Monna Rosa: Kırık Bir Aşk Hikayesinin Yadigarı

Monna Rosa: Kırık Bir Aşk Hikayesinin Yadigarı

Bazı sevda hikâyelerinin sonunda kavuşulmazdı. Bazılarında ise âşıklar; maşuk(a)larına kendilerini anlatamazdı. Bazı şiirler reddedilebilirdi; ama her kabul edilmeyişin bitebilen/değişebilen vadesi vardı...

Şair der ki: ‘Kavuşunca; şiir biter; şarkı susar…’

Dolayısıyla şair, şiirinin sonlanmasını istemez. Şiir nihayetlenirse acı kesilir; his gider; hikâye sona erer…

Sezai Karakoç; Diyarbakır Ergani’de dünyaya geldi. Ortaokulu ve liseyi devlet imkânıyla yatılı okudu. Okul sıralarında Türk ve dünya edebiyatının önemli isimleri ve eserleriyle adeta arkadaşlık yaptı. Derslerinin yanında, edebiyat ilk seçeneği/göz ağrısıydı.

sezai-karakoc.jpg

Sezai Karakoç

İlk şiirlerini de lise sıralarında verdi; dünya görüşü şekillenmeye başladı. Son derece çalışkan, dikkatli, aşırı duygulu ve girişkendi. Daha o günden klasik yerli İslâmcı entelektüellere benzemeyeceği belliydi. Batı, Sol ve Marksist dünya görüşünün önemli eserlerine de zaman ayırdı. O’na göre, fikir ve sanat dünyası bütündü.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi; hayatının önemli kararlarını almasını sağlayacaktı. İlk aşkı, ilk terk edilişi, ilk şöhreti ve daha pek çok ilk adımı/adamı okulda tanıyacaktı. İlk aşkı; modern bir ‘Leyla ile Mecnun hikâyesi’ydi.

Şiirler yazılıyor; edebiyat seanslarında meraklılarına okunuyor; ama, kalbin sesi muhatabına iletilemiyordu/duyurulamıyordu. ‘Biz, mahcup ve onurlu çocuklarız; başımızı kaldırıp bir kere bile bakamayız,’ diyecekti. Aşk tek taraflıysa; bitmez ilham kaynağıydı. Kalbi çalan hırsızlığından habersizse; beklemek lazımdı. Bazen de hissettirebilmek için küçük bir girişim gerekli miydi? Muazzez, değerinden haberdar mıydı?

'Sezai Karakoç; Cemal Süreya ile Ece Ayhan’ın Okul Arkadaşıydı'

Karakoç; tam yarım asır Monna Rosa şiirini kitaplarına almadı. Hikâyesinin merak edilmesini, araştırılmasını, gönül çalıcısının bilinmesini istemedi. Ama şiir efsane haline geldi; kendine saklamak inceliğini/zarafetini gösterdiği sırrı zamanı gelince, yüreğine sığ(dır)maktan vazgeçti, taştı. Aslına bakılırsa; birbirini izleyen kıtalarının mısralarının ilk harfleri yan yana konulduğunda ‘habersiz!’ kalp hırsızının adı bulunurdu. Geyveli ‘muhacir güzeli’ faş olurdu. Ama akrostiş biraz dikkat isterdi...

Sezai Karakoç; Cemal Süreya ile Ece Ayhan’ın okul ve şiir arkadaşıydı. ‘İkinci Yeni’nin kurucuları arasında gösterilecekti.

cemal-sureya-001.jpg

Cemal Süreya

Cemal Süreya hayatının bir bölümünde önemli rol alacaktı. Süreya da, aynı kıza gönül verdi. Akşam, küçük kâğıt parçalarına yazdığı şiirlerini kimselere görünmeden maşukasının mantosunun cebine bırakırdı. Genç kız; kendisine özel şiirlerin sahibini/sahiplerini merak ederdi. Şairinin adını öğrenmek için beklemesi gerekecekti; sonra da tesadüfen tanıyacaktı.

Sezai Karakoç da, Geyveli güzelin mantosuna şiir bırakırdı. Yazılar benzemese de, iki hayranın varlığından da haberdar mıydı?

Geyveli güzel kız; yakın çevresince Grace Kelly’e benzetilirdi. - Kelly; döneminin çok ünlü sinema ve tiyatro yıldızıydı; Oscar ödülü sahibiydi. Monako Prensesi unvanıyla da tanınacaktı. - Adı: Muazzez Akkaya’ydı. Babası, Reji de denilen Tekel’de memurdu. Çocuklarının eğitimine önem verirdi; en iyi okullarda okumalarını isterdi. Muazzez’in üniversite dönemi gelince; Ankara’ya tayinini yaptırmıştı.

muazzez-akkaya-evlilik-sonrasi-cekilmis-bir-resmi.jpg

Muazzez Akkaya

Geyve doğumlu güzel kız; Eskişehir, Ankara, İstanbul arasında mekik dokumuştu. İstanbul Kandilli Kız Lisesi’ni leyli meccani (parasız yatılı) okumuş ve başarıyla tamamlamıştı. Sonra bir arkadaşının teşviki ile Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin sınavına girip kazanmıştı. Sene 1950 idi. Akkaya hiç yıl kaybetmedi; 1954’de başarıyla mezun oldu. Derslerine çalışırken, sosyal faaliyetlerden de ayrı kalmazdı. Ülker Akçakoca (Köksal) devre arkadaşıydı; beraber ping pong oynamaya giriştiler. Fakülteler arası yarışmada bütün rakiplerini yendi; birinciliği kimseye bırakmadı. Karakoç da seyircileri arasındaydı. Ünlü şiiri Ping Pong Masası’nı yazacaktı; fakat ilham kaynağı yine habersizdi.

'Sınıfında Çok Güzel Şiirler Yazan Birisi Var…'

Geyveli Muazzez Akkaya; ünlü gazeteci, CHP eski Genel Başkanı Altan Öymen’in eşi Aysel Hanım ile de okul arkadaşıydı. Bayan Öymen; Akkaya’dan bir sınıf gerideydi. Sezai Karakoç’u gösterecek; ‘Sınıfında çok güzel şiirler yazan birisi var,’ diyecekti. Ama Akkaya; edebiyattan ziyade matematiğe ya(t)kındı. Şiir dinler, okurdu. Yazma becerisi gösteremezdi. Karakoç’la bir ara yakınlaştıklarını saklamayacaktı: ‘Çok şiirler verdi; ne bileyim yazılar verdi; kitaplar verdi; fakat yakınlık duyamadım,’ diyecekti. Kalbini kazanacak kişinin başkaca özellikleri mi olmalıydı?

Şiir matinelerine de dinleyici olarak katılırdı. Bir şehir efsanesinde, Karakoç sahneye çıktığında salonu terk ettiği ileri sürüldü. Akkaya röportajında şöyle demişti; ‘Şiir gününde kürsüye çıktı, okudu gerçekten… Hangisini okuduğunu hatırlamıyorum. Ben de okul gecesi için gitmiştim. Ama ne kaçtım; ne de başka bir şey yaptım. Sakin sakin oturdum, dinledim…’

Karakoç ile platonik yakınlaşması, Cemal Süreya’yı devre dışı bırakacaktı. İki şair arkadaş iddiaya girmişti: Muazzez Hanım kiminle samimi olursa, öteki âşık geride duracaktı. Bir de, yenilen soyadını değiştirecekti: Cemal Süreyya’nın soyadı Süreya, Sezai Karakoç’unki de Karkoç diye nüfusta değiştirilecekti. Cemal Süreya sözünde durdu; soyadı Süreyya’yı mahkeme kararıyla Süreya yaptı. İddia ve sonuçtan Akkaya’nın tam 50 yıl sonra haberi olabildi.

'Cemal Süreya Sınıftaki Karatahtaya Hep Şiir Yazardı…'

Cemal Süreya’nın duygularının da farkındaydı. Evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra Süreya ile bazen öğle yemeklerinde karşılaşacaktı. İkisi de Maliye’de çalışıyordu. Süreya; her seferinde evliliğini sorardı; ‘Gayet iyi gidiyor,’ gibi cevaplar alırdı. Sonra da; ‘Benimki de iyi gidiyor, neden iyi gitmesin,’ derdi.

Yıllar geçse de aşk yarası kapanmıyordu; izi kalıyordu. Akkaya’nın hatırlamasına göre; Süreya sınıftaki tahtaya hep şiir yazardı. Mantosunun cebine iliştirilen küçük kâğıtlardaki yazıyla tahtadaki çok benzerdi. Perihan adlı arkadaşı kendisini uyarmıştı; Akkaya, gerçeği ancak o zaman anlayabilmişti.

Muazzez Akkaya; 1954’de okulu bitirince Maliye Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. Burada, Orhan Giray adlı çok efendi, saygılı, tam bir İstanbul beyefendisiyle tanıştı. Orhan Bey; genel müdür yardımcısıydı. Evlendiler; hayatın yükünü paylaştılar. Akkaya’nın beyanına göre; çok mutlu evlilik süreci yaşadılar; 2 kız, 2 erkek çocuk sahibi oldular. Muazzez Hanım; Hukuk Fakültesi’nin fark derslerini de verip avukatlık yapma hakkı da kazandı.

'Sezai Karakoç Ödül Törenlerine Hiç Katılmadı…'

Sevdasına karşılık bulamayan Karakoç hiç evlenmedi. Monna Roza adlı şiirini hiçbir kitabına almadı; tam 50 yıl bekledikten sonra kararını değiştirebildi. Hayranları/izleyicileri efsaneleşen şiiri yazarak, fotokopi yoluyla çoğalttı. Kendisine layık görülen ödülleri almaya gitmedi. 2007 yılında Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü kendisine verilince tavrı değişmedi. Bakanlığa kısa bir not gönderdi: ‘Maddi ödülün takdiri size ait… Ödül plaketini posta ile gönderebilirsiniz…’ Karakoç, 2011 yılında Cumhurbaşkanlığı Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü. Kendisine sunulan plaket ve para ödülünü reddetti; yine törene katılmadı.

Sıra arkadaşı, şair dostu Cemal Süreya’nın yorumuyla ‘Mehmet Akif ve Necip Fazıl karışımı şair’di. Kitaplarını imzalamaktan hoşlanmazdı. Okurlarının eserlerini satın alıp okuyarak kendisini ödüllendirdiğini, düşünürdü. İzleyicilerinin hoş/gönül alan yorumlarını hiçbir ödüle/plakete değişmezdi.

‘Modern bir Leyla ile Mecnun denemesi’ diye yorumlanan Monna Rosa’nın asıl kahramanı; ‘Okul yıllarında bana ilgisini fark etmiştim. Bu şiiri yazdığını da biliyordum. Ben aynı yakınlığı duy(a)mamıştım,’ diyecek ve kayıtsızlığını/karşılıksızlığını başka mecraya taşıyacaktı. Anlatısına göre; sırrını birkaç yakın arkadaşıyla paylaşmıştı; bir de şart koşmuştu: ‘Kimseye söylemeyeceksiniz!’ O’nun nazarında Sezai Karakoç büyük şairdi; şiir de edebiyat tarihine mal olmuştu; sevdasına saygı duymuştu; karşılık vermemişti. Karakoç tek yanlı aşkını kalbine gömmüştü; mısralarla yetinmişti.

Monna Rosa efsanesi hep büyüdü ve hep merak edildi.

Oysa; dünyada hiçbir gerçek nihan kalmazdı.

ALİ HİKMET İNCE

SİYASETCAFE.COM

 

İlgili Haberler
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.