Yazar Laçiner: ERDOĞAN DİKTATÖR MÜ?

Yazar Laçiner: ERDOĞAN DİKTATÖR MÜ?

Erdoğan ile Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö arasında gerçekleşen görüşmenin ardından, basın toplantısında Finlandiya'dan bir gazeteci Erdoğan'a Türkçe ifadelerle çok net bir soru sordu. 'Diktatör müsünüz” dedi…

Finli gazeteci, “Halk sizden korkuyor. Ülkenizde sizin diktatör olduğunuz konuşuluyor, siz diktatör müsünüz? Bundan daha vahimi ise Ankara’daki saldırının içinde devletin parmağı olduğundan bahsediliyor. Bu iddialara ne cevap vereceksiniz?” derken salon buz kesildi.

Erdoğan, bu soru üzerine, gazeteciyi işaret ederek “hangi gazeteden?” diye sordu. Ardından gazetecinin sorusuna yanıt veren Erdoğan şunları söyledi:

“Şimdi şunu bir defa samimiyetle görmek var. Diktatörün olduğu bir ülkede herhalde böyle bir soru soramazsınız. Diktatörün olduğu bir ülkede o ülkenin başbakanı ve cumhurbaşkanına, ailesi dahil, sınırsız hakaretin olduğunu göremezsiniz. Özgürlüklerin sınırsız yaşandığı ülke Türkiye’dir. Avrupa Birliği üye ülkeleriyle yarışırız, iddia ediyorum. Yazılı ve sosyal medya… ailem, eşim, çocuklarım olmak üzere her türlü hakaretle karşılaşmaktadır. 13 yıllık süreçte buna sabırla katlandık.”

Erdoğan diktatör olmadığını kanıtlamak için halkın % 52’sinin oyunu aldığını da hatırlattı… Böylece diktatörlerin seçimle gelemeyeceğini ima etti…

DİKTATÖR NEDİR?

Sözlükler ‘diktatör’ü katı güç uygulayan; hükmederken sınırsız ve kontrolsüz güç uygulayan otoriteryan yönetici olarak tanımlıyor.

Kavram dikte etmekten, yani zorla bir şeyleri yaptırmaktan, karşısındaki istese de istemese de kendi doğrusunu ona yaptıran anlamlarını içeriyor…

‘Tiran’ ve ‘despot’ kelimenin eşanlamlıları arasında…

Çeşitli sözlüklere göre bir yöneticiyi ‘diktatör’ yapan en önemli unsur, etkili bir muhalefet ve yasalar tarafından sınırlandırılmamış olması, denetime tabi olmamasıdır…

Diktatörlüklerin bir diğer tipik özelliği ise düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlaması, hatta yasaklaması, farklı görüşlere tahammül dahi edememesidir.

Ülkede farklı düşünceler seslendirilemeyince tek doğru despot yöneticininki kalır.

Diktatörün bir diğer özelliği ise iktidarı miras yoluyla değil, seçimler veya benzeri mekanizmalarla ele geçirmesidir. Yani, baskıcı bir krala diktatör demiyoruz, ‘baskıcı kral’ diyoruz. Herbert Hoover diyor ki, “her diktatör iktidar yollarını konuşma özgürlüğü merdivenini kullanarak tırmanır. Ancak iktidara bir kez ulaştıktan sonra ilk işi başkalarının konuşma özgürlüğünü kısmak olur.”

Diğer bir deyişle, diktatörler demokrasilerden de çıkabilir. Diktatörler bazı sorunları ve mağduriyetleri istismar ederek çıktıkları iktidarı diğerlerini bastırmak için kullanırlar. Dolayısıyla Erdoğan’ın “seçimle geldim” tezi diktatör suçlamalarını çürütmek için yeterli değildir. Bundan dolayıdır ki muhalifleri “Hitler de, Mussolini de seçimle geldi” itirazını getirmektedirler.

ERDOĞAN DİKTATÖR MÜ?

Herşeyden önce halkın mühim bir kısmı Erdoğan’ın aşırı güçlendiğini düşünüyor ve bundan rahatsız. AK Parti çevrelerinden tanıdığım pek çok kişiden dahi buna benzer endişeleri duydum. Diğer partiler ise Erdoğan’ın otoriter olduğunu, yasaları, hatta Anayasa’yı umursamadığını kesinlikle düşünüyor.

 

Eleştirilere göre Erdoğan, mevcut sistemi ve yasaları uyulması gereken kurallar bütünü olarak değil, aşılması gereken bir engel olarak görüyor. Erdoğan ise daha iyi için, mevcut sistemi engel olarak gördüğünü ve onu değiştirmek istediğini iddia ediyor. Peki, kim haklı?

Diktatörler tarihine baktığımızda hiçbir diktatörün annesinin karnından diktatör olarak doğmadığını görüyoruz. Otoriteye eğilimleri olsa da, pek çok diktatör haklı itirazlarla ve konuşma hürriyetini sonuna kadar kullanarak iktidara yürümüşlerdir. İktidarda rakiplerini bir bir elimine edip, en sonunda rakipsiz kalınca tam anlamıyla bir diktatöre dönüşmüşlerdir. Bu dönüşümün sırrı ise şahsın salt kötü olması değil, rakipsiz ve denetimsiz kalmasıdır.

Diğer bir tabir ile siz de ben de bu şartların oluşması halinde acımasız bir diktatöre dönüşebiliriz. Demokrasileri otoriteryenleşmekten, despotik hale gelmekten koruyan kurumsal denetim ve herkesin uymak zorunda olduğu yasalardır. Yani, diktatörleşmek bir süreçtir. Erdoğan bugün diktatör olmayabilir, ancak girdiği yol tam da diktatörleşme ile sonuçlanabilecek bir yoldur. Bunun en önemli kanıtı ise Anayasa’nın belli maddelerini, sırf seçimle geldiği iddiasıyla yok saymasıdır. Sadece Anayasa değil, pek çok önemli yasanın da aynı şekilde yok sayıldığını, hukukun özüne aykırı şekilde değiştirildiğini vs. görüyoruz.

Şu an içinden geçilen nokta, karizmatik bir lider önderliğinde çoğunluğun despotluğudur. Her doğru çoğunluğun oyunda aranmaktadır, toplumsal mutabakat ve evrensel erdem çoğu zaman gözardı edilmektedir. Liberal düşüncenin önde gelen isimlerinden John Stuart Mill, toplumların gelişmesi ve özgür kalması karşısında ‘çoğunluğun tiranlığı’nı tetikte olunması gereken bir tehlike olarak görmüştür.

Diyebiliriz ki, çoğu zaman ‘çoğunluğun tiranlığı’, diktatörlüğe giden yolun kritik bir dönemecidir…

Türkiye’nin şu an yaşadığı en mühim sorunlar iktidarın yasalar, muhalefet ve basın tarafından denetlenememesi, yargı-yasama ve yürütmenin tek bir güce dönüşmek üzere oluşudur…

Türkiye’nin aynı derecede önemli bir başka sorunu ise düşünce ve ifade özgürlüğünün her geçen gün saldırıya uğraması, medyanın tek ses haline getirilmesidir. Oysa ki basın özgürlüğü tüm özgürlüklerin anasıdır. Basının hür olmadığı ülkelerde toplum dilsiz sayılır, konuşamaz. Konuşamayan, düşünemeyen toplumlar ise her zaman baskıcı bir yöneticinin eline düşer.

Özetleyecek olur isek, Türkiye elbette bir diktatörlük değildir, Erdoğan da bir diktatör değildir. Ancak girdiğimiz yol da yol değildir. Basın özgürlüğünde 149. sıraya düşmüş bir Türkiye’nin hayırlı bir yolculuk içinde olduğunu kimse söyleyemez. Sadece ülkeyi yönetenleri eleştirdiği için soruşturma geçiren, gözaltına alınan, hapsedilen, linç edilen, işini kaybeden insanların yaşadığı bir ülkenin varış noktası doğal olarak hepimizi endişelendirmektedir.

ERDOĞAN, DİKTATÖRLEŞMEYE ‘DUR’ DEMELİ

Bence bu gidişat Erdoğan’ın kendisini de endişelendirmelidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan da diktatör olmaktan korkmalıdır. Çünkü tarihe adını altın harflerle yazdırmayı başarmış bir tek diktatör dahi yoktur. Diktatör olmak utanç vericidir, kişinin kendisini tüketmesidir.

Erdoğan şunu bilmelidir ki, kendisini denetleyecek bir muhalefetin, basının ve kurumların olmadığı bir ortamda despotlaşmak muhakkaktır. Dünyanın en iyi insanı da olsanız denetimsiz güç muhakkak yozlaşır ve despotlaşır. Yani bir kere o sürece girdiğinde kendisi de istese insan kötü sonu durduramaz, buna engel olamaz.

Aynı şekilde, yargının bağımsız olmadığı, mahkemelerin herkese eşit muamele yapmadığı bir ülkede yöneticilerin tiranlaşması kaçınılmaz bir sondur… Bu tehlike o’nun için de geçerlidir. Yani denetlenmezse, mahkemelerin, basının ve muhalefetin denetimini yok ederse Erdoğan da tiranlaşabilir.

Erdoğan, artık kendisi için de büyük bir tehlike olan diktatörleşme sürecini görmeli ve önce kendisi buna ‘dur’ demelidir.

KİTAP KÖŞESİ

Son olarak, yazımızı bir duyuru ile bitirmek istiyorum. Eğitim ve kültür üzerine yazılarımı "NEDEN BİZİM DE BİR OXFORD'UMUZ YOK" adlı eserde birleştirdim. Yazıların bir kısmına Star, İnternethaber ve Haberdar okurları aşina. Ancak kitabın önemli bir kısmı yeni yazılardan oluşuyor.

Bu kitapta Türkiye'nin en önemli sorunu saydığımız 'eğitim'i ele almaya çalıştım. Katkısı olması dileğiyle, okurlarımıza şimdiden teşekkür ediyorum...

siyasetcafe.com

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.