Erdoğan meşruiyetini kaybetti

Erdoğan meşruiyetini kaybetti

Mümtazer Türköne, AKP'nin oy oranının 2002 seçimlerinin bile gerisinde kalacağını, Erdoğan'ın meşruiyetini kaybettiğini söyledi.

Zaman Gazetesi yazarı Mümtazer Türköne Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için çok sert bir yazı kaleme aldı. Türköne: "Başbakan meşruiyetini hızla kaybediyor. Sandığı tek referans göstermekte haklı: Meşruiyetin biricik ölçüsü seçimler. 17 Aralık'tan sonra, Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı ihtimali bütünüyle ortadan kalktı. Partisinin başında siyasete devam edebilir mi? Üç dönem şartını kaldırsa bile, hükümetin değil sadece partisinin başında kalabilir. AK Parti'nin bugün itibarıyla genel seçim oyları 2002 düzeyinin altına inmiş durumda."

 

Yazısına "Başbakan konuyu 'adalet yerini buldu' diye açıp 'hak yerini buldu' diye bitiriyor" diyerek başlayan Türköne, "Arada hüküm verdiği konu ise, Reza Zarrab ve bakan evlatlarının yer aldığı 17 Aralık sanıklarının serbest bırakılması. 'Hak yerini buldu' sözü doğru; ama adaletin çekingen yüzünü göstermesi için daha vakit var. Güç Başbakan'ın elinde olduğuna göre onun hakkına 'aslan payı' düşüyor. Meşhur hikâyedir: Aslan, karşısında tilki ve kurt birlikte yakaladıkları avı üçe ayırıp paylaştırıyor. 'İlk parça eşit pay sahibi olarak benim. İkincisi, kral olduğum için bana düşüyor. Üçüncü ise aranızda en güçlü olarak benim hakkım ve göz koyanı parçalarım.'

 

İktidar güçlü olduğu için, Başbakan 'aslan payı'nı alıyor ve böylece hak 'yerini' bulmuş oluyor. Kolay değil. Soruşturmayı yürütenler başta olmak üzere, 9 bin polis hallaç pamuğu gibi atılıyor. Savcılar görevden alınıyor, yerlerine yenileri atanıyor. Adli Kolluk Yönetmeliği'nden başlayarak, yargıyı Başbakan'a bağlayan kanunlar çıkartılıyor. Hükümet medyası, kapsamlı bir karartma uyguluyor. Bu kadar çabanın bir sonucu olmalı ve hak yerini bulmalı. Peki ya adalet?" ifadelerini kullandı.

 

-"BAŞBAKAN MEŞRUİYETİNİ HIZLA KAYBEDİYOR"-

 

Adaletin yerini bulması için, hakkın aslan payına uygun olarak dağıtılmasının yetmediğinin altını çizen Türköne, şunları kaydetti:

 

"Güçlünün gücünü bir hak olarak ilan etmesi, iktidarı için yeterli değil. Bizim adalet duygumuzu da tatmin etmesi, yani bizim rızamızı alması lâzım. Rousseau'nun dediği gibi, hiçbir güç gücünü hak, boyun eğmeyi de ödev haline getirmedikçe iktidarda kalamaz. Bizler boyun eğecek miyiz? Mesele gelip tam burada düğümleniyor.

 

Bu tahliyelerin bizim adalet duygumuzda bir karşılığı var: Başbakan meşruiyetini hızla kaybediyor. Sandığı tek referans göstermekte haklı: Meşruiyetin biricik ölçüsü seçimler.

 

17 Aralık'tan sonra, Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı ihtimali bütünüyle ortadan kalktı. Partisinin başında siyasete devam edebilir mi? Üç dönem şartını kaldırsa bile, hükümetin değil sadece partisinin başında kalabilir. AK Parti'nin bugün itibarıyla genel seçim oyları 2002 düzeyinin altına inmiş durumda. Yolsuzluk soruşturmalarını durdurmak için çabalarken devletin çivisini çıkarttılar. Dağılan parçaları bir araya getirmek ve istikrarı yeniden kurmak artık Başbakan'ın elindeki araçlarla mümkün değil. Hukukun ortak payda hüviyetini kaybettiği şartlarda istikrarı ve güven ortamını sürdürmek için her şeye yeniden başlamak gerekir."

 

-"ADALET ELBETTE HERKES İÇİN MUTLAKA ENİNDE SONUNDA YERİNİ BULACAK"-

 

"Türkiye'nin gelip takıldığı bu dar boğaz aslında AK Parti'nin kurumsal kimliğinin değil, Erdoğan ve çevresindeki küçük bir azınlığın eseri" ifadelerini de kaleme alan Türköne bugünkü yazısını şöyle tamamladı:

 

"Dershaneleri kapatma teşebbüsüne, AK Parti içinden ne kadar büyük bir tepki geldiğini ve bu direncin Erdoğan'ın ısrarı ile aşıldığını hatırlayalım. Mevcut savaş, kişisel bir savaş olarak sürüyor. Ne kadar güçlü bir lider olursa olsun, AK Parti'nin kurumsal kişiliği ile Erdoğan'ı ayırdığınız zaman her şeyin rengi değişiyor. Erdoğan kazanamayacağı bir savaşa, hesap hatası yaparak girdi; şimdi kişiselleştirerek sürdürüyor. Böylece istikrarın kurucu aktörü olmaktan çıkıp, sürdürülmesi mümkün olmayan bir güvensizlik ortamının müsebbibine dönüşüyor. Savaşın kişisel niteliğini görmek için şu sorunun peşine düşmek yeterli: Bir siyasî parti, doğal seçmen tabanını oluşturan bir Cemaat'e karşı neden ölümüne bir savaş açar? Bir parti seçim kampanyasını, rakip partilere karşı değil de neden kendi seçmen kitlesine karşı yürütür? Kurumsal yapısı ve refleksleri ile bir siyasî parti, böyle bir hatayı nasıl yapar?

 

Başbakan, gücünü bir hak olarak kullanırken, asıl bu gücün kaynağı olan sandıktaki meşruiyetini kaybediyor. Son tahliyeler acaba AK Parti'ye ne kadar oy kaybettirdi dersiniz? Seçim meydanlarında AK Parti'nin adayları diğer partilerin adayları ile yarışıyor. Başbakan ise adaleti esir alarak ve 'siyasî olmayan' bir kavga yürüterek onlara köstek oluyor. Bu yanlışlık ne kadar sürebilir? Adalet elbette herkes için mutlaka eninde sonunda yerini bulacaktır."

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.