KAVRAM VE DEĞERLERİ KAVRAMAK

Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ

Her dönemin ekonomik, sosyal ve siyasal değerleri farklıdır. Yine her dönemde egemen odakların, sınıfların ve mesleklerin kullandıkları ölçüler ve yargılar da birbirinden oldukça değişiktir.  Feodal dönemin değerlerinin başlıcaları; şan, şeref ve namustur. Bürokratik değerler; dürüstlük, dakiklik, kültürseverlik ve aşırı duyarlıllıktır. Liberal-burjuva döneminin değerleri ise; sermaye, kar, faiz, temettü gibi değerlerdir. 

Her sosyal ve ekonomik aşamanın kavramları, normları ile değerleri kendine özgüdür ve özeldir. Bu durum tarihin bir aşamasında bir değerin, başka bir değerle yer değiştirmesinin de ötesindedir. Ancak sanıldığı gibi Padişahım çok yaşa’dan, kurtar bizi baba’ya geçiş aslında bir dönüşüm değil devamlılıktır. 

Monarşinin değerleri ile cumhuriyetin değerleri içerik olarak da birbirinden farklıdır. Monteskiyö üç temel siyasal duygudan söz eder: Bunlar; erdem, şeref ve korkudur. O, Cumhuriyetin erdeme, monarşinin şerefe, diktatörlüğün korkuya dayandığını yazar. 

Bizim burada ifade etmek istediğimiz husus; toplumların geçirdiği aşamalar sırasıyla korku, şeref ve erdem aşaması olmuş olsa bile bugün bu üç kavramdan bizim anladığımız ile kendi dönemlerinde bu kavramlardan anlaşılanların son derece farklı olduğudur. Bu evrensel anlamda da böyledir. Kaldı ki her milletin davranışını belirleyen faktörlerin farklılığı, onların zihniyetlerinin de farklı olduğu sonucunu göstermektedir.  Monteskiyö'nün belirttiği gibi “Çinlileri davranışlar yönetir; yasalar Japonları baskı altında tutar. Bir zamanlar Isparta'da örnek olan ahlaktı; Romalılara yol gösteren, yönetim biçimi ve eski geleneklerdi.”

Monteskiyö biz Türk'ler için bir hüküm yürütmemiş onu biraz yakıştırmayla da olsa biz söyleyelim: Türkler de başlarıyla yönetilir. Başına, Bey'ine, Hakan'ına, Padişahına bu denli bağlı bir halkın tarihte çok az sayıda örneği vardır. Türkiye'de haklı olmak için devletin başında olmak yeterlidir. Bu bakımdan halk nezdinde (en azından halkın önemli bir kısmı) bakımından Menderes de haklıdır Cemal Gürsel de..

Toplumların geçiş dönemleri aynı zamanda bunalım dönemleridir. Kriz ve bunalım dönemlerinin felsefesi ve değerleri oldukça karmaşıktır. Hatta geçiş dönemlerinde toplumlar değer kaosu yaşarlar. Kavramların karıştığı, ölçülerin altüst olduğu, saygı duyulacak ortak hiç bir normun kalmadığı dönemler aynı zamanda geçiş dönemleridir. Modernizm bu tür geçiş dönemlerinin ideolojik gerekçesidir. Bu dönemlerin kalıcılığı, ısrarı ve ritüeli olmadığı için de şiddeti ve nefreti üzerine çekme yüzdesi düşüktür. Sonuçta "pantolon uyduramadıksa bari bir gömlek verelim" anlayışıyla toplumlar "deneye-yanıla" kendilerine uygunu bulacaklardır. Neticede beğenmediğinizi tedavülden çekersiniz. Hoşa gitmeyen zor ya da sıkıntı veren sanat, edebiyat, fikir ve değerleri görmezlikten gelirsiniz olur-biter. Giymek istemediğinizi gardorabın en netameli köşesine tıkarsınız. Bu sanatta, edebiyatta, siyasette olduğu gibi sosyal hayatta da böyledir. Modernizm aynı zamanda ilişkileri "pamuk ipliği" ile kurar, fonksiyonları ile birbirine bağlar ve bireysel yüzün yalnız bir tarafı ile sevgiler ve saygıları sundurur.

Bu yönü itibariyle modernliğin, ahlakın ve bireyin arasındaki ilişkileri irdelemek bize önemli ipuçları verecektir. Modernliğin tarihi, birey, toplum ve doğa arasındaki yavaş ama kaçınılmaz bir kopmanın tarihidir. Augustinus'çuluk, sonunda Tomasco'culuk ve Hıristiyanlığa galip gelir ve o andan itibaren insan öznesinin zaferini destekler, bundan yararlanarak da kendi öz ahlaksallaştırma, yani bireyi topluma tabi kılma gücünü kurar. Bu modern toplumda, ailenin çözülmesiyle birlikte tecrit edilen birey, toplumsal iktidarların keyfine bağımlı kılınmıştır; tıpkı, akla çağrıda bulunan tiyatronun tersine, sinema seyircilerinin kültür sanayileri tarafından biçimlendirildiği gibi. (A. TOURAİNE, Modernliğin Eleştirisi)

Modern toplumdaki toplumsal düzenlemelerin fonksiyonelliğinin insanı özgürleştirici nitelikte olduğu düşünülmüştür. Buna göre, iktisat, siyaset ve bilimin daha yüksek düzeydeki performansı bireyi “geleneksel” toplumların birçok ilgilerinden bağımsızlaştıracaktır. Ancak modernist uygulamaların ortaya çıkardığı sonuçlar çok açıktır: sözgelimi özgürlük bazında modernliğin sağladığı kazanımlar götürdüklerinin yanında neredeyse hiç mertebesinde kalmaktadır. Yine Habermas, modern kurumların performansını övmesine ve tarihsel kaçınılmazlıklarını kabul etmesine rağmen bu kurumların özgürlüğü kısıtlayıcı etkilerini de tamamen kabul eder.  

Modernliğin kitle üretim ve tüketimine dönüşmesi ve aklın saf dünyasının artık modernlik araçlarının en vasat, hatta en akıldışı taleplerin hizmetlerine sunan kalabalıklar tarafından istilaya uğramış olması ve modern aklın dünyasının, yüzyılımızda  modernleşme siyasetleri ve milliyetçi diktatörlere daha bağımlı olması entelektüellerin tepkisini çekmiştir. 

Modern dünya belli ahlak anlayışlarının varlığını gerektirmekte, ama aynı zamanda bu anlayışları ciddiye almanın zeminlerini de yıkmaktadır. Modernlik ahlaka hem ihtiyaç duymakta hem de ahlakı imkânsız kılmaktadır. Ahlak bir toplumsal kimlik içinde anlamlıdır. Böyle bir durumda ahlaki olarak nitelenenleri yapmanın bir nedeni ve mantığı olabilecektir. 

Herşeyin ötesine geçildiği bir dönemi yaşıyoruz. Felsefede, edebiyatta, üretimde, tüketimde ama her şeyde bir “post” dönemi yaşanmaktadır. Geçiş dönemleri toplumların olduğu kadar değerlerin de sırat köprüsüdür. Toplumsal anaforlar dönemlerinde çok az değer kazasız-belasız karşıya geçebilmektedir. Her şeyin değişip dönüştüğü bir çağda geleneksel biçimiyle insan olmak ve insan kalmanın ne kadar zor olduğu böylece bir kez daha anlaşılmaktadır. Şunu unutmamak gerekir ki; mükemmel bir bireyin özü; aynı zamanda tam olarak mükemmel bir toplumsal cevherle yoğrulmuş değerler manzumesinin de özüdür. 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.