Selçuk DÜZGÜN

Selçuk DÜZGÜN

3 Mayıs'ı anmak ve anlamak!

3 Mayıs'ı anmak ve anlamak!

Onlar, Başbuğ Mete Han’ın M.Ö 209 yılında kurduğu ve bugün nerede ise tüm dünyada hayata geçirilen 10’luk düzenli Türk Askeri sisteminin son temsilcileriydi,

Onlar, Başbuğ Atilla’nın seferleri ile ortaya çıkmış bugünkü Avrupa’ya tapanlara karşı milli ruhu ayakta tutmaya çalışanların son temsilcileriydiler,
Onlar, şairin dizelerinden “Anadolu başladı mezar olmaya, Kızılelma’ya hey Kızılelma’ya“ diye tanımladığı Başbuğ Alparslan’ın 1071 Malazgirt zaferi ile Anadolu’yu ebedi Türk yurdu olarak tescillemesinin son bekçileriydiler,
Onlar, “Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul’u” diyerek Roma’yı yerle bir eden, çağ açıp çağ kapayan Konstantin’i İstanbul kılan, Türk kılan Başbuğ Fatih Sultan Mehmet’in akıl hocaları, fikir babaları gerektiğinde Ulubatlı Hasan’larıydılar,

Onlar, Çanakkale’de “Ya İstiklal, Ya Ölüm” diyerek tarih sahnesine çıkan, 30 Ağustosta yedi düveli denize dökerek 7 bin yıllık Türk Devlet geleneğinin son temsilcisi Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk’ün sözde değil öz de temsilcileriydiler,

Onlar, Doğu Türkistan’da İsa Yusuf Alptekin’e, Batı Tırakya’da Sadık Ahmet’e, Kırım’da Mustafa Cemil Kırımoğlu’na, Kıbrıs’ta Rauf Denktaş’a ve Azerbaycan’da Ebulfeyz Elçibey ile Türkiye’de Alparslan Türkeş’e geleceğin Türk Dünyası için ışık oldular.

Kısacası onlar; Çin entrikalarına, Bizans oyunlarına, kızıl, yeşil emperyalist akımlara karşı Türk yurdunu kalemleri, kelamları ve gerekirse canları ile koruyan son yiğitlerdi ve kendinden sonraki nesillere bu mefkûrelerini 3 MAYIS tarihiyle damga vurarak aktardılar.

Peki kimdi ONLAR, neydi 3 Mayıs?

Onları ve 3 Mayıs’ı anlamak için her şeyden önce iyi bir zeka, temiz bir ahlak ve yiğit bir vicdan lazımdır. 

Biz bazı fikirlere nefret, bazı fikirlere şiddet,  bazı fikirlere saygı ve Türkçülere sevgimiz ile bu satırları kaleme alıyoruz.

Bu yüzden yazdıklarımızı herkesin sevmesini ve beğenmesini elbette beklemiyoruz.

3 MAYIS’ın ÖZETİ!

Yen kurulan Türkiye Cumhuriyeti henüz tam taşlarını yerine oturtamadığı bir dönemde ülkeyi bir KIZIL hastalığı sarmıştı.

Devir, milli şef devri.

Ülkede tam bir baskı rejimi var. 

Özellikle de Türkçülük düşüncesine.

Buna karşılık komünistlerin borusu ötüyor. 

Bunlar Milli Eğitim ve önemli kurumlara yerleştiriliyor. 

Toplumda derin bir endişe var, ama korkudan kimsenin sesi çıkmıyor.Nefes almanın bile izne tabi olduğu bu ortamda Atsız Hoca, Orhun Dergisinin Şubat ve Mart 1944 sayılarında devrin Başvekili Şükrü Saraçoğlu’na hitaben iki açık mektup yayımlıyor. 

Burada, devlete sızan hainlerin  isimleri ve delilleri verilip, kurumların temizlenmesi isteniyordu.

Bunlardan Sabahattin Ali (Daha sonra Bulgaristan’a kaçarken jandarma tarafından vurularak öldürülecektir) kendisine vatan haini diyen Atsız’ı mahkemeye veriyor. 

İlk duruşma 26 Nisan’da kalabalık bir izleyici önünde yapılıyor, dava 3 Mayıs’a bırakılıyor.

3 Mayıs duruşmasında, o güne göre mahşeri denebilecek bir kalabalık vardır. 

Ankara’da özellikle  yükseköğrenim gençliği Adliyenin her tarafını doldurur. 
Anafartalar, Denizciler caddesi ve bütün çevrede, milli ruh şahlanır. Yürüyüşe geçen binlerce Türk genci milli marşlar söyleyip, komünizmi telin ederek, Atsız’a ve milli davaya destek verir

Bu olay, 40 yiğitle Çin sarayını basan Kürşat destanında olduğu gibi, devrin yöneticilerini çok korkutmuş olmalı ki, ihtilal teşebbüsü olarak algılanmıştır..
Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, büyük bir “hainlik” vesikası olarak tarihe geçecek bir söylemde bulunmuş, Atsız ve arkadaşlarını çok ağır bir dille yermiştir. 

Bunun üzerine yurtta Türkçü düşünceye sahip olan herkes tutuklanmış ve hatta yolda Atsız‘a selam verenler bile sorguya çekilir duruma gelmiştir. 
Atsız‘ın evinde yapılan bir aramada o dönemde Üsteğmen olarak görev yapan Alparslan Türkeş‘in Atsız‘a gönderdiği mektup ve yazıları çıkınca, Türkeş de gözaltına alınmış ve Tophane’deki Askeri Cezaevi’ne kapatılmıştır. 

Daha sonra “Türkçü – Turancı” olduğunu itiraf etmesi için o da tabutluklara kapatılmış ve aynı dönemde Reha Oğuz Türkkan, Hüseyin Namık Orkun, Zeki Velidi Togan gibi 23 Türkçü de çok çeşitli işkencelere maruz bırakılmıştır.

Sadece Türkçü oldukları ve Türk Budunu ’nu uyandırmaya çalıştıkları için o güne kadar görülmemiş işkencelere maruz bırakılan ve sonrasında yıllarca hapse mahkûm edilen büyük Türkçüler, hapisten çıktıktan sonra da ülkü uğrunda savaşmaya devam etmişlerdir.

3 Mayıs denince akla elbette ilk gelecek isim Hüseyin Nihal Atsız özel olarak anmadan geçmek elbet olmaz!

Atsız denince de benim aklıma bir dik duruş, bir dava adamı, bir şair , birmütefekkir ve en önemlisi  bir kahraman gelmektedir.

Elbette Atsız`a tüm bu özeliklerini veren maziden aldığı Türklük bilincini atiye taşıma arzusunu hücrelerine kadar indirgemiş olmasıdır.
Öyle ki, sevgilinin kalem kaşında, sofrasındaki  aşında, dağdaki kardelende, gökteki bozdoğanda , yolda ki sonsuzlukta hep Türklük görmüş ve cümlelerine onu aksettirmiştir.

Bir yılan gibi sürünmektense, bir Bozdoğan  gibi semalarda süzülmeyi, bir arslan gibi kafese konulmaktansa biz bozkurt gibi hürriyet için  ölmeyi kendisine hayat felsefesi yapmış ve Türklüğün son yüzyılının unutulmazları arasında yerini almıştır.

Verdiği mücadeleyle,  TÜRK OCAKLARININ misyonunu tamamladığını savunmuş ve dev gibi bir ÜLKÜ davasının fikir babası olmuştur.
İşte o mücadele sonucunda genlinen noktanın zirve günüdür 3 Mayıs. 

Ve o gün TÜRKÇÜLÜK bayramı olarak milletimiz tarafından kutlanmaktadır.

Dikkat edin TÜRKÇÜLÜK diyorum!

Biz Türkçülük derken bizleri Hitler veya Stalin faşizmi ile karıştıran bir sürüde aptal var ki, onlara cevap vermek gerekmez. 

Zira Türkçüler cahillerle sohbeti kesecek kadar Mevlana`yı da anlamış insanlardır.

Atsız`ın her eseri dolu dolu okunmalı ve bu memleket bel kimliğini korumak için yeni Atsızlar mutlaka yetiştirmelidir.

Zira Atsız`ın dediği gibi ` Bize bir gençlik lâzımdır. Temelinde cehalet, duvarlarında riya, tavanlarında dalkavukluk bulunmasın.`

Ve Atsız o gençliğe şu beyitlerle sesleniyor;

`Ölümlerden sakınma, meyus olmaktan utan! 

Bir kere düşün nedir seni dünyada tutan? 

Mefkuresinden başka her varlığı unutan, 

Kahramanlar gibi sen ebedi kalmalısın... `

Yine o gençliğe KIZIL ELMA`yı  hedef gösteriyor ve şu dörtlüklerle sesleniyor ;

KIZIL ELMA uğruna kılıç çekince kından, 

Bahtiyarlık denen şey artık geçmez yakından. 

Mesut olup gülmeyi sök, çıkar hatırından. 

Belki öldükten sonra bir parça güleceksin. 

Yüz paralık kurşunla gider “HAYAT” dediğin; 

“Tanrı yolu” uzaktır; erken kalk sıkı giyin. 

Yazık, bütün ömrünce o kadar özlediğin 

Güzel Kızıl Elma’na varmadan öleceksin. 

Verdiği mücadelede haklılığını, yalnızlığınız anlatmak içi `Bir kemiğin ardından saatlerce yol giden, itler bile gülecek kimsesizliğimize` diyor  ve belkide o gençliğe en güzel nasihati şu dörtlüklerde  saklıyordu;

'Hayatın kamçısıyla sızar derinden kanlar, 

Senin büyük derdinden başkaları ne anlar? 

Vicdanını “Paris”e, “Moskova”ya satanlar, 

Küfür diye bakarlar senin dualarına. `

Ve günümüze kısa bir gönderme;

Siyasette muhabbet... Hepsi yalan, palavra... 

Doğru sözü “Kül Tegin” kitabesinde ara... 

Lenin’den bahsederse karşında bir maskara, 

Bir tebessüm belirsin sadece dudağında. 

Ve mukadderata  olan teslimiyeti;

Istırabı kanına kat da göz kırpmadan iç! 

Varsın gülsün ardından, ne çıkar, bir iki piç... 

Bu varlık dünyasında yalnız senin hiç mi hiç, 

Bir şeyin olmayacak hatta mezar taşında....

Evet, Nihal Atsız, Türkiye`de değil de Afrika`da doğsaydı da yine Türkçülük  yapardı.

Nihal Atsız, ne zulüm görürse görsün, ne kadar tabutluklara atılırsa atılsın yine Türkçülük yapardı.

Nihal Atsız, devletin başında kim olursa olsun doğru bildiğini söylemekten asla çekinmez bu duruşunu da  Türkçülüğü `ne bağlardı.

Nihal Atsız, Tanrı dağları kadar Türk`tü ve uçmağa vardığında Tanrı Dağlarında Kürşad ona mutlak  `hoş geldin oğlum ATSIZ`  demiştir.

Nihayetinde 3 Mayıs’ın sonuçları da olmuştur!

-Türk Milliyetçiliği Atsız’ın yaktığı bu ateşle Alparslan Türkeş gibi bir lider çıkarmış ve bugün ülkemizin en önemli siyasi partisi MHP’yi miras bırakmıştır.

-Ülkü Ocakları gençlik yapılanması ile “ Esir Türklere hürriyet meşalesi yakılmış, bu meşale ile;

-1944’den 30 yıl sonra Kıbrıs çıkartması olmuş KKTC devleti kurulmuştur,

-SSCB yıkılmış ortaya 6 yeni devletimiz çıkmıştır,

-Başta 15 Temmuz hain darbe girişimi olmak üzere, ülke her dara girdiğinde ATSIZ’ın yaktığı ateşin temsilcileri meydanlara çıkarak hainlere gereken tepkileri vermiştir. Kaldı ki 3 Mayıs zamanki KIZIL işgale karşı verdiği mücadele ile ülkemize yönelik başka bir işgali önlemiştir.

Sonuç Olarak;

Bugün dünya da 5 Bine yakın milletin olduğu söylenmektedir.

Bu milletlerin yaklaşık 200 devleti vardır

Bu devletlerden 7`tanesi Türklere aittir.

Şu an özerk ve otonom olanları saymıyorum, yine bu devletlerin ataları tarihte 20’ye yakın büyük devlet kurmuştur.

Ezelden ebede giden yolda bu tarihi yazana TÜRK MİLLETİ denir.
O millet yine tarihte iki kez çağ açıp çağ kapamış ve dünyanın bugünkü şekillenmesinin mimarı olmuştur.

İşte 3 Mayıs’ın hikâyesi bu muazzam tarihin en son ve en asil hikâyelerindendir.

Hani Afrin’e savaşa giderken tankın üstündeki askere spiker “ istikamet nereye” diye sorduğunda “ Kızıl Elmaya” diye bir cevap aldı ya, işte o cevabın mimarı 3 Mayıs ruhudur.

Bu vesileyle; 3 MAYIS TÜRKÇÜLÜK BAYRAMI, TÜRK MİLLİYETÇİLERİNE ÜLKÜCÜ HAREKETE kutlu olsun.

Atsız`ın şahsında ebediyete intikal etmiş bütün 3 Mayıs`ın karamanlarını saygı, sevgi ve hürmetle yâd ediyorum.

Evet ONLARA bir dua borcumuz var, mekanları cennet olsun, ruhları Şad Olsun!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selçuk DÜZGÜN Arşivi