AK-Saray 5 katrilyona mal olacak, güvenliğini israil sağlayacak
Saray'ın beş katrilyona mal olacağı, güvenlik planının ise İsrailliler tarafından sağlandığı söyleniyor.
AKP'li Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, partisinin Antalya – Kepez İlçe Kongresi'nde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın lüks ve şatafat merakını örtme / gizleme görevini üstlendi. Medyaya çok fazla yansımadı ama; Bozdağ, Cumhurbaşkanı'nın ''lüks içinde yaşamadığını'' anlatmak zorunda kaldı.
Kuşkusuz ki; Bekir Bozdağ durup dururken bu meseleyi açmak zorunda kalmadı. Bozdağ'ı, savunma yapmaya iten temel etken, yapılan tüm anketlerde, Kaçak Saray'ın halkın gündemine oturduğunun görülmesidir. Öyle ki; anketler halkın yüzde 75'inin Kaçak Saray'ı ''gereksiz bulduğu'' ve “paranın israf edildiği''ni düşündüğünü gösteriyor. Bekir Bozdağ'a ise Erdoğan'ın lüks tutkusuna kılıf arama ve bulma görevi düşüyor...
Ne hazin bir tablo değil mi?
Danıştay'ın ''Buraya inşaat yapamazsınız'' yönündeki kararına rağmen dikilen kaçak binayı ''Adalet'' Bakanı savunmak zorunda kalıyor. Oysa ki; o Adalet Bakanı'nın görevi, sarayın kaçak bir biçimde yapılmasına engel olmak, yapılsa bile yıktırmaktı!
Ya diğer AKP'lilere ne demeli!
Belli ki; hiç biri koltuğundan olmak istemiyor ve Bozdağ'la aynı tavrı almak zorunda kalıyor. Bozdağ, Kaçak Saray'ı meşrulaştırmak isterken, “CHP zihniyetine uysak, hiç biriniz Mercedes'e binemezsiniz'' diye konuşuyor. Gören de Antalya'nın Kepez İlçesi'nde halkın tamamının Mercedes'le dolaştığını ve AKP'nin herkesi zenginleştirdiğini sanar...
Nasıl içerikten yoksun ve çocukça laflar bunlar...
Okul yıllarımızda arkadaşlarımıza sosyalizmi anlatırken duyardık bu argümanları... Beyni anti-komünizmle şartlandırılmış bebeler, “İyi ama sosyalizmde hiç kimse bir evden fazlasını alamıyormuş'' derdi. Bunu söyleyenlerin tamamı ise kirada oturan emekçi çocuklarıydı... Bekir Bozdağ, orta okuldaki arkadaşlarıma benziyor... Halkı, ''Mercedes'e binemezsiniz'' diye korkutuyor. Aynı Bozdağ, hükümetinin 40 milyon insanı yardıma muhtaç hali getirdiğini ise gizliyor.
“İktidar bozar, mutlak iktidar ise çürütür'' derler. AKP'nin bugün içine düştüğü durum, çürümedir... Öyle ki; hükümetin başı Erdoğan, bir önceki yazımda da ifade ettiğim üzere, hazine bütçesini artık keyfi harcamaları için kullanmaktadır. Ve Kaçak Saray olarak anılan binanın yapımı için, emekçilerin alın teri o binanın temeline gömülmüştür.
Kaçak Saray'a ilişkin tepkiler artarken, AKP iktidarı bunun önüne geçmek ve tepkilerin oluşmasını engellemek için muhalefeti tuzağa çekmeyi başarmıştır. Muhalefet de bu tuzağa düşmüştür!
Muhalfetin yanlışlarına biraz sonra değineceğim. Ancak; daha önce Kaçak Saray'a ilişkin edindiğim birkaç yeni bilgiyi sizinle paylaşmak istiyorum:
Ankara'da yaşayan AKP'nin aktif isimlerinden biriyle konuştum birkaç gün önce. Kaçak Saray'ın kendilerine “büyük bir maliyeti''nin olduğunu söyledi. Ardından ise ekledi: “Bu maliyet sadece para ya da hazinenin kullanılması değil. Halk, Kaçak Saray'ı istemiyor. Parti tabanımız her yerde sarayla ilgili sorular soruyor, anlatamıyoruz...''
Aynı kaynak, Kaçak Saray'a ilişkin kamuoyunda dolaşan rakamların daha üstünde bir paranın harcanacağını da ifade etti. Anlatığına göre, Kaçak Saray için toplamda beş katrilyon (3 milyar dolar) harcanması öngörülüyor. Çünkü; Kaçak Saray'ın yanına yapılacak olan 250 rezidans, cami ve birkaç bina, maliyeti daha da artırıyormuş. Saray bir süre sonra, devletin üst düzey yönetiminin tamamını bünyesinde barındıracakmış. Yani; MİT, polis ve bakanlıkların bazı daireleri de Kaçak Saray'a taşınacakmış. Bunun getireceği güvenlik riski ise başka bir yazının konusu...
Zira; aynı kaynak, Kaçak Saray içinde Erdoğan için tam teşekküllü bir hastane yapılacağını, bunun maliyetinin de bütçeyi zorlayacağını söyledi. Bu hastanede, devletin en üst düzey yetkilileri de tedavi olacakmış... Bu da sanırım, onlara bir ''sus payı'' olarak sunulacak...
Enteresan bir diğer bilgi ise şu:
Kaçak Saray'ın güvenlik koordinasyonu ve planını İsrailli bir şirket üstlenmiş... Medya önünde İsrail'e demediklerini bırakmayanların, güvenliklerini İsrail'e emanet etmesi ise dikkate değer... Bina, öyle bir dizayn edilmiş ki; etraftan geçen kim olursa olsun kaydedilecek, arabasının plakası alınacak ve bu bilgiler hemen güvenlik taramasından geçirilecekmiş...
Görüldüğü üzere, ''normal'' bir ülkede iktidarı devirmesi gereken gelişmeler oluyor ama iktidar yüzde 39/40 bandında kalmayı başarabiliyor. Muhalefet, halkın parasının nasıl çar çur edildiğini yeterince anlatamıyor. Üstelik; halk kulağını bu sarayla ilgili gelişmelere yöneltmişken...
CHP YİNE TUZAĞA DÜŞTÜ
Biz yazmaktan, anlatmaktan bıktık ama muhalefet partileri tuzağa düşmekten bıkmadı.
Bakın; çok değil, daha 45 gün önce bu köşede AKP'nin genel seçime yönelik aday belirleme stratejisini oluşturduğunu ve bu strateji gereği, ''milliyetçi oylar''a yöneleceğini yazdık. Somut örnekler de verdik.
AKP, aday belirleme ve genel seçim stratejisinin ilk adımını Dersim – Alevi tartışmasını açarak attı. “Alevi açılımı'' ve “Dersim'' tartışmasını medya aracılığıyla yeniden gündeme getiren AKP, hem kendi döneminde gerçekleşen katliamların üstünü örttü, hem de Aleviler ile CHP arasındaki bağı zayıflatmaya çalıştı. Böylece, halkın yüzde 75'inin karşı çıktığı / eleştirdiği / gereksiz bulduğu Kaçak Saray tartışması da gündemden düşürüldü.
CHP, bunu hep yapıyor... AKP iktidarı ne zaman köşeye sıkışsa, kendisine kurulan tuzağa düşüyor.
Bunun en büyük sebebi ise CHP'nin medyayı yanlış kullanmnasından ve yöneticilerin uzatılan her mikrofona konuşmasından kaynaklanıyor.
Örneğin; CHP yöneticileri, kendilerini davet eden TV'lere çıkıyor ve gerekli - gereksiz tüm tartışmalara katılıyor. Peki bu tartışmalar kiminle yapılıyor; tabii ki muhataplarıyla değil... AKP'li akademisyen ve gazetecilerle... AKP'li akademisyen ya da gazeteciler, CHP'nin bagajlarını ortaya döktükçe, CHP'li yöneticiler önce savunmaya girişiyor sonra ise artan baskı karşısında ''partisinin tarihiyle hesaplaşma''ya başlıyor.
Oysa ki; CHP MYK'nın bir üyesi, karşısında AKP'li muhatap yoksa, AKP'li gazetecilerle TV tartışmasına katılmamalıdır. Zira; siz AKP'li bir gazeteciyle tartışmaya çıktığınızda, söylediğiniz her şey havada kalıyor. AKP'li gazeteci, görevi gereği, CHP'yi suçluyor. CHP'li ise derdini anlatmaya çalışan adam pozisyonuna düşüyor. Halbuki; sorgulaması ve hesap sorması gereken gereken CHP'dir! Ancak bu olmuyor; çünkü CHP'linin karşısında muhatabı yer almıyor...
CHP'liler, “AKP de şunu yaptı, bunu yaptı'' deyince, gazeteci büyük bir pişkinlikle “Onu AKP yöneticilerine anlatın, biz AKP yöneticisi değiliz'' diyor. CHP'linin bu gayreti bir işe yaramadığı gibi, ''Kamuoyu CHP'nin karşısında'' algısı daha da güçleniyor. CHP, sürekli eleştirilen, beceriksiz, geçmişi sıkıntılı bir parti konumuna itiliyor.
Bunun son örneği, CNN Türk'te yaşandı. AKP'nin ''örtülü'' yayın organı olan CNN Türk, CHP'li Sezgin Tanrıkulu'nu tuzağa çekti ve istediğini elde etti. Tanrıkulu, canlı yayında ''özür dilemek'' zorunda kaldı. CHP, bu söylem yüzünden büyük bir yara aldı. Bunu, Tanrıkulu'nun kendisine de söyledim...
Oysa ki; yapılması gereken şuydu:
Tanrıkulu, ya yayına çıkmamalı, ya da tek başına çıkmalıydı. Bir diğer alternatif ise AKP'li üst düzey bir yöneticinin de yayına gelmesi halinde programa katılmayı kabul etmesiydi. Tanrıkulu'nun karşısına AKP'li bir yönetici gelse, CHP Dersim meselesi üzerinden sorgulanamazdı. Tanrıkulu, AKP'li yöneticiye, iktidar partisinin samimi olmadığını, CHP'nin bu konuda verdiği yedi teklifin AKP tarafından reddedildiğini hatırlatırdı. Ya da en azından, Berkin Elvan'a küfredenlerin, Alevi meselesinde samimi olmadığını gösterme fırsatı bulurdu. ''Cem Evi cümbüş evidir'' diyenlerin, Uludere'de 34 kişiyi katledenlerin, Dersim'e yönelik gözyaşlarının sahte olduğu gösterilirdi.
Bakın, dünyanın hiçbir yerinde, parlamentolar tarihsel olayları yargılamaz. Parlamentolar, "Biz siyasi kimlik sahibiyiz. Olaylar hakkında objektif davranamayız. Tarihi tarihçilere bırakalım'' der. CHP'nin yapması gereken de budur...
Kuşkusuz buna ilişkin onlarca örnek verebilirim... Ancak anlamı yok.. CHP Dersim tartışması tuzağına düştü ve seçmeniyle olan gönül bağı biraz daha zayıfladı... CHP'nin kurucuları, hiç de hak etmedikleri ithamlarla anılır oldu...
Hem Tanrıkulu'nun, hem de Mehmet Bekaroğlu'nun peş peşe yaptığı açıklamalar, CHP'yi genel seçime ilişkin kanaatlerin oluştuğu şu günlerde zora soktu.
Mehmet Bekaroğlu'nun aynı günlerde dile getirdiği “Ulusalcılar partiden gitmeli'' açıklaması da tıpkı ''özür'' gibi CHP'ye büyük zarar veren bir söylemdir. 'Dersim özrü' ve 'ulusalcılar gitsin' söylemi, CHP tabanını yaralamıştır.
Bu satırları, kendisini ''sosyal demokrat'' olarak tarif eden bir gazeteci yazıyor... CHP eğer varolacaksa, içinde ulusalcısı da sosyal demokratı da dindarı da kendisine yer bulacak... Unutulmasın ki; siyaset bir ittifak kurma ve dost cephesini genişletme sanatıdır... AKP bunu başardığı için yıllardır iktidarda kalıyor.
Mehmet Bekaroğlu ise, ''Ulusalcılar gitsin'' diyerek, yüklendiğini iddia ettiği misyonda samimi olmadığını gösteriyor. Bekaroğlu, CHP'ye gelirken, “Toplumsal kutuplaşma ve çatışmayı bitirmeye katkım olsun diye buradayım'' demişti. Bekaroğlu, bırakın toplumsal kutuplaşmayı bitirmeyi, CHP içinde kutuplaşma ve çatışma yaratıyor. CHP, Bekaroğlu'nun sorumsuz söylemleri yüzünden haketmediği eleştirilere maruz kalıyor.
CHP, genel seçimler yaklaşırken, sorumsuz beyanatlar yüzünden kendisini ''Ulusalcı'' olarak tarif eden seçmenle arasındaki makası açıyor. Yapılan tüm anketler, seçmenin büyük bir bölümünün sandığa gitmemeyi düşündüğünü gösteriyor. CHP'nin bu sinyalleri iyi okuması ve ulusalcıların bu partinin ana omurgalarından biri olduğu gerçeğini görmesi gerekiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.