Erdoğan niye yenilmiyor?

Özgür UYANIK

Önceki gün Arjantin’de Genel Grev gerçekleşti. Şimdi bunun konumuzla ne ilgisi var diyeceksiniz. Şöyle ki, Arjantin içinde bulunduğu ekonomik kriz açısından Türkiye ile karşılaştırılan tek ülke. Ve bu ülkede yeni başkan göreve geldiği on altı ay içinde 100 milyar dolara yakın dış borç aldı. Yetmedi şimdi de üstüne IMF ile 50 milyar dolarlık bir kurtarma paketi anlaşması yaptı. Bu arada 200 bin kişi işinden oldu ve binlerce şirket kapandı. Onbinlercesi emekliliğini kaybetti. Sağlık ve eğitimde olağanüstü kısıntılara gidildi. Buna rağmen yapılan ara seçimlerden iktidar zaferle çıktı. Ancak hükümet IMF ile anlaştıktan sonra ülkede bir Genel Grev örgütlenebildi.

 

Arjantin’de devlet başkanlarının görevde kalma süresiyle aynı dönemde gerçekleşen Genel Grev sayısı arasında çok yakın bir ilişki vardır. Örneğin son beş başkandan 1999’da iktidara gelen De La Rua’nın iki yıllık görev süresince tam dokuz Genel Grev yapılmıştır. Yani iki yılda ülke çapında  ulaşım, eğitim, sağlık dahil dokuz kere hayat tamamen durmuştur. Sonunda başkan De La Rua, halk ayaklanmasıyla başkanlık konutunun çatısından helikopterle kaçarak canını kurtarmıştır.

 

2004-2016 arasında iktidara kalan karı-koca Kirchner’ler döneminde ise hiç genel grev gerçekleşmemiştir. Bu dönemde iktidar, kaynaklarının yarısını sosyal politikalara harcadığından krize yönelik tepkiler yumuşatılabilmiştir.

 

Elbette ülkemizde Genel Grev alışıldık bir şey değildir. Fakat bir de şöyle düşünelim; Erdoğan ülkemize bir çok alışılmadık şeyi gayet iyi kabul ettirirken muhalefet neden hep aynı ezberi tekrar ediyor? Ya da açık ifadesiyle muhalefet neden habire “Cumhuriyet Mitingi” yaparak Erdoğan’ı yıkabileceğini düşünüyor? Bir tek Genel Grev yapmadan Cumhuriyet tarihinin en popülist hükümetini devirebileceğini sanıyor?

 

Eğer ikna olmadıysanız daha somut ve yakın tecrübeden bahsedelim.

 

Son yazılarımda Millet İttifakı’nın muhtevası ve muğlaklığı üzerinde durmuştum. Bu ittifakın tek gücünü tek bir adaya yöneltebilecek netliğe ve ikna gücüne sahip olmadığını ifade etmiştim. Seçim sonucu bunları doğruladı. Sürpriz aday ve ittifakların sonuç getirmeyeceğini, siyasette icat olmayacağını yazmıştım. Bu da yeniden tecrübe edildi. CHP’nin Akşener’in partisini kurtararak kendi yararına bir iş yapmadığını, bunun demokrasiyle falan alakasının olmadığını söylemiştim. CHP seçmenini HDP barajı aşamazsa “tek adam diktatörlüğü” olur savının peşine takmalarının hata olduğuna işaret etmiştim. Akşener’in partisi ve HDP, AKP seçmenini ikna etmeye çalışmaktansa, CHP’den oy koparma kolaylığına kaçtılar. Sonuç ortada AKP hemen tüm hedeflerine ulaştı. Kaybeden yine CHP oldu. Yalnızca CHP mi? Örneğin CHP listelerinden giren Saadet Partililer yarın parlamentoya laikliğe karşı bir yasa geldiğinde AKP’yi desteklemeyecek mi? Akşener’in partisi AKP’den daha az mı muhafazakar tavır alacak?

 

Erdoğan bugün bulunduğu yere tesadüfen gelmedi, yukarıdan zembille de inmedi. Neredeyse kırk yıldır mahallesinden itibaren örgütlenerek geldi. Her adımda kendini ittifaklarla güçlendirerek bir sonraki aşamaya sıçradı. Şu rejim değişikliğini bile 16 yıl iktidarda kaldıktan ve daha önemlisi son iki yıllık fiili başkanlıktan sonra gerçekleştirdi. Erdoğan yeni rejimi açık biçimde halka anlatarak ve onaylatarak ilerledi. Muhalefet ise seçimler ilan edilene dek halka bu konuda tutarlı hiç bir plan sunmadı. İnce’nin daha iyi bir parlamenter demokrasi söylemi bu yüzden havada kaldı.

 

Nasıl olur da Muharrem İnce’nin daha girdiği ilk seçimde Erdoğan’ı yenebileceğini düşünürsünüz? (Bunları seçimden önce yazdığım için gönül rahatlığıyla burada tekrar ediyorum)

 

Okumanızı tavsiye ederim: Geçen yıl 18 Ekim’de bu köşede “Maduro’nın zaferi Erdoğan’ın müjdesi mi?” başlıklı bir yazım yayınlandı. Orada Venezuela ile Türkiye’deki saflaşmanın benzerliğini anlatmış, muhalefetin başarısızlığının temelinde gayrı milli konuma düşmelerinin bulunduğunu göstermiştim. Halkın kaos yerine her türden kötü yönetimi tercih edeceğini söylemiştim. Fakat en önemlisi, iktidar olanaklarına bağımsız biçimde hükmeden bir yönetimin, halkına her koşulda ekmek verebileceğini, Venezuela örneği üzerinden, kanıtlamıştım. 24 Haziran sonuçları da gösterdi ki krizden medet ummak muhalefeti siyasetsiz bırakır.

 

Şöyle düşünün; eğer Erdoğan’nın ilk turda alamama ihtimali olsa, Aydın Doğan seçimden iki ay önce imparatorluğunu bırakıp kaçar mıydı? Kılıçdaroğlu, İnce’yi aday yapar mıydı?

 

Erdoğan’ın başlattığı, Cumhuriyet tarihinin en güçlü teşvik politikası üzerine sanayicinin ve işçinin ne düşündüğünü hiç merak ettiniz mi? Bu politikayı CHP ya da başka bir partinin sürdürebileceğine dair üretici kesimleri ikna etmeye çalıştınız mı? Popülist vaadlerinizin, AKP gibi bir yönetim varken, halka gerçekçi gelmediğini hiç farketmediniz mi?

 

Eğer ülkenin içinde bulunduğu koşullarda kaybetmek kaçınılmazdı diye düşünüyorsanız buna göre davranmanız gerekirdi. Mevzilerinizi sağlamlaştırıp beklemeyi bilmeliydiniz. Yine kaybederdiniz fakat hiç olmazsa bozguna uğramazdınız.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.