MHP ve Alevilik

MHP ve Alevilik

Devlet Bahçeli ve MHP'nin Tunceli tecrübesinden hareketle acilen atması gereken adımlar bulunmakta.

Geçen hafta siyasetin gündemini Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli arasında gerçekleşen “Tunceli restleşmesi” belirledi. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) söyleminde “erkekseniz, cesaretiniz varsa Doğu’ya, Güneydoğu’ya da gidin” türünden meydan okumalar öteden beri var zaten. Esasen bu söylem Türkiye’yi demokratikleştirdiğini iddia eden bir iktidar partisinin çelişkisini de aşikâr ediyor. Zira herhangi bir siyasi partinin siyasi faaliyetlerini ülkenin her köşesinde yürütebilme hakkı güvenlik veya başka nedenlerle engelleniyor veya imkânsız hâle getiriliyorsa bu öncelikle iktidarın bir yönetme sorunu anlamı taşır. Öte yandan bir siyasi parti, ülkenin belli bir coğrafyasında veya sosyal diliminde herhangi bir karşılık bulamıyorsa bu da o partinin söyleminde ve organizasyonunda sorun olduğu anlamı taşır. Dahası, Türkiye insicamında bu ülkenin başbakanı bu denli ucuz meydan okumalar üzerinden siyaset yapıyorsa, bu da demokrasimizin ve yönetim kalitemizin düzeyine dair imalar taşır.

“Keşke bu ziyaret bir 'restleşme' ortamında değil de iyi düşünülmüş ve planlanmış bir süreç sonucunda gerçekleşseydi.”

Tunceli ziyaretinin “keşkeleri”

Sayın Bahçeli’nin bu meydan okumanın hemen ardından Tunceli’yi ziyaret edeceğini açıklaması hem ülkemiz hem de milliyetçi kesim adına olumlu bir gelişme olmuştur. Ancak burada da birkaç “keşke”den söz etmek gerekiyor.

Birincisi, keşke bu ziyaret bir "restleşme" ortamında değil de iyi düşünülmüş ve planlanmış bir süreç sonucunda gerçekleşseydi. Bu sayede Tuncelililer ve bölge halkı kendi dışlarında gerçekleşen bir tartışmanın öznesi olma durumuna düşmez; ziyaret, MHP’nin bölgeye açılma ve bölgeyi dinleme arzusu olarak görülebilirdi.

İkincisi, keşke Tunceli ziyareti çok daha önce açıklanmış olan Papa’nın Türkiye ziyareti ile aynı güne denk getirilmeseydi. Böylece bu ziyaret hem medyada hem de kamuoyunda hak ettiği ölçüde tartışılama şansı bulurdu ve amaca daha çok hizmet ederdi.

Üçüncüsü, keşke ziyaretin “içeriği” henüz ön görüşmeler ve düzenlemeler yapılmadan açıklanmasaydı ve cemevi ile esnaf ziyareti ile ilgili ön çalışmalar yapılsaydı. Böylece “açıklanan program ile gerçekleşen program” farklı olmazdı ve ziyaretin amacına ulaşıp ulaşmadığı tartışılır hâle gelmezdi.

Bütün bu “keşkelere” karşılık Sayın Bahçeli’nin Tunceli ziyareti özellikle milliyetçi camiada gayet olumlu yankı buldu. MHP’nin “Türkiye’nin bütünlüğüne” dair ifadelerini ülkenin her köşesinde aynı netlikte dile getirmesi siyasi tutarlılık bakımından tabanın beklentileriyle örtüşen bir tavırdı. Bu ziyaret, “Alevi meselesi, Çözüm Süreci ve terörle ilgili konulara MHP ne tür çözümler öneriyor?” gibi soruları da beraberinde getirdi. MHP’nin bu tür millî hassasiyet taşıyan konularda “olmazları” bilinirken “olurları ve çözüm önerileri” henüz kamuoyuna yeterince mal edilebilmiş değildir. Oysa Türk siyasetinin en gelenekli hareketlerinden olan MHP’nin bu konularda birikimlerini kamuoyuna daha belirgin ve açık bir şekilde açıklaması gerekiyor. Milliyetçilerin bu konudaki tavrının ve hassasiyetlerinin örneğin “ulusalcılardan” ne denli farklı olduğunu anlatması gerekiyor.

MHP ve Alevilik

Bahçeli’nin Tunceli ziyareti ile önce çıkan Alevilik-MHP ilişkisi üzerinden bazı yorumlar yapmakta yarar var. Öncelikle şunu söylemek gerekir: MHP “terörden arındırılmış bir Alevi sorunu” konusunda gayet olumlu bir tavır sergilemektedir. Bugün dile getirilen “cemevlerinin ibadethane sayılması; dedelere maaş bağlanması” gibi konulara itirazı yoktur. Bunu hem Sayın Bahçeli’nin hem de parti yöneticilerinin açıklamalarından biliyoruz. Dahası, Türkiye’de Alevilik-Bektaşilik konusunda yapılan bilimsel çalışmaların, alan araştırmalarının birçoğunda başta Prof. Mehmet Eröz, Prof. Orhan Türkdoğan olmak üzere birçok milliyetçi aydının imzaları vardır. Hoca Ahmet Yesevi-Horosan Erenleri geleneği milliyetçi camia için millî tarih bilincinin ana yolu olarak kabul edilir. Deyişler, nefesler ve ozanlar Türk dilinin ve kültürünün asırlar boyunca yok olmasını engelleyen millî kaynaklar ve değerler olarak görülür. Dahası, Türk milliyetçiliğinin 1900’ların başında formüle edilmesinde başat rol oynayan Hüseyinzade Ali Turani ve Ahmet Ağaoğlu gibi fikir adamları Azerbaycan kökenlidirler ve şia-Alevi geleneğinden beslenmişlerdir. Yine günümüz milliyetçi camia içerisinde güçlü bir “alevi damar” öteden beri var olagelmiştir. Hatta Aleviliğin bir varyantı olan “Tahtacılar” milliyetçi kesimin merkezi unsurlarından bir tanesidir.

Peki, milliyetçiler ile Alevilik arasında hiçbir sorun yok mudur? Bir sorun vardır elbette, ama bu “Alevilikten” dolayı değil; Aleviliği bir başka kimliğe dönüştürme girişimlerinden kaynaklanmaktadır. Milliyetçi camia ile Aleviler arasındaki psikolojik mesafe 1970’lerde belirginleşmiştir. Bu dönemde yaşanan çatışmalar Alevilik üzerinden değil; Aleviliği “komünist-ateist bir öğretiye” çevirmeye yönelik girişimlere yönelik itirazlar şeklindedir. Maraş, Çorum gibi olayları ortadaki provokasyonlar bir yana, “Alevilik-Sünnilik” üzerinden tartışmak konuyu eksik olarak ele almak anlamı taşır. Sözün özü, milliyetçi camia için Alevilik, Türk kültürünün ana taşıyıcılarından biridir. Lakin milliyetçilik tanımı gereği millî birliğe, bağımsızlığa yönelik girişimleri makulleştirmez. Bu türden girişimlerde bulunanların etnik kökenine, mezhepsel tercihlerine bakmaz. Devlete karşı isyanları, milletin dirliğine yönelik başkaldırıları, hele de emperyal kurgulamaların parçası olan teşebbüsleri millî hafızaya kaydeder ve bir hassasiyete dönüştürür. Devlet Bahçeli’nin Seyit Rıza ve Tunceli isyanı için söylediklerini bu hassasiyet üzerinden değerlendirmek ve anlamak gerekir.

“MHP’nin atması gereken ikinci bir adım var: 'Olmazları' ve 'itirazları' bu denli dile getirirken 'olurları ve çözüm önerilerini' de aynı netlikte dile getirmek.”

 

Çözüm Süreci ve bundan sonrası

Bu noktada kategoriler farklı olsa da “Çözüm Süreci” ve MHP’nin tanımlamasıyla “terör sorunu” üzerinden de MHP’nin önerilerini kamuoyuyla paylaşması gerekiyor. Kabul edilmeli ki 1980’lerde “terör örgütü” olarak ortaya çıkan yapıdan bağımsız olarak belli toplumsal kesimlerce dile getirilen talepler var. Bu talepler büyük bir çeşitlilik gösteriyor. MHP’nin bu talepler karşısında konumunu belirleyen net ifadeleri vardır. Birincisi, toplumsal talepler ne denli makul olursa olsun bir terör örgütü aracılığıyla dile getirildiklerinde meşruiyetlerini kaybederler; ikincisi, devlet herhangi bir “etnik” veya “bölgesel” kesime özgü haklar tanıyamaz. Millî devlet anlayışının doğal sınırlarını çizen bu ifadeler Türkiye’de geniş bir kesimin hassasiyetlerini de dile getirmektedir. Burada MHP’nin atması gereken ikinci bir adım var: “Olmazları” ve “itirazları” bu denli dile getirirken “olurları ve çözüm önerilerini” de aynı netlikte dile getirmek. “Demokrasi ve insan hakları bütün Türk vatandaşları için bir haktır” demek yeterli değildir. Ortadaki sosyal ve siyasi gerçekleri de dikkate alarak, milliyetçiliğin daha kuşatıcı bir dile bürünmesini sağlayacak formüller üzerinde çalışmak gerekiyor.

  1. noktada MHP’nin 6-7 Ekim olaylarında gösterdiği sağduyulu ve milleti önceleyen tavrının toplumun geniş kesiminde ne denli olumlu karşılık bulduğunu iyi yorumlamak gerekiyor. MHP, millete doğru attığı adımlarda mutlaka olumlu bir karşılık bulabilmektedir. MHP milliyetçiliği “korumacı ve savunmacı” aşamadan “kapsayıcı ve genişleyici” noktaya taşımak için çaba harcamalıdır. Neticede 1900’ların başlarında küllerinden yeniden doğmaya çalışanların kurguladıkları millî formülasyon, günümüz Türkiye’sinin insicamı ve bölgesel ve uluslararası fırsatlarıyla göz önünde bulundurularak yeni bir aşamaya doğru evrilebilir. Milliyetçiliği kendi sosyolojisinden kopuk, donuk ve dogmatik bir kurgulama olarak tasavvur etmek, millî heves ve tahayyüllerden uzaklaşmak anlamına gelir. Bu Türk milliyetçiliğinin doğasına ve hatta tarihselliğine aykırı bir durumdur.

Şimdi Sayın Bahçeli’nin ve MHP’nin Tunceli tecrübesinden hareketle acilen atması gereken adımlar var. Birincisi benzeri ziyaretlerin herhangi birilerinin meydan okumasına gerek duymadan devam ettirilmesi gereğidir. İkincisi, gündemdeki millî sorunlara dair çok net ifade edilen “reddiyelerin” yanına çözüm için hangi adımların atılması gerektiğine dair aynı netlikte önerilerin kamuoyuna aktarılması gerekmektedir. MHP’nin reaksiyoner değil, aksiyoner; içine kapanık değil, dışa dönük yüzü millî sorunların çözümünde en çok ihtiyaç duyulan iksirdir.

Prof. Dr. Recai Coşkun, Sakarya Üniversitesi İşletme Bölümü Öğretim Üyesi. 1988 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun oldu. İngiltere'deki Warwick Üniversitesi'nde yüksek lisans, Leicester Üniversitesi'nde doktorasını tamamladı. 'Uluslararası Balkanlarda Sosyal Bilimler Kongresi' ve 'Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi' kurucu ve düzenleyicisi olan Coşkun, aynı zamanda "Düşünce Dünyasında TÜRKİZ Siyaset ve Kültür Dergisi"nin editörlüğünü yürütüyor.

Recai Coşkun

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve SİYASETCAFE'nin editöryel politikasını yansıtmaz.

siyasetcafe.com

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.