İmam-ı Rabbani'den bedava makamlar!
Pek çok tarikat tarafından Bin yılın yenileyici olarak nitelendirilen bugünkü İslam dünyasının inanç yapısının temeline nüfuz etmiş, geometriyi bile din dışı ve fuzuli bir ilim gören Hindistan kökenli İmam Rabbani'nin icat ettiği 'gavs, kutup gibi kavram
Peygamber efendimizden sonra inanç yapımızın nasıl uydurma ve hurafelerle doldurulduğunun ipuçlarını veren dinihaberler.com’da çıkan Mahmet Deniz’in “İmam-ı Rabbani’nin tutarsızlıklarla dolu açıklaması” başlıklı yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz.
“İmam-ı Rabbani’nin tutarsızlıklarla dolu açıklaması
İmamı Rabbani, 256. mektubunda Kur'an'da adı zikredilmediği gibi peygamberimizden 300 sene sonra ortaya çıkan gavs ve kutup gibi hayali varlıkları Allah'a rağmen temellendirmek ister.
256. Mektupta İmamı Rabbani kendince bazı sorulara cevap veriyor. Konu Mektubatta farklı yerlerde geçmekle beraber yazıyı uzatmama adına burada sadece bu mektubu irdeleyeceğiz.
(Amacımız, alim diye millete pazarlanan İmamı Rabbani gibi kimselerin isimlerine bakıp eserlerinin kutsallaştırılmaması gerektiğini ortaya koymak.
Ümmete alim diye yutturulan insanların ne büyük hatalar ettiğini ortaya koymakla ele alınan her eserin her satırının dikkatlice eleştirel bir bakışla okunmasını sağlamak.
Mana alemi gibi büyülü kelimeler ardına saklanıp kendi dünyalarını kutsallaştıran insanların dünyalarının Kur'an ve Sünnette hiç bir karşılığının olmadığını gösterip bu gibi duygu sömürücülerine aldırmadan öz kaynaklardan dinin yalın bir şekilde öğrenilmesinin yolunu açmak.
İnsanların putlarla doldurulmuş zihinlerini İbrahim misali temizleyip gerçek tevhide ulaşması ve aksiyoner olup dünyaya meydan okuyan bir İbrahim olması için hayatını putlaştırılmış şahıs, eser, görüş ve düşüncelerden temizlemektir.)
256. Mektubunda İmamı Rabbani diyor ki: "Süâl: Kutb, kutb-ül-aktâb, Gavs ve Halîfe ne demektir? Her birinin vazifesi nedir? Vazifelerinin neler olduğunu bilirler mi, bilmezler mi? Bir kimsenin Kutb-ül-aktâb olduğu gaybdan müjdelenirmiş. Bu doğru mudur, yoksa hayâl midir?
Cevâb: Resûlullahın “aleyhissalâtü vesselâm” izinde ilerleyenlerin büyükleri, Ona uyarak Nübüvvet makamının derecelerini geçtikten sonra, içlerinden bir kaçına (Imâmet) makamını verirler. Başkalarını, o dereceleri geçirmekle bırakıp, bu makamı vermezler. Bu büyükler de, onlar gibi bu dereceleri geçmişlerdir. İmamet makamını almadıkları için, onlardan ayrılırlar. Bu makama bağlı olan şeylerden mahrumdurlar. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi’ olanların büyükleri, peygamberliğin vilâyet derecelerini tamamlayınca, bunlardan birkaçına (Hilâfet) makamını verirler.
Geri kalanlara bu makamı vermeyip, yalnız o dereceleri geçirirler. İmamet ve hilâfet makamları, o derecelerin kendilerini geçerek elde edilir. Bu derecelerin zıllerinde, görüntülerinde, imamet makamının karşılığı (Kutb-i irsâd) makamıdır. Hilâfet makamının karşılığı ise (Kutb-i medâr)makamıdır. Aşağıda bulunan bu iki makam, yukardaki o iki makamın sanki zılli, gölgesi gibidir. Muhyiddîn-i Arabî hazretlerine göre, (Gavs), Kutb-i medâr demektir. Kutb-i medârdan başka bir Gavslık makamı olmadığını söylemektedir. Bu fakire göre, Gavs başkadır. Kutb-i medâr başkadır. Gavs [dahâ üstün olup] Kutb-i medârın yardımcısıdır. Kutb-i medâr, birçok islerinde, ondan yardım bekler. (Ebdâl) denilen makamlara getirilecek Evliyayı seçmekte bunun rolü vardır. Kutbun yardımcıları, hizmet edenleri çok olduğundan kutba, (Kutb-ül-aktâb) da denir. Çünkü, Kutb-ül-aktâbın yardımcıları, hizmet edenleri, Onun vekilleri demektir. Bunun içindir ki, Muhyiddîn-i Arabî “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki, (Müslümanların olsun, kâfirlerin olsun, her şehirde bir kutb bulunur). Makam sâhibi olan, bilgi sâhibi olur. Makam derecesi verilen, fakat makam verilmeyen Velinin ilm sâhibi olması lâzım değildir. Yaptığı hizmetleri bilse de olur, bilmese de olur. Gaybden gelen müjde, o makamın derecesine yükseldiğini bildirir. O makamın verildiğini göstermez.”
GAVS, KUTUP GİBİ MAKAMLAR KUR’AN VE SÜNNETTE BULUNMAZ
Bu yazıyı okuyup da etkilenmeyek pek adam yoktur. Ama yazıyı şöyle dikkatlice okuyup Kur’an ve Sünnetten delillerini araştırınca yazının tutarsızlığı kendiliğindne ortaya çıkıyor. Çünkü Gaybü’r-Rical adıyla meşhur bu tür makam ve mevkileri teyit eden tek bir ayet bulunmuyor. Var olan hadislerin tamamı da Peygamberimizden 300 sene sonra uyduruluyor.
Peygamberimiz öncesinde insanlık nasıl olduysa Allah tarafından sevk ve idare olunur bu tür anlamsız makamlara ihtiyaç duyulmazken Peygamberimizin vefatından 300 sene sonra ortaya çıkan İmamı Rabbani gibi kişiler Allah’ı kainatı tedebbür etmede yetersiz görüp kendileri bu işi devr alma halüsinasyonu görmeye başlarlar.
İşin ilginç tarafı 18. mektubunda belirttiği şekilde Arş-ı âlâ'da gezinmekte olan İmamı Rabbani mektubatında ele aldığı bu ve benzeri her konunun Kur'an'a aykırı olduğundan bile habersizdir. Asıl soru şu: Burnunun ucunu dahi görmekten aciz mektubatında kullandığı hadislerin sıhhat derecesinden bile habersiz olan İmamı Rabbani nasıl oluyorda Arş-ı âlâ'da gezinebiliyor?
Bu konu ile ilgili hadislerin uydurma olduğunu “Ricalu'lgayb konusunda (kutup, gavs, abdal...) çarpıtılan ayetler ve uydurulan hadisler – 2” başlıklı haberimiz de kaynaklarıyla birlikte uzun uzadıya açıklamıştık.
Şimdi gelelim İmamı Rabbani’nin bu tutarsızlıklarla dolu açıklamasına:
KİM BU BÜYÜKLER?
Birileri, birilerine imamet makamı veriyor. İmamet makamı verenlerin kim olduğu tam olarak belli değil.
Resullullah’ın izinde ilerleyenlerin büyükleri!...
Kim buResulullah’ın izinde ilerleyen büyükler? Özellikleri ne? İsimleri ne? Kim onları nereden nasıl bilecek ve tanıyacak? Bunlara bu yetkiyi kim verdi? Resulullah’ın izinden gittiğini hangi makam hangi kıstasla belirledi? gibi soruların tamamı havada kalıyor.
Ama İmam-ı Rabbani’nin anlatımından anlaşıldığına göre bunlar kendileri gibi sofilerden oluşan sözde alimler.
İmamı Rabbaninin deyimiyle “Resullullah’ın izinde ilerleyenlerin büyükleri”.
Artık nasıl bir şeyse bu büyükler, insan bu satırları okuyunca psikolojik olarak bu büyüklerin anılan ismi karşısında manevi olarak eziliyor, büzülüyor. Bir o kadar da bu muhteremlerden(!) söz eden İmamı Rabbani, okuyucunun gözünde bir anda dağ gibi oluyor.
Zaten imam-ı Rabbani'nin en iyi yaptığı iş insanların kendini işe yaramaz sıradan varlıklar olarak görmesini sağlayıp kendileri olmadan bu dinin yaşanmayacağı fikrini, beyinlerini dumura uğrattıkları kitlelere enjekte etmeleri.
Tıpkı “Biz papazlar olmadan İncil anlaşılmaz” diyen Hristiyan din adamları gibi…
MEKTUBAT, KUR’AN’IN HEDEFLEDİĞİ İNSAN KARAKTERİNİ ORTADAN KALDIRIYOR
Kur’an’ın, İbrahim (as)’ı “başlı başına bir ümmet” olarak nitelemesi ve hedefi karşısında müridin her zaman için koyun sürüsü mesabesinde hep güdülen ve sömürülen varlık olarak görülmesi Kur’an’ın İbrahimler oluşturulması hedefi ile bağdaşmıyor.
Kimse “Mürid neden mürşit olmasın?” deyip kendi kendini de kandırmasın. Babadan oğula ve peygambere dayanmadığı halde ehlibeyte dayandırılan saltanat sistemi müridin mürşit olmasının önünde en büyük engeldir.
Dikkat edilecek olursa nerede bir mürşit varsa tamamı ne hikmetse ehli beyttendir. Ve yine ne hikmetse Peygamberin tüm soyu, hurafeci İmamı Rabbanicidir.
Aslında peygambere dayanan bir soy yoktur ortada ama prim yapan bir peygamber soyluluğu vardır. Aynı durum İmam-ı Rabbani içinde geçerlidir. Rabbani, mektubatı boyunca bu kast sisteminin unsurlarını ince ince ortaya koyar.
Bu mektubunda Rabbani, “Resulullah’ın izinde ilerleyenlerin büyükleri, içlerinden bir kaçına verilen imamet, Peygamberliğin vilayet derecelerini tamamlayan büyüklere verilen hilafet” ile iltifata mazhar olan imtiyazlı iki kişi dışında geri kalanlara hilafet verilmeyip derece ile idare ettiğini anlatıyor.
MAKAMLAR DAĞITILIRKEN ALLAH NEREDE?!
Tabi bu işler olurken ortada Allahü Teala yok. Her şey ondan habersiz cereyan ediyor. Allah, herkese yaptığı ameline göre adalet sıfatınca dünya ve ahirette bir şekilde karşılığını verirken İmamı Rabbani’nin ortaya koyduğu makam ve derecelendirme sisteminde dereceleri atlasa da büyüklerden birine imamet ve hilafet veriliyor diğerleri ise avcunu yalıyor.
SÜBLİMİNAL MESAJ: VERİLENLE İDARE EDİN
Bu büyükler o kadar mübarek insanlar ki içlerinden birine verilen kadro nedeniyle asla ve asla itiraz da etmiyorlar.
Nefislerinden tamamen arınmışlar ve tam bir kanaat sahipleri...
Tam bir melek misali adamlar bu makam verilmeyenler...
Burada okuyucuya verilmek istenen mesaj gayet açık: Sübliminal bir mesajla okuyucunun gözünde hayali canlandırılan bir kurul var. Ve bu kurulda aynı işi yaptıkları halde birilerine ödül veriliyor diğerleri ise buna itiraz etmeden saygı duyuyor.
Yani Ey İmamı Rabbani yolcuları! “Önünüze gelene kanaat edin. İtiraz etmeyin. Bu yolda size sunulan ne varsa sizin için en iyisi budur ki önünüze konmuştur.”
İLAH VE İLAHÇIKLAR ARASINDA PAYLAŞTIRILAN KAİNAT
Bu imamet ve hilafet makamının bir de zılleri(gölgeleri) var.
Bir de bu makamların gölgeleri var. Yani gölge İlahlar, İlahcıklar...
İmamı Rabbani makamların nasıl dağıtıldığını anlatmaya devam ediyor. Ve diyor ki imamet makamının zılli(gölgesi) Kutb-i irşad; hilafet makamının karşılığı ise Kutb-i medar'dır.
Allah’ın belirlemediği, bildirmediği, alimlerin ağızlarına dahi almadıkları acaip acaip makamlar türetmek…
Türetmek bir tarafa bir de bu makamlar konusunda Allah’ın yeryüzündeki icazetli İlahcıkları arasında kavga bile çıkıyor. Neymiş efendim, Muhyiddini Arabi’ye göre Gavs, Kutbi Medar imiş. Ama pek akıllı ve Allah’ın özel yaratılmış icazetli veli kulu İmamı Rabbani’ye göre Gavs başka Kutbi Medar başka imiş.
İmamı Rabbani ikna etmek için delillerini sürüyor ortaya. "Gavs,Kutbi Medar’ın yardımcısıdır. Kutbi Medar birçok işinde Gavs’tan yardım bekler."
Hem de ne bekleyiş!
Ebdal denilen makamlara getirilecek evliyayı seçmekte Gavs’in rolü varmış. Küçük İlahçıklar işin içinden çıkamayınca haliyle istihbarat bilgisi toplayacak emniyet görevlilerine, danışacak bakanlıklara, karar verecek istişare kurullarına ihtiyaç duyuyor.
İMAMI RABBANİ’NİN YALANI BURADA ORTAYA TEKRAR ÇIKIYOR
18. mektubunda ve başka mektuplarda arşı ala’da uçan, kaçan, gezinen, peygamberlerin, sahabenin ve kendinin makamlarını gördüğünü iddia eden İmamı Rabbani, Gavs konusunda Muhyiddini Arabi ile karşı karşıya geliyor.
Mektubatında arşı alada gezinen İmamı Rabbani burada, “Muhyiddini Arabi bu konuda yanılıyor. Çünkü ben kendi gözlerimle arşı alada bu işlerin nasıl yapıldığını gördüm. Benim bu konudaki görüşüm doğrudur Arabi yanılıyor” diyemiyor.
Bunu demek yerine benim kanaatim deyip kendi şahsi düşüncesini ileri sürüyor.
Üretilen makamlar bir noktada fare-peynir ilişkisi. Farelerin önüne peynir vermek lazım ki tuzağa çekilebilsinler. Ne kadar peynir(makam) o kadar tuzak! Ne kadar tuzak, o kadar talip, mürid, para, kadın, yurt, market…
Hele İmamı Rabbani’nin makam verilmeyen veliye bulduğu bahane tam bir komedi.
İLİMSİZ DE DERECE ALINIYORSA MAKAM VERİLENİN İLİM SAHİBİ OLDUĞUNA KİM KARAR VERDİ?
Yukarıda bizim de eleştirdiğimiz noktayı az da olsa görmüş olmalı ki İmamı Rabbani derece atladığı halde makam verilmeyen velinin özelliklerini daha doğrusu kendisine neden makam verilmediğini anlatmak istiyor.
Neymiş? “Makam derecesi verilen fakat makam verilmeyen velinin ilim sahibi olması lazım değildir.”
Cümleye bakar mısınız?!
Makam derecesi verilip makam verilmeyenin ilim sahibi olması madem ki gerekmiyor başta apaçık şekilde ilim sahibi olup makam derecesi verilen kimseye imamet veya hilafet makamı verilecek denilmesi gerekmiyor muydu?
Resulullah’ın izinden giden büyükler(!) demek ki ilim sahiplerine veriyormuş makamları. Cahillere değil.
İyi ama ilim sahibi olmadan bunlar o makama nasıl geldi?
Madem hepsi eşitti ve içlerinden birine o makam verilecekse hepsi demek ki ilim sahibi iken burada makam verilmeyeni ilim sahibi olmasa da o makamın derecesi verilir demenin anlamı ne?
Anlamı şu?
İmamı Rabbani’ye tabi olanlar kendi yoluna girdiklerinde kendisine hevesle bağlanacaklar. Kendisine ne yapması ve ne yapmaması gerekenler haliyle anlatılacak. Tabi birileri virdleri yapacak birileri ise haliyle yapamayacak. Yapamayacak olanlar tabi ki çoğunluk olacaklar.
İşte bu ilim sahibi olmak isteyip de olamayanları da elde tutmanın yolu,“Bakın, (ey sürü haline getirdiğimiz müridler) ilim sahibi olmanıza gerek yok. Siz alim gibi hareket ederseniz. Size de ilim sahiplerinin o dereceleri verilir. Yani doktor olmanıza gerek yok. Doktor gibi kendinizi hissedip davranmanız doktor icazet belgesi almanız için yeterli.”
İyi ama bu icazet belgesini alan ya kendini doktor sanıp ameliyata girer insanın orasını burasını doğramaya başlarsa kim dağılan ameliyat masasındaki adamın dağılan organlarını toplayacak?
İşte bundandır ki İmamı Rabbani’nin takipçileri haddini bilemez bir şekilde tıpkı İmamı Rabbani gibi ilim sahibi olmadığı halde kendini İmamı Rabbani sanır ve fetvalar vermeye başlar.
İnsanların imanları hakkında bilip bilmeden ileri geri konuşur. Karşısındaki insanın kalbini ameliyat etmeye kendini yetkili görür ve başlar ameliyata. Adamın başını, gözünü, kalbini çıkarır amaliyat etmek ister lakin toplamaya gelince toplayamaz. Ortalık kan revan olur.
İlim sahiplerini cahil görür.
Başlar onları yargılamaya, aşağılamaya, yol tarif etmeye.
Farkına varmaz ki karşısındaki kendinden ilimce üstündür. Tabi olması gereken doktoru, İmamı Rabbani’nin ilimsiz derece verildiğine inandırılmış hazır kıtaları, hasta deyip alırlar ameliyata…
İMAMI RABBANİ ARİSTO’NUN FELSEFESİNİN KURU BİR TAKLİTÇİSİDİR
Aslında burada İmamı Rabbani’nin ortaya koyup Allah'tan bihaber dağıttığı makamların benzeri Aristo’nun genel dünya düzeninde görülür.
Aristotales’te evrenin varlığı için bir muharrik’e, yaratıcıya ihtiyaç duyar. Aristotales ortaya koyduğu görüşlerde önce Tanrı’nın varlığının zorunlu olduğunu temellendirir. Asla Tanrıya toz kondurmaz. Onu tüm kirlerden ve hafifseyen görüşlerden uzak tutar. Sonra ilk hareket ettiricinin mükemmelliğini ortaya koymak için onun hareketsiz oluşunu, ortada olmadığını, bir şeye karışmadığını ispata kalkışır. Böylece Aristoteles’in Tanrı’sı evrenin dışında kalıvermiş. Kainat tüm haşmetiyle Aristotales’in istediği gibi çekip çevirebileceği bir nesneye dönüşmüştür.
İmamı Rabbani’de eserinde Allah’a toz kondurmaz. Allah’ı över. Ama tıpkı Aristotales gibi övdüğü bu Allah’ı kendi işlerine karıştırtmaz. Allah’ın yerine atadığı küçük İlahçıklarla vaziyeti idare eder. Onlar kimi zaman Resulullah’ın izinden giden büyükler olur. Kimi zaman Kutbi Medar, kimi zaman Gavs ve kutup olur.
Oysa Allah, “O, kesinlikle hak ilâh olan Allah’tır. Mülkün sahibi ve tek hâkimidir. Her türlü noksanlıktan, ayıptan münezzeh, en büyük kutsaldır. Âfetten, kederden, dertten, zevalden uzak, bütün varlıkların selâmet kaynağıdır. İman, emniyet ve güven veren, güvenilen bir varlıktır. Görüp gözeten, koruyan, hakkı belirleyen ölçüyü koyan ve murakabe edendir. Kudret sahibi, hükümran ve üstündür. Dilediği icraatı yapan, gücüne karşı konulmayandır. Büyüklük, ululuk ve azamet sahibidir. Allah, ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında, Allah’a ortak koşan müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” (Haşr Suresi, 23.ayet) buyurarak pek çok ayetinde yaratmada tek olduğunu asla ve asla İmamı Rabbani’nin iddia ettiği türden dünyayı çekip çeviren İmamı Rabbani gibi ortaklara ihtiyacı olmadığını Kur’an’da sık sık dile getirir."
siyasetcafe.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.