1974 yılında hazırlanan ve “Kissinger Raporu” olarak bilinen Ulusal Güvenlik Çalışma Muhtırası 200 (NSSM-200), ABD’nin stratejik çıkarları doğrultusunda az gelişmiş ülkelerde nüfus artışını kontrol altına alma hedefini ortaya koydu.
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 13 ülkeyi hedef alan bu gizli rapor, doğum kontrolü, aile planlaması, propaganda ve ekonomik yardımların koşullandırılması gibi yöntemlerle nüfus artışını sınırlamayı öneriyordu.
HaberTürk yazarı İdris Kardaş, bu politikanın Türkiye’de uzun yıllar etkili olduğunu ve doğurganlık oranını kritik seviyenin altına düşürdüğünü vurguladı.
Bugün Türkiye’nin hızla yaşlandığını ve nüfusun kendini yenileyemediğini belirten Kardaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “üç çocuk” çağrısı ve 2025’in “Aile Yılı” ilan edilmesinin bu tarihsel bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.
KİSSİNGER RAPORU NEDİR?
10 Aralık 1974’te, ABD Başkanı Gerald Ford’un masasında, Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası Türkiye’ye uygulanan ambargo kararının yanı sıra, “çok gizli” bir belge bulunuyordu: NSSM-200.
CIA, Dışişleri Bakanlığı, Pentagon ve USAID tarafından hazırlanan bu rapor, “Dünya Nüfus Artışının ABD Güvenliği ve Yurtdışı Çıkarları Üzerindeki Etkileri” başlığını taşıyordu.
Raporun mimarı, ABD’nin etkili isimlerinden Henry Kissinger’di.
Rapor, az gelişmiş ülkelerdeki nüfus artışının ABD’nin kaynaklara erişimini tehdit edebileceğini ve genç nüfusun anti-Amerikancı hareketlere yönelebileceğini savunuyordu.
Bu nedenle, nüfus kontrolü için şu yöntemler öneriliyordu:
Doğum kontrolü ve aile planlaması programları,
Propaganda ve cinsel eğitim müfredatları,
Ekonomik yardımların koşullandırılması,
BM ve WHO gibi uluslararası kuruluşların kullanımı,
Nüfus kontrolüne uymayan ülkelere gıda yardımlarının kesilmesi.
TÜRKİYE’DE NÜFUS KONTROLÜ POLİTİKALARI
Kissinger Raporu’nda Türkiye, Hindistan, Bangladeş, Pakistan gibi 13 hedef ülkeden biri olarak yer aldı. 1970’lerden itibaren Türkiye’de USAID destekli nüfus kontrol programları uygulanmaya başlandı.
Bu programlar, doğum kontrol hapları, spiral (RİA) ve kondom gibi kontraseptiflerin ücretsiz dağıtımı, kürtajın yasallaştırılması ve aile planlaması merkezlerinin kurulmasıyla desteklendi.
1990’ların ortalarına kadar Türkiye’deki kontraseptiflerin yaklaşık %90’ı USAID kaynaklıydı.
Bu süreçte: Sağlık ocakları ve aile planlama merkezleri, köylere kadar ulaşarak “bilgilendirme” yaptı.
12 Eylül sonrası kürtaj yasallaştı, doğum kontrol yöntemleri sistematik hale geldi.
Kentleşme ve çekirdek aile propagandası, kalabalık aileleri “geri kalmış” olarak kodladı.
TÜRKİYE’NİN YAŞLANAN NÜFUSU VE ERDOĞAN’IN “ÜÇ ÇOCUK” ÇAĞRISI
Tüm bu politikaların sonucu olarak, Türkiye’de doğurganlık oranı nüfusun kendini yenilemesi için gereken 2,1 seviyesinin altına düşerek 1,48’e geriledi.
Kardaş’a göre, bu durum Türkiye’yi hızla yaşlanan bir ülke haline getirdi. TÜİK ve BM projeksiyonlarına göre:2100 yılında Türkiye nüfusu 25-54 milyon aralığına düşebilir.
Nüfus artış hızı 2021’de binde 12,7’den 2024’te binde 3,4’e geriledi.
İlk evlilik yaşı erkeklerde 28,3, kadınlarda 25,8; anne olma yaşı ise 29,3’e yükseldi.
Nüfusun %88’i, kendini yenileyemeyen şehirlerde yaşıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2008’de yaptığı “üç çocuk” çağrısıyla bu soruna dikkat çekti.
2025’in Aile Yılı ilan edilmesi, bu tarihsel bağlamda nüfus kontrol politikalarına karşı bir tepki olarak değerlendiriliyor. Erdoğan, bu politikaların “Türk milletinin kökünü kazımayı” hedeflediğini savunarak, yıllardır aile ve nüfus politikalarına vurgu yapıyor.
2025 AİLE YILI VE NÜFUS POLİTİKALARI
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, 2025 Aile Yılı kapsamında nüfusun yaşlanması sorununa karşı çalışmalar yürütüyor. Aile Enstitüsü ve Nüfus Politikaları Kurulu gibi yapılar, bu konuda kurumsal adımlar atıyor. Bakanlık, maddi teşviklerin yanı sıra sosyal ve kültürel farkındalık projeleriyle de nüfus artışını desteklemeyi hedefliyor. Fransa ve İsveç gibi ülkelerde maddi teşviklerin olumlu sonuçlar verdiği biliniyor.
Siyasetcafe.com