Türkiye'nin en hayati sorunu: 'İş Güvenliği'

Türkiye'nin en hayati sorunu: 'İş Güvenliği'

İş güvenliği ve sağlığı alanında davranışsal değişimler getirecek bir sistem kurulmalıdır. İşte haberin ayrıntıları;

Manisa’nın Soma ilçesinde özel sektör tarafından işletilen bir kömür madeninde 13 Mayıs 2014 günü meydana gelen korkunç kaza, Türkiye’de ‘İş Sağlığı ve Güvenliği’ alanındaki içler acısı durumu bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi. 301 işçinin ölümüyle sonuçlanan ve dünya madencilik tarihinin en büyük kazaları arasına giren bu facianın ayrıntıları, şüphesiz yapılan soruşturmanın tamamlanmasıyla ortaya çıkacaktır. Fakat ilk bilgilerin ışığında, güvenlik tedbirlerinin alınmasındaki eksiklik ve ihmallerin, bu kazanın da temelini oluşturduğu açıktır.

Türkiye’nin iş sağlığı ve güvenliği meselesini irdelediğimizde, uygulama hatalarıyla dolu bir tablo karşımıza çıkar. Ortada en alt basamaktan en üste kadar bir hatalar zinciri söz konusudur. Ülkemizde oluşturulmaya çalışılan iş sağlığı ve güvenliği olgusu, esasen içerik olarak birbiriyle bağlantısı bulunmayan, çok disiplinli bir kurallar dizisinden ibarettir. Ve maalesef, toplumsal kültür içerisinde kendine bir yer edinememiştir.

Kültürel değişimlerde her olgu; yöneten, yönetilen ve yönlendirenin birlikteliği yani toplumu oluşturan tüm bireylerin katılımı ile başarıya ulaşabilir. Bu bağlamda toplumdaki güvenlik kültürü olgusunu oluşturmak ve geliştirmekle yükümlü kurumlar, uygulamaya yönelik mevzuatlarında tarafsızlık ilkesini benimsemek ve kuralları tavizsiz ve ayrıcalıksız biçimde uygulamalıdırlar. Aksi halde, oluşturmaya çalıştıkları kültürel olgu üzerinden toplumsal olguların tamamının zarar görmesine neden olurlar.

Kurumlar, mevzuat hazırlarken yalnızca kendi sistemlerin, korumaya odaklanmaktan kaçınmalıdırlar. Çünkü toplum tarafından kabul edilmeyen uygulamalar nihayetinde reddedilecek ve bozuk kültür oluşumuna yol açacaktır. İstenilen kültür ile ortaya çıkan durum arasında çok büyük farklar açığa çıkacaktır. Aslında iş sağlığı ve güvenliği kültürü de, tıpkı diğer kültürel unsurlar gibi, özgün bir çıktıdır. Dolayısıyla Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliği kültürü oluşturan yetkililer, bu noktada toplumsal dinamikleri dikkate almalılar.

Türkiye’de ‘İş Sağlığı ve Güvenliği’ kültürü yok

Dünya üzerinde Müslüman nüfusun yoğun olduğu bölgelere bakıldığında, ölümlü iş kazaları oranının çok yüksek olduğunu gözlemleniyor. Bu kazalar incelendiğinde, çeşitli sosyo-kültürel unsurların kazalarda başrol oynadığı hemen fark edilebiliyor. Tekstil gibi emek yoğun bir sektörün çok yaygın olduğu Bangladeş’te meydana gelen kazalar, buna örnek verilebilir. Özellikle madencilik, gemi yapım ve inşaat sektörlerinde son yıllarda ardı ardına gerçekleşen kazalar ile ülkemiz de maalesef bu çerçeveye giriyor.

 

İş güvenliğinin her şeyden önce bir kültür sorunu olduğu dikkate alınırsa, iş kazalarını engellemek için uzun vadede toplumsal mühendislik yöntemlerine başvurmanın kaçınılmaz olduğu söylenebilir. Kısa vadede çözüme ulaşabilmek için ise kontrollü sistemler kurulmalıdır. Ancak bu şekilde kazalar kabul edilebilir sıklığa ve can kaybının yaşanmadığı ya da çok nadiren yaşandığı seviyelere indirgenebilir.

Mesela; Türkiye’de en fazla kazanın meydana geldiği iş kollarından biri de inşaatlardır. İnşaatlardaki kaza nedenlerinde birinci sırayı yüksekten düşmeler almaktadır. Yüksekten düşme sebepleri incelendiğinde, işçilerin üzerinde çalıştıkları yükselti ve iskelelerin güvenlik yönünden uygun olmadığını, uygun olduğu durumlarda da çalışanın başlıca kişisel koruyucu donanımı olan emniyet kemerini kullanmadığını görüyoruz. Halbuki bu sorununun çözümü aslında gayet basittir:

İnşaatlarda iskele standardizasyonu değiştirilir. İş yapma kuralları oluşturulur. Çalışanlar eğitilir. Bütün bunların takibi yapılır. Böylece inşaatlardaki kazalar büyük oranda engellenmiş olur. Lakin kazalardaki diğer etkenleri kültürel değişimle önleyebiliriz. Bunun için de uzun vadede toplum mühendisliği yöntemleri gündeme alınabilir.

Bu mühendisliği üstlenenler, öncelikle ön yargılarından sıyrılmış ve insanı merkeze alan bir düşünceye sahip kişiler olmalıdırlar. Henüz kendi olgunlaşmasını sağlamamış kişi ya da kurumlar sistemin idaresinde yer aldığı müddetçe bizler iş sağlığı ve güvenliğinin gelişmesini bekleyemeyiz. Gelişimi sağlayacak kişiler karizmatik liderlik özelliğine ve ikna kabiliyetine sahip olmalıdırlar. Tabii ki en önemlisi, iş güvenliği bilgileri ile sahanın bilgisini harmanlamış olan kişilerden seçilmelidirler.

2012 yılında çıkarılan 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun ana maddeleri genel hatlarıyla iyi hazırlanmış olabilir. Ama söz konusu maddelerin içeriğindeki boşluklar, saha ile uyuşmayan istemler ya da sistemler, ancak sizin kazalara ilişkin istatistik oluşturmanıza ve iş güvenliği ile ilgili yeni iş alanları yaratmanıza kaynaklık eder. Tabiri caiz ise otomobil üretmiş ama fren eklemeyi unutmuş olursunuz.

İş Güvenliği Uzmanları ile işveren bağlantısı

Türkiye’de İş Güvenliği Uzmanı ve İşyeri Hekimi’nin maaşını doğrudan işverenden alması, buradaki en büyük sorunu teşkil ediyor. Maaşını işverenden alan bir kişiden, “İşverene karşı dur ve onun hatalarını engelle” demesini beklemek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Buna bir de devletin işyeri denetiminde hata bulması halinde iş güvenliği uzmanının belgesini alması eklendiğinde, durum daha da karmaşıklaşıyor.

Çalışanların baskı ve stres altında karar vermeye zorlandığı bir sistem, yalan imparatorluğu kurulmasına hizmet eder. Bu sorunun çözümü aslında basittir. İş güvenliği uzmanlarının maaşının, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından denetlenecek bir fondan ödenmesi, sıkıntıları ortadan kaldıracaktır.

Bir diğer sorun, işverenlerin yasal zorunluluklarını anlatan uygulama kitapçıklarının eksikliğidir. Örneğin madenlerde; kaçış yollarının uzunluğu, yüzeye kaç saniyede ulaşılması gerektiği, temiz hava solunum cihazlarının özellikleri, yangın söndürme sistemlerinin yeterliliği gibi konulara dair bilgilerin yer aldığı kitapçıkların işçilere ulaştırılması gerekir. Ayrıca yasalara destek niteliğinde kitapçıklar yayımlanmalıdır.

İş güvenliği ve sağlığı alanında bütünleşme ve eşgüdümün sağlanması, elbette tek başına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın işi değildir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile beraber İmar Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Sanayi Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı da bu konuda sorumluluk sahibidir. Türkiye’de ameliyathanelerde dezenfektan olarak hâlâ kanserojen nitelikler taşıyan formalin maddesinin kullanılıyor olması, başlı başına büyük bir zafiyet göstergesidir. İş güvenliği ve sağlığı meselesiyle ilgili bakanlıklar, dünyadaki uygulamaları referans alarak sistemlerini revize etmelidir. Hassas sektörlerde faaliyet gösterecek firmaların standartları çok yukarılara taşınmalıdır.

İlköğrenimden başlayarak, iş güvenliği ve sağlığı alanında davranışsal değişimler getirecek bir sistem kurulmalıdır. Eğitim sistemine ‘Güvenli Yaşam Entegrasyonu’ mutlaka sağlanmalıdır. Türkiye’ye özgü bir yaşam güvenliği kültürü oluşturulmalı ve bu kültürün topluma yayılması doğrultusunda Sivil Toplum Kuruluşları ile işbirliğine gidilmelidir.

Ülkemizde birçok sektörde yurtdışında yasaklanmış sistemlerin kullanıldığı gerçeği, vahim bir durumdur. Bu haliyle Türkiye sanayisi, çevre ve sağlık açısından aslında çok büyük riskler satın almaktadır. Bu tablonun doğal sonucu, iş kazalarında Türkiye’nin dünya genelinde ikinci sıraya yerleşmesidir. Ülkemizdeki ‘meslek hastalığı’ oranı ise ölçülememektedir.

Soma’da maden işçilerine 10 günlük nasıl bir eğitim verildiğini bilmiyorum, fakat ben bu eğitimin de tam olarak verildiğine pek inanmıyorum. Facianın gerçekleşmesinin hemen ardından Soma’ya gittik. Oradaki işçilerle konuştuğumuzda, gaz maskelerini hiç kullanmadıklarını, hatta nasıl çalıştığını dahi bilmediklerini söylediler. Oysa kritik işlem içeren işlerde işin aktarımı ve tecrübeye göre işe giriş eğitimi kısa sürede verilir, ama işçinin yalnız çalışmasına asla izin verilmez. Eğitimlerin tam süresi de işin niteliğine göre 1 ile 6 ay arasında değişir.

6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, iyi niyetli lakin eksik bir girişimdir. Yukarıdaki öneriler hayata geçirilir ve iyi niyetle yürütülürse, insan odaklı gerçekçi bir sistem kurulabilir. Aksi halde iş kazaları ve bunlara bağlı ölümlerin önüne geçilemeyecektir.

Latif İşçen, İş Güvenliği Uzmanları Derneği (İŞGDER) Yönetim Kurulu Başkanı.

Twitter'dan takip edin: @latifiscen

siyasetcafe.com

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.