Laikliği Keşfetmek ve; DEVLET!

Selçuk DÜZGÜN

LAİKLİĞİ KEŞFETMEK VE DEVLET!

Laiklik, Hristiyanlığın hâkim olduğu batı dünyasında doğmuş ve gelişmiştir.

Hristiyanlıkta kilise her şeyin üstünde tutuluyordu. Hayatın her alanında her şey kilisenin buyruğu altındaydı.

Özellikle Katolik Kilisesi Tanrı adına görüş bildirmek hak ve yetkisine sahipti. Katolik anlayışı tam bir ruhbanlık anlayışına dönüşmüştü.

Fransız İhtilali’nden önce Hristiyanlık dünyasında devletin temelini Tanrı’nın hakları oluşturmaktaydı.

Yetkisini Tanrı’dan alan kimseler hiç kimseye hesap verme gereği duymamıştı. Kilise ve din adamları; hükümdarları etkileri altına almış, hayatın her alanına hükmetmişlerdi. İnsanların din ve vicdan özgürlüğü kısıtlanmış, kilise ve din adamlarına karşı çıkan herkese işkence yapılmış ve bu kişiler dinden dışlanmıştır.

Kilisenin ve krallığın hayatın bütün alanlarına uyguladığı acımasız ve sert tutum, öze dönüşe neden olmuştur.

Siyasi kimliği olan bazı kişiler ve bilim adamları halkı, kiliseye ve onunla birlikte hareket edenlere karşı örgütlemişlerdir. Bunun neticesinde Fransa’da ihtilal olmuş, egemenlik kral ve kiliseden alınarak halka verilmiştir. Laiklik anlayışı, kilisenin ve kralların olumsuz tutumlarına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.

Bu süreci çok iyi bilen ve Osmanlı devletinin yıkılma sebepleri ile karşılaştıran, ozaman ki İslam anlayışının ortaçağ karanlığındaki Avrupa gibi ruhban sınıfı oluşturduğunu gören Mustaf Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti`nin kuruluş temelini Laiklik ve Cumhuriyet üzerine kurmuştur.

Atatürk Cumhuriyeti kurar kurmaz reformlarını hızla devreye soktuğu için halkada yeterince nedemek istediğini anlatma vakti olmamıştır.

Dolayısı ile bizdeki LAİKLİK; “Devlet ile din işlerinin ayrılığı, devletin, din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından yansız olması.” Şeklinde anayasaya girmiştir.

Akabinde Atatürk %90 İslamı Ruhbanlaştıran tekke ve zaviyeleri kapadı.

Ama ortada bir gerçek daha vardı, Mustafa Kemal reformlarını tam anlamıyla tamamlayamamış ve  İslam Dünyası Ruhban sınıflarından kurtulamamıştı.

Onun rahmetli olmasından sonra ülkede  “Hayır efendim! LAİKLİK; DİNSİZLİKTİR” diyen guruplar çıktı.

Bu gurup öyle tek kanat olarak çıkmadı...

40 parçaya bölünmüş, cemaat, cemiyet faaliyetleri olarak yürüdü gitti.

Cemaat, cemiyet işlerinin temelini İSLAM üzerine oturtan bu guruplar ne hikmetse dinsiz dedikleri devleti yönetmek için hiç boş durmadılar ve siyasallaştılar.

Siyasallaştıkça partileştiler. İşte siyasal İslam`ın kaynağıda buna dayanır.

Gün geldi devleti yönetmeye başladılar, ama baktılar ki devleti bir kaç ekip olarak yönetmek zor, tek olmak gerekir.

Ozaman iktidar kavgası başladı.

İktidar kavgasının bir tarafı seçilmiş, diğer tarafı sızmış bir hareket olarak ortaya çıktı.

Sızmış tarafın anlamadığı bir şey vardı;  devletin temellerinin birisi Laiklik iken en önemli temeli seçilmişlerin devleti temsil etme yetkisinde olmasıdır.

Ve gün geldi anladılar ki;  iki şey kendisine ortak istemez biri Yaradan, diğeri Devlet.

Devlet seçilmişleri, halkın isteğini dikkate aldı ve taraflardan diğerini devre dışı bıraktı.

İşte geldiğimiz sürecin kısaca özeti budur.

Seçilmişlerin de anlamadıkları şuydu;

Seçildikleri devlet Türk Devlet yapısıydı ve Türk devlet yapısı dediğimiz şey  seçilmiş kim olursa olsun ona uymaz, onu kendisine uydurur.

Ve bu devletin kuruluş felsefesi Anayasasının ilk dört maddesinde saklıdır.

Kim o maddelere uyarsa millette onu bağrına basar, darbelere dahi dur der.

İşte şu an seçilmişlerin geldiği noktada tamda budur.

Geldiğimiz durumun özeti ise;

Laikliği dinsizlik kabul edenler, en sonunda dini silahlı terör örgütü haline getirdiler...

Onların yatacak yerleri yoktur.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.