Vira Bismillah!

Özgür UYANIK

 Yıllar önce “dünyanın sonundaki yer” olarak bilinen ve Antarktika’ya en yakın son yerleşim yeri olan Usuaia’da bir İspanyol bana dönüp, Avrupa dışında neden Türk’e rastlamadığını, sormuştu. Güney Kutbuna yakınlığı sebebiyle, kışın öğle 12 gibi havanın karardığı, Usuaia gerçekten de dünyanın sonuna vardığınızı hissettiriyordu. Çayımı yudumlayıp “eğer” dedim “senin dedelerin benimkileri İnebahtı’nda denize dökmemiş olsaydı, şimdi bu soruyu muhtemelen ben sana soruyor olacaktım”.

 

İnebahtı’nda Haçlı donanması durdurduğundan beri biz Türkler okyanusu aşamıyoruz. Atlantik’in ötesine ve Pasifik’e ulaşamıyoruz. Oysa buralar dünyanın kültür ve enerji kaynakları. Latin Amerika dünya hammaddesinin üçte ikisini karşılıyor. Uzak doğu bu hammaddeyi üretime çeviriyor.

 

Askeri yenilgilerin fiziki yanı kolay atlatılır. Asıl darbe yenilgiyi kabul etmekle başlar. Düşmanın çizdiği sınırları kabul eden kendini gönüllü esir haline getirir. Biz haçlının çizdiği sınırları kabul ettiğimizden beri kafamızın sınırlarını da daralttık.

 

Baksanıza tatile çıkan ya Yunanistan’a gidiyor ya İspanya’ya. Oysa dünya büyük, görecek öğrenecek o kadar çok şey var ki. Üstelik henüz sahillerimizi ziyaret eden bir tek Yunana rastlamadık. Neredeyse beş asırdır Avrupa önümüze hangi yemeği koyuyorsa onu yiyoruz.

 

Azıcık dünya gezmiş görmüş herkes, dinamik ve yaratıcı bir milletimiz olduğunu bilir. Dayanışma kültürüne, güçlü aile bağlarına sahip bu millet her krizden birbirine kenetlenip çıkmıştır. Fakat biraz rahata erince har vurup harman savurmayı seviyoruz. Köklerimizde biriktirme kültürü yok.

 

Bizans kayıtlarında anlatılır: Türk beyliklerinde ganimet bir çadıra yığılırmış. Hakan ve eşi çadırda başköşeye oturur, büyük bir sofra kurulurmuş. Yemek bitince ve yeterince içildikten sonra bey ganimetten herkes bir şey alsın diye paylaşımı başlatırmış. Genelde herkes ihtiyacı kadar aldığından çok da mal artarmış. Hakan ve eşi çadırı terk eder etmez budun (halk) başlarmış bu artan malları kırıp dökmeye. Sonunda da çadırla beraber herşeyi yakarlarmış. Çünkü şaman geleneklerimize göre fazla mal-mülk biriktirmek lanetlenmekle eş tutulurmuş.

 

Biz mülkiyetçiliği en geç öğrenen toplumlardan biriyiz. Mülkü ne yapacağımızı bilmiyoruz. Parası olan habire ev alıyor. Sonunda ürettiğimiz her şeyi çimentoya yatırır hale geldik. 

 

Bugünkü varlığımızı göçebe atalarımızın dinamizmi, savaşçılığı, dayanışma kültürü, merakı, zihin açıklığı ve yaratıcılığına borçluyuz. Bu özellikleri kaybetmeye başladığımızda asimile ve yok olmaya mahkumuz.

 

Devlet sahibi olmak hiçbir milleti kurtarmaya yetmez. Kök, kültür, gelenek, kendine inançtır milletleri ayakta tutan. Fakat her millet bu özelliklerini binlerce yılda oluşturur. Hani diyor ya Atatürk “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” diye. Asalet atalarımızın bize miras bıraktığı kültür ve tarihtir. Onu damarlarımızdaki kan gibi canlı tutamazsak Anadolu’daki antik kentler gibi taştan başka hiçbir şey kalmaz bizden geriye.

 

“Vira Bismillah” deyip yelken açmak için geç değil. Dünyanın başka uluslarıyla ortaklık kurabileceğimiz, onlardan öğreneceğimiz ve onlara verebileceğimiz çok şey var. Fakat önce biz kendimiz gibi olmalıyız. Avrupa’nın ekonomik, Amerika’nın siyasi ya da Arabistan’ın bize dayattığı inanç sınırlarını geride bırakıp Anadolu’ya özgü biçimde dünyayı yeniden yorumlamalıyız. O zaman hem biz kendimizi hem de yabancılar bizi daha iyi anlayacaklardır.

 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (10)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.