönüşüm” gibi niteliksiz, niceliksiz birkaç film denenmiş olsa da devamı getirilememiştir.
İnsanlar üzerinde deneylerin yapıldığını, yasa dışı klinikten kaçan kobayları konu alan filmin adına “Htr-2B” formülü eklenerek insanı başka bir yaratığa dönüştürdüğü veya dönüştürebileceği mesajını veren film seyirciyi manipüle ettiği gibi hem bilime aykırı hem de gerçekdışıdır.
Çünkü söz konusu formül olarak kullanılan Serotonin reseptörünün simgesi olan 2B, insanlarda ki HTR geni tarafından kodlanan proteinden başka bir şey değildir.
Yan etkileri ise ilaca bağlı olarak kalp kapak hastalıkları ile migrene neden olduğu klinik deneylerle ortaya konulmuştur.
Dolayısıyla bu formülün insanı dönüştüreceğini varsaymak akıl dışı olduğu kadar paranoyanın sınırlarını zorlayan bir tutumdur. Gerçeklikten uzak, kendisini kuşatan korku duvarlarının üzerine bir tuğla daha eklemekten öte herhangi bir sanatsal değer bulmayan filmlere seyirci, notunu gişede elbette ki veriyor ancak günümüz ekonomik koşullarında düşük bütçeli prodüksiyon yapmak bile imkânsız hale gelmişken aynı konuların etrafında dönen bu tür filmlerin başta güç erki olmak üzere toplumu uyutmak, uyuşturmak için belli çevrelerce finanse edildiğini hatırlamada yarar vardır.
SİYASETİN ÇEMBERİNDE BİLİM İLE HURAFELER YARIŞTIRILIYOR
Türk sineması korku filmlerinin son on yılına baktığımızda aynı karakter ve konulu filmlere bu defa medyumlar ile üfürükçüler de dâhil edilerek bilim ile hurafelerin yarıştırıldığı görülecektir.
Bilimi, sanatı kısacası insanı özgürleştiren değerlerin üstüne din örtüsü atılarak ilkelliğin sistematik bir şekilde kutsandığını biliyoruz ancak sinema diliyle bilimi değersizleştirmek, önemsizleştirmek için karşısına medyumların, üfürükçülerin konulduğunu ilk defa görüyoruz.
Bilimin, sanatın bünyelerinde nasıl bir paranoya yarattığına örnek olarak 2018 yapımı “Kâbus” filmini örnek gösterebilirim. Yönetmenliğini Tuncer Gürbüz’ün yaptığı, semi celebrity oyuncuların rol paylaştığı bu film de diğerleri gibi sırtını Felâk Suresinin 4’ncü ayetine yaslıyor.
Filmin kısa özeti ise şöyle; Üvey babası Şehmuz’un tacizine maruz kalan Özge’nin annesi Neriman, Şehmuz’u öldürür ve hapse girer. Anne Neriman’ın hapishanede cinnet geçirip intihar etmesinden sonra da Özge psikolojik sorunlar yaşamaya başlar. Ev arkadaşının önerisiyle terapist Gülçin ile tanışır ve terapist, Özge’ye kara büyü yapıldığını söyleyerek onu tanıdığı medyum Doğan’a yönlendirir.
Tıp eğitimi görmüş terapist Gülçin’in hastasına büyü yapıldığı teşhisini koyması ve nihayetinde bir medyuma yönlendirmesi gülünç olsa da filmin amacına uygundur. Çünkü beslendikleri din sermayesini sınırsızca kullanabilmeleri için tutarsız da olsa bilimsel gerçekliği inkâr edecek söylem yaratmak zorundadırlar.
Bir medyumun günlüğü sloganı ile servis edilen “Kâbus”un ana fikrinin büyü, esas oğlanın ise cinlerden yardım alan medyum olması, bilimin arka plana itilerek önemsizleştirilmesi üzerine kurgulanmıştır.
Medyum Doğan’ın (Gerçek adı Miraç Kaya’dır.) her hastalığa çare olarak gösterilmesi ise tesadüf değil amaç ve hedefe uygundur. Kişisel sitesinde filmi paylaşan Miraç Kaya’nın, filmin ana fikri olan büyünün belirtilerini el yıkama, uyku bozukluğu, uzağı göremememe, mide gastriti şeklinde sıralarken giden sevgiliyi dahi geri getirmek gibi birçok tutarsız, akıl dışı iddialar da bulunması, amaç ve hedeflerini destekleyen diğer somut göstergelerdir.
Miraç Kaya’nın reklam ajansı gibi çalışan Tuncer Gürbüz daha önce de “Cin Çeşmesi” adlı filmde yine aynı medyumun sanrılarını perdeye taşımıştı. Kapitalist düzende müşteri potansiyeli yaratmak, portföy oluşturmak, reklam yapmak için din kuşkusuz korku filmleri için en iyi sermayedir.
Yazı içeriğinde belirttiğim üzere bu tür filmler salonda seyirci bulamıyor olsa da gişede hüsrana uğrasa da önemi yoktur. Çünkü filme harcanan para yapımcı, yönetmen sıfatını kazandırmakla kalmayacak reklam ağı oluşturacak, müşteri kitlesini genişletecek, tanınmalarında hatta şöhretin yolunun açılmasında önemli rol oynayarak geri dönecektir.
Hepimizin de hatırlayacağı üzere şöhret budalalığının her nevi ahlâk sınırlarını zorladığı 90’lı yılların gündem belirleyicilerinden birisi de kurgusal magazin programlarıydı. Arkasına kamera takıp her anın teşhir edildiği, kültürel yozlaşmanın, kimsizlikleşmenin yoğun yaşandığı bu yıllarda medyumlar bu tür programların vazgeçilmez figüranlarıydı.
Dönemin magazin programlarında boy gösteren Medyum Memiş ile Medyum Keto’nun kurgusal kavgası, magazin programları tarafından posası çıkartılana kadar kullanılmış sonra da magazinin çöplüğüne atılmıştı.
Bunlardan doğan boşluğu Miraç Kaya gibi yeni kuşaklar doldurabilir mi bilinmez ama bilinen somut bir gerçek var ki o da meslek haline gelen medyumluğun uyutma, uyuşturma görevini prodüksiyon olarak gerçekleştirdiğidir.