Hasso ile Hüsso'nun anayasa salvoları

Veysel BOĞATEPE

Herhangi bir kurum veya topluluk tarafından ve yine herhangi bir durumu kamuoyuna açıklamak, bildirmek olan bildiriden darbe teşebbüsü anlamı çıkartmak bizim siyasilere özgü özel bir yetenek olsa gerek. Emekli 104 amiralin yayınladığı bildirinin içine darbe teşebbüsünü boca etmekte de pek hünerliydiler fakat ne ana muhalefet ne de yavru muhalefetten hiçbiri AKP’nin, bildiriyi darbe teşebbüsü olarak okuduğunun nedenlerini analiz etmedi, edemedi. Konuya ilişkin en düzeysiz çıkışı yapan da İyi Parti başkanı Meral Akşener oldu. Amirallere “zevzek” demesi anlamlı olduğu kadar sonradan zevzekliliğin “gevezelik” olduğunu izah etmesi ise tam anlamıyla durum komedisiydi. Oysa durmadan konuşan, çenesi düşükler için kullanılan zevzekliği/ gevezeliği yapan da her gün kürsü başlarında konuşan amiraller değil bizzat kendisidir. Emekli amirallerin kaygısını anlamak, analiz etmek yerine böylesine yüksek perdeden düzeysiz bir üslupla saldırması elbette ki sebepsiz değildir çünkü siyaset coğrafyasına dinci, şeriatçı tayfa ile adım atmıştır ve halen de laik makyajı altında bu zihniyetini perdelemeye çalışmaktadır.

   Erbakan hükümetinin kamyona çarptığı, devlet, mafya, polis ilişkilerinin ortaya çıktığı Susurluk skandalından sonra Erbakan hükümetinde içişleri bakanı olarak görev alan Akşener’in döneminde cübbeli ve asalı Aczmendiler, Şükrü Karatepe’ler gibi karanlık zihniyetlerin yanı sıra düzenlenen Kudüs gecesinde şeriat çağrıları yapılarak doğrudan Türkiye cumhuriyeti ve rejim tehdit edilmişti. Başbakanlık konutunda tarikatlara, şeyhlere verilen iftar yemeği gibi Türkiye’yi 28 Şubat sürecine götüren irticai faaliyetler, Mehmet Ağar’dan sonra Akşener zamanında da devam etmiş ve nihayetinde o süreç yaşanmıştı. Dinci, tarikatçı tayfa ile aynı rotadaki Akşener, Politik Araştırmalar Merkezi’nde AKP’nin kuruluş çalışmalarında yer almış, oğlu ise partiye isim bulmak için çalışmış, destek vermişlerdi. Böyle bir sicile sahip Akşener’in tıpkı AKP gibi bildiriyi darbe teşebbüsü olarak okumasında şaşılacak bir durum yoktur. O dönemde kamyona çarpan mafya bugün medyadan, ekranlardan toplumu alenen tehdit edecek kadar özgüven kazanmışlardır. Mafyanın yanı sıra Fatih Tezcan gibi a-sosyal medya şarlatanları, Sevda Noyan gibi ilkel / despot kafalar da mafya jargonuyla tehditler savurup, ölüm listeleri hazırladıklarını itiraf ediyorlar ama Akşener bunları değil, amirallerin bildirisini tehdit olarak görüyor. 

15 Temmuz mağduriyet mi yoksa sopa mı?

   Fethullahçı çetenin devlet kurumlarında kadrolaşıp palazlanmalarına fırsat veren AKP, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden iyi bir mağduriyet rolü çıkartmakla kalmadı, karşıtlarını sindirmek için de sağlam bir sopaya sahip oldu. Eleştiren, biat etmeyen veya alaşağı etmek istedikleri herkesi Fetö ile ilişkilendirerek darbe paranoyası yaratıp, mağdur rolüne büründüler. Emekli amirallerin bildirisinde de aynı klişe taktiğe başvurarak darbe teşebbüsü şeklinde işleyerek toplumsal hafıza oluşturmaya çalıştılar. Muhalefetin TBMM’ye verdiği “darbeyi araştırma komisyonu” kurulması önerilerini her defasında reddetmelerinin başlıca nedeni de budur. Farklı bir ifadeyle, darbenin siyasi ayağının araştırılmasıyla tüm gerçekler ortaya çıkacağı için muhalifleri sindirmek için kullandıkları 15 Temmuz sopası da ellerinden alınmış olacaktı. Anayasa değişikliğinin tartışmaya açıldığı şu dönemde mağduriyet rolüne daha çok ihtiyaçları olduğu için amirallerin bildirisini yine aynı taktiksel manevralarla darbe teşebbüsüymüş gibi okumaları şaşılacak bir durum değildir. 

   AKP bir yandan anayasa değişikliği için kamuoyu oluşturmaya çalışırken diğer yandan da CHP ile HDP’nin de anayasa değişikliği hazırlığı üzerinde çalıştıklarını ama bunu kamuoyundan gizledikleri iddiasını ortaya atarak kamuoyu önünde muhalefetin direncini kırmayı amaçlamaktadır. İddia diyorum çünkü teyit edilmemiş her bilgi iddiadan ve teoriden ibarettir. CHP ile HDP’nin bu yönde bir çalışmasının varlığından henüz haberdar değiliz ancak anayasa değişikliği konusunda hem MHP hem de İYİ Parti AKP’ye destek vereceğini dolaylı da ortaya koymuştur. Beş ay önce Türkiye’yi bölünmeye götürecek bir anayasanın varlığının kâbus dolu bir hayal olduğunu söyleyen Bahçeli, beş ay sonra kâbus diye nitelediği anayasa değişikliği için referanduma işaret ederken İYİ parti genel başkan yardımcısı Mehmet Tolga Akalın’da Cumhur ittifakının hazırladığı anayasa metinlerinin oylanacağı bir referandumun yapılmasını teklif ederek taraflarını belirlemişlerdir. Zaten anayasaya değişikliği referanduma götürüleceği için her iki parti de AKP’ye verecekleri desteği doğrudan beyan etmek yerine böylesine klişe, sıradan taktiğe başvurarak kendi tabanlarından veya seçmenlerinden gelebilecek tepkileri bu şekilde kırmayı düşünüyorlar. 

Sorun, anayasa mı yoksa siyasiler mi? 

   Has Parti genel başkanıyken Erdoğan’ı İsrail’in oyuncağı olmakla, AKP’lileri de sinsilikle suçlayan Numan Kurtulmuş’un, Demokrat parti başkanıyken Erdoğan’ı İsrail’e boyun eğmekle, emir eri olmakla suçlayan Süleyman Soylu’nun ve yine Erdoğan’ı en ağır üslup ve hakarete varan sözlerle eleştiren Devlet Bahçeli’nin saray çevresinde konumlandığı hepimiz biliyoruz. Dört ay önce Türkiye’nin anayasa değişikliğine ihtiyacı olmadığını söyleyen AKP genel başkan vekili Kurtulmuş’un dört ay gibi kısa bir süre sonunda anayasa değişikliğine neden ihtiyaç duyduklarına açıklık getirmese de nedenleri sır değil. İddia ettikleri gibi gerçektende CHP ile HDP’de anayasa değişikliği hazırlığı içinde olsa bile AKP’nin endişesine gerek yoktur çünkü hazırlayacakları veya düşündükleri değişiklik birbirinden farklı olmayacaktır. Bizim siyaset geleneğimizde siyasilerin anayasal hükümleri uygulamak yerine anayasayı kendilerine uydurmak için sorun olarak göstermeleri klişe bir taktik olmasına rağmen toplumsal karşılığını bulmuştur. Ancak kalbura çevirmelerine rağmen Türkiye’nin mevcut durumu sorunun gerçekte anayasada değil, siyasilerde olduğu gerçeğini bir kez daha ortaya koymuştur. 

  Geçmişte Erdoğan’ın yaptığı muhtarlar toplantısını Kılıçdaroğlu tekrar ederken ittifak içinde oldukları HDP eş genel başkanı Pervin Buldan ise anayasa tartışmasına, Türkiye’nin 100 yıldır karanlıkta olduğu iddiasını ileri sürerek Cumhuriyet’te karşı değişmez kinini kusarak dâhil oluyor. Kendi özgürlük ve bağımsızlığını bile tesis edememiş, ailece uyuşturucu ticaretine kadar kirli geçmişe sahip emperyalist güdümlü Pervin Buldan, tek başına bir ülkeyi kurtaran sanal Hollywood yıldızlarına özenerek Türkiye’yi karanlıktan kurtaracak kahraman rollerine bürünüyor. Gerek iktidar gerek muhalefet olsun hepsinin anayasa değişikliği konusunda farklı hesapları olsa da birleşecekleri ortak payda, emperyalist-kapitalizmin ön gördüğü ulus devletlerin yapısını bozacak bir anayasa değişikliği söz konusudur. Anayasanın yanı sıra bugün kayıp 128 milyar doların hesabını vermek yerine her alanda dibe vurmuş ekonomiyi vatandaşların küçük yatırımları olan altın ve dövizlerle düzlüğe çıkartma beceriksizliği de anayasa ile düzeltilecek bir sorun değildir. Geçmişte 28 Şubat sonrası Refah Partisi kapatıldıktan sonra aldığı 1 trilyonluk hazine yardımı devlete iade etmemiş, müfettişlerin yaptığı incelemeler sonucunda paranın sahte belgelerle harcanmış gibi gösterildiği anlaşılmıştı. Kayıp 128 milyar doları da hoca-öğrenci zihniyetinin somut bir yansıması olarak okumak gerekiyor. İktidar ile muhalefet partilerinin 20 seneden beridir yaptıkları benzer kısır çekişme ve tartışmaların Türkiye’yi nereye getirdiği somut bir şekilde ortadayken çözümü anayasa değişikliğinde görmeleri ise ürünü tarlada çürüyen Hasso ile iflas eden Hüsso’nun köy kahvehanesindeki sayıklamalarına benzemektedir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.