Selçuk DÜZGÜN

Selçuk DÜZGÜN

Bir Japon Hikayesi ve Abdullah TUKAY!

Bir Japon Hikayesi ve Abdullah TUKAY!

BİR JAPON HİKAYESİ VE ABDULLAH TUKAY! 

 


İzmit Körfez geçişi asma köprüsünde 'Catwalk' olarak bilinen halatın kopmasından kendisini sorumlu tutan Japon mühendis intihar etti.
 
 
Japon mühendis ölmeden önce braktığı notta ``Bu hata benim mesleki ve normal hayatıma son verir. Bu iş benim ve ülkemin gururuydu. Bu hatadan kimse sorumlu değil`` notu bıraktı.
 
Oysa o halat koptu diye maddi zarardan başka bir zarar gelmemişti. 
 
Bu bilinen Japon`lar için normal bir hareket, adamlar en ufak bir hatada hayatlarına son verecek kadar onurlu, erdemli davranıyorlar. 
 
Ya bizde? 
 
Ya bizde sorusuna cevap hepinizce malumdur.  Detaylarına girmeyeceğim.
 
Ben de bu olaydan yola çıkarak hem size bir Tatar şirimizi hatırlatmak, hemde onun gündemimize gönderme olan bir şiirini size sunmak istedirm.
 

Şairimiz, Mehmet Arif oğlu Abdullah Tukay 
 
Tukay çağcıl İdil Tatar edebiyatı ve dilinin babasıdır.
 
Hayat hikayesini merak eden araştırıp okusun diye yazmıyorum.

19 asrın bir dehası olan şairimiz çok genç yaşta tüberküloz hastalığına yakalanmış ve 26 yaşındayken rahmete intikal ermiştir.

İşte günümüz dünyasına ve insan olma erdemimize Abdullah Tukay`ın kaleminden `Japon Hikayesi` şiiri

Abdullah Tukay- Japon hikayesi
 

Evvel zamanlarda, bir taşçı yaşamış bu dünyada, 
Yurdumuzda değil, buradan uzakta, Japonya'da.
Kendisi babayiğit, genç bir kişi, 
Üşenmeden çalışır; yaparmış taş işi.
Rızkını kazanırmış, alın teriyle, güçlükle, 
Gün boyunca taşları parçalarmış çekiçle.
Kendisini bildi bileli, her zaman iş, 
Bu genç, rahat yüzü görmemiş.
Birgün böyle çalışıp, çok yorulmuş,
İş yapacak gücü kalmayınca, ara vermiş.
Bir hayli sıkılmış, bunalmış;
Böyle zor gün geçirmemiştim diye şikâyetlenmiş:
"'Tanrı'm, niye fakir ettin beni böyle? 
Rahmetin bol, ben kulunu da etsen zengin;
Herkes gibi ben de rahat yaşardım, 
Huzurlu ve mesut ömür sürerdim".
Bunun üzerine, uçup giden bir melek, 
Nasılsa, işitmiş onun sızlanışını.
Ve demiş: "İyi, âlâ, öyle ol", 
"İstediğin kadar zengin ol".
Bizim taş işçisi o anda zengin olmuş, 
Azaplı ve zor hayatı, kolay olmuş.
Şimdi artık, omzunda ağır yük yok, 
Rahat uyur, hiçbirşey için endişesi yok.
O sırada taşçı görür: Büyük ormandan, 
Geçip gitmektedir, askeriyle ulu bir han;
Kıyafetleri, baş üstündeki çadırları, 
Parlamakta güneş altında, altın hepsi.
Taşçı der: "Büyük iş mi, zengin olmak? 
Nasip olsa onun gibi han olmak.
Gülseydi yüzüme bahtım benim;
Ah, olsaydı vezirlerim, tahtım benim!"
Oradan uçup giden o melek, 
Taşçının söylediklerini işitir:
"Dileğin olsun senin, han ol" der, 
Uçup gider "hoşçakal!" der.
Taşçı bakar ki, o ânda han oluvermiş, 
Etrafına vezirler, askerler dolmuş;
Oyuncular güzel türküler söylemiş, 
Başını altın taç gölgelemiş.
Böyle de rahat değilmiş, güneş yakmış, 
Rahatsız olmuş han sıcaktan, büsbütün bıkmış;
"Gerekmez demiş, han olmak, baş olmak, 
Kısmet olsa bana ah, güneş olmak!"
O melek, yine oraya yetişip gelmiş, 
"Peki, istediğin gibi olsun" demiş.
O anda genç taşçı, güneş oluvermiş, 
Gökten bu dünyaya ışıklar saçmış.
Biraz sonra, çıkıvermiş bulut, 
Yeryüzü ile güneş arasına perde olup,
Kaplamış olanca gayretiyle,
Görünmez olmuş, güneşe yer, güneş yere.
Genç demiş: "Gerekmez güneş olmak, 
Bulutun gölgesinde kalıp, pasif olmak.
Tanrı'm, izin versen bana, olayım, 
Bulut olup, cihâna baş olayım."
Melek, o anda ulaşıp gelmiş,
Çıkmış göğe: " lâ, dediğin gibi olsun", demiş.
Taş, işçisi, bulut oluvermiş, 
Yeryüzüne yağmurlar yollamış.
Kovalar dolusu yağmur yağdığından, 
Sular aşıp taşmış yarlardan;
Ova, bayır, tarlaları su basmış, 
Herşey dalgaların altında kalmış.
Dalgalar ne kadar şiddetli olsa da,
Hücum etmiş herşeye, benzemişti düşmana.
Orada mevcut olan ova, dağ, taş, 
Zerre kadar görmemişti zarar.
Genç demiş: "Bulut olmak istemiyorum, 
Artık benim için bulut olmanın mânâsı yok;
Heybetimle titremedi hiçbirşey,
Gücüm karşısında, ancak güldü taş, dağ!"
O sırada yine meleği gelip ulaşmış, 
" lâ, güzel, öyle olsun", deyip gitmiş.
Taşçı o dakikada, olmuş dağ, taş, 
"Ebediyen kalırım, demiş, sağlam".
Her taraftan gelse de sular taşarak, 
Dalgalar dövse de şırak şırak!
Mağrûrâne kaldırıp baş, bizim dağ, taş, 
Sallanmadan, hareketsiz duruyormuş dimdik.
O sırada, çıkagelmiş köşeden bir insan, 
Ellerinde balta ile çekiç tutan.
Gelmiş, dağı, taşı kırmağa başlamış, 
Parçaladığı taşları atmağa başlamış.
Genç demiş ki; "Ben pekçok şekle girdim, 
Herbirinden yücelik ve saadet bekledim;
Gördüm ki, hiçbirşey "iş"e denk değil, 
İşten güçlü şey bulmak mümkün değil.
Gereği yok, yeniden taşçı olayım, 
Eskisi gibi, gayretli işçi olayım".
Kudretiyle, orada genç, taşçı olmuş, 
Eskisi gibi gayretli işçi olmuş.

Çevirmen Dr. Fatma Őzkan. - Türk Kültürünü Araştirma Enstitüsü, 1994)

Bilmem ne demek istediğim anlatabildim mi?


Selçuk Düzgün 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Selçuk DÜZGÜN Arşivi