Türkiye’de feminizmin “Kürtçülük” çıkmazı

Dr. Binnur ÇELEBİ

Feminizm kadınlara karşı binlerce yıllık haksızlığa karşı gelişen cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürüyü ve baskıyı sona erdirmeye çalışan bir hareket olarak ortaya çıkmıştır.

Öte yandan feminizm din, dil, ırk gözetmeden tüm kadınların insan hakları çerçevesinde haklarını almaya ve bu hakları kullandırmaya yönelik bir mücadele alanıdır.

Ancak Türkiye’de feminizm ne yazık ki kendi iç dinamiklerinden gelişmiş bir hareket olamamıştır. Batı’nın aktarmacılığını üstlenen işbirlikçi görünümündedir. Bu nedenle bazı feminist örgütler de siyasetin batağına saplanmıştır.

Türkiye’deki 1980 sonrası feminist hareket daha çok “Kürt kadını” söylemiyle şekillenmeye başlamıştır.

Bu yıllar aynı zamanda PKK terörünün baş gösterdiği yıllara denk gelmesi tesadüf değildir.

Görünürde feminizm milliyetçiliği reddeder.

Ülkemizde ise; bir yandan Türk milliyetçiliği reddedilirken, öte yandan kadınlar Kürt milliyetçiliğinin çıkarlarını ön plana almıştır.

Bundan dolayı milliyetçi proje çerçevesinde, Türk kadın örgütleri karşısında Kürt kadın örgütleri yer almıştır.

Türk feminist hareketinin karşısına adeta bir hesaplaşma olarak Kürt feminist hareketi çıkarılmıştır.

Daha da vahim olanı, kadın projelerinin finans kaynakları uluslararası örgütlerden ya da başka sivil kaynaklardan geliyor olmasıdır. Dolayısıyla bunlar kadın örgütlerinin başka öznelerle ittifak kurmalarına da yol açmıştır.

Genel olarak feminist hareket alttan alta “biz” ve “onlar” arasında bölünme eğilimine sokulmuştur.

Kürt kadınlar, biyolojik üreticiler olarak çocuk doğurmaları için milliyetçi projeye dâhil edilmişlerdir.

Bununla da kalınmamış, doğan çocuklar arasında kadınlar da gerilla olarak yetiştirilmeye başlanmıştır.

Kadınların ulusal projelerde silahlandırıldıkları saklanılamayacak bir gerçektir.

Daha da kötüsü bu kadınların canlı bomba olarak kullanılmalarıdır.

Bir yandan feminizm, milliyetçiliğin “annelik” vurgusunu reddederken, öte yandan “Cumartesi anneleri” adı altında “annelik” kavramı etrafında yeniden kurgulanmıştır.

Bütün bunlar kadın hareketinde milliyetçilik ve feminizmin politik ve kültürel ortamda ayrılamayacağının göstergesidir.

Dolayısıyla ister feminist olsun, ister olmasın, bütün kadınlar kendilerini kadının insan hakları ve ulusun geleceği konusundaki çelişkinin içine çekilmişlerdir.

Bu düşüncedeki feministler ülkede yaşanan terörde mağdur gördükleri Kürt kadınlarını politik mücadele alanı olarak seçmekle sorunu çözmekten ziyade sorun üreten konumundadır.

Bu itibarla feministler de başka türlü kutuplaşmaya ve ayrışmaya ortam yaratmaktadırlar.

Sonuç olarak, feminist yapı içinde kadınların gerçek anlamda örgütlenmesi, herhangi bir siyasi, ideolojik ve cemaat vs mekanizmalara fırsat vermeden ırk, dil, din ayrımı gözetmeksizin kadın kimliğini ön plana çıkarmaları gerekmektedir.

Aksi takdirde Türkiye’deki kadın hareketi Türk-Kürt ikilemi içinde şizofrenik parçalanmalara neden olup feminizmin marjinalleşmesine katkı sağlamaktan öteye gidemeyecektir.

Dr. Binnur ÇELEBİ

Siyasetcafe.com

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.