Erdoğan ile Yazıcı'nın İmamoğlu gerginliği

Erdoğan ile Yazıcı'nın İmamoğlu gerginliği

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı arasında Ekrem İmamoğlu yüzünden gerginlik yaşandı.

Hürriyet gazetesi yazarı Abdulkadir Selvi, AK Parti’nin İstanbul seçiminde aldığı ağır yenilginin ardından, dün yapılan AK Parti MYK toplantısına ilişkin dikkat çeken bir ayrıntı paylaştı.

Selvi yazısında AK Parti MYK yaşananlarla ilgili, “Cumhurbaşkanı bir ara Ordu Havalimanı’nda yaşanan VİP olayına değinmiş. Seçim kampanyası sırasında da bu konu üzerinde durmuş ‘Yargının vereceği kararı ben şu anda bilemem ama yargının vereceği karar bu işte (İmamoğlu’nun) önünü kesebilir’ demişti.

Erdoğan benzer değerlendirmeyi MYK’da yapıyor.  AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı ise ‘Bu söylediğiniz hukuken doğru değil. Suçlu bulunsa dahi belediye başkanı görevden alınamaz, en fazla kınama cezası verilir’ diye itiraz ediyor. Bunun üzerine Erdoğan ile Yazıcı arasında bir gerginlik yaşanıyor” diye yazdı.

Avukat Ramazan Bulut, 22 Haziran tarihinde konuya ilişkin “Erdoğan'ın İmamoğlu sözleri ne anlama geliyor” başlıklı bir yazı kaleme almıştı.

Avukat Bulut yazısında, Erdoğan’ın dediği gibi İmamoğlu’nun görevden alınamayacağı dikkat çekerek, “Ekrem İmamoğlu seçildiği takdirde işlemiş olduğu fiilden yargılansa, en üst sınırdan ceza alsa bile, bu durum belediye başkanlığına engel teşkil etmeyecektir” diye yazmıştı.

İşte Ramazan Bulut’un 22 Haziran tarihli yayımlanan o yazısı:

“Ali Rıza Septioğlu… Bu isim yetmişli yıllarda Elazığ Milletvekili olarak meclisin en renkli isimlerinden biriydi. Aşiret kontenjanından milletvekili olmuştu. Ortaokul mezunuydu. Eğitimli değildi; ancak nüktedan ve sevilen biriydi. Asıl şöhretini, 1978'de Adalet Partisi'nden ayrılıp “Onbirler” grubu içerisinde yer almasına borçluydu. Çünkü Bülent Ecevit'in hükümet kurabilmek için onbir milletvekilinin oyuna ihtiyacı vardı. O da, partisi olan AP’den ayrılıp Ecevit Hükümeti’nde meteorolojiden sorumlu devlet bakanı oldu. Sırf onu bakan yapmak için böyle bir devlet bakanlığı ihdas edilmişti.

Bakanlığının ilerleyen günlerinde, bir gün odaları teftişe çıkar. Boş boş oturan bir takım memurları görünce, “Bunlar ne iş yapar?” diye sorar. Yanındakiler: “Efendim bunlar danışmanlarınız” der. Aniden durur ve akabinde, “Tamam da, bunlar şimdiye kadar bana hiç bir şey danışmadı ki!” diye çıkışır. Özel kalemi biraz mahcup biraz da çekingen bir edayla kulağına, “Efendim, siz onlara danışacaksınız.” diye fısıldayınca, Septioğlu aniden patlar: “Ulan, ben mi bakanım onlar mı? Ben bunların neyine danışayım?”

Bunu bir Elazığlı olarak defalarca farklı kişilerden dinledim. Doğru mudur? Bilemem. Ancak bu, Rahmetli Septioğlu’nun renkli kişiliğine uygun bir anekdot.

BU KESİNLİKLE BİR “GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA” SUÇU DEĞİL

Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan günlerdir İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Adayı Sayın Ekrem İmamoğlu’nu kastederek, “Ordu Valisi’nden özür dilemez ise o koltuğa oturamaz” şeklinde bir söylemde bulunuyor.

Son olarak ise NTV ortak yayınında gazeteci Ahmet Hakan, Cumhurbaşkanı’na bu minvalde bir soru yöneltti.

Dedi ki: “ Sandık ve milli iradeyle var olmuş bir siyasi lidersiniz. Burada, sanki seçilse bile başkanlık verilmeyecek gibi bir algıdan söz ediliyor. Bu algı doğru bir algı mıdır?”

Erdoğan’ın yanıtı aynen şöyle oldu:

“Bu görevi ihmal değil, görevi kötüye kullanmaktır. Göreve gelmeden bu işi yapması suretiyle o cezayı aldığı anda, bir defa bu benim kanaatimdir, yargı da bu kararı verirse, belediye başkanlığım benim nasıl düştüyse, onun da belediye başkanlığı düşer. Ben yaşadım çünkü. Ben yaşadığımı söylüyorum. Bana bu cezayı verdiler. Şiir okuduğum için verdiler.”

Öncelikle şunu belirtmek isterim; İmamoğlu’nun böyle bir suçu işleyip işlemediği bu yazının konusu değil. Bu konu yargının işidir. Ben, “Velev ki işledi” anlayışından yola çıkarak Erdoğan’ın bu tespitini değerlendirmeye çalışacağım.

Hukuksal anlamda buradaki en sorunlu ifade Sayın Cumhurbaşkanı’nın, “Bu görevi ihmal değil, görevi kötüye kullanmaktır” şeklindeki söyleminde yatmaktadır.

Zira işlendiği iddia edilen fiil bir suç olsa bile, bu kesinlikle bir “Görevi Kötüye Kullanma” suçu değildir. Bu suç Türk Ceza Kanunu’nun 257 nci maddesinde aynen şu şekilde tanımlanmıştır:

“Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar, hapis cezası ile cezalandırılır. “

CUMHURBAŞKANI BİR HUKUKÇU DEĞİL

Görüldüğü üzere bu suç için birinci şart, suçu işlediği iddia edilen kişinin kamu görevlisi olmasıdır. Bu tarihte İmamoğlu sadece bir belediye başkanı adayı olup bir kamu görevlisi değildir. Dolayısıyla ikinci şart olan “görevinin gereklerine aykırılık” hali de söz konusu olamaz. Zira İmamoğlu olay tarihinde kamu görevlisi olmadığından dolayı, yürüttüğü bir kamu görevi de bulunmamaktadır.

O halde atfedilen fiili nereye oturtacağız? Bu konuda tek ihtimal var: O da “Hakaret” suçudur. “Hakaret” fiili bir suç olarak TCK Mad.125'de düzenlenmiştir.

Aynen şöyledir:

“Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.”

 Yasa devamla,  hakarete maruz kalanın devlet memuru olması halinde ise “cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.” der.

Görüldüğü üzere “Hakaret” suçu  için öngörülen ceza “üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası” dır. Yani söz konusu suç ile ilgili ille de hapis cezası öngörülmemiştir. Seçenek olarak adli para cezası da öngörülmüş bulunmaktadır.

“Hakaret” suçu konusunda bir de, Türk Ceza Kanunu’nun 129 ncu maddesi vardır ki bunu da es geçmemek gerek.

“Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.”

Kısacası isnat edilen bir suç ile ilgili bütün bu hususların birlikte değerlendirilip akabinde karar verilmesi yasal bir zorunluluktur.

Hakaret suçu için öngörülen cezanın üst sınırı buradaki en kritik noktadır. Dikkat edilirse, üst sınır iki yıldır. Bu oldukça önemlidir. Zira Erdoğan’ın, “Yargı da bu kararı verirse, belediye başkanlığım benim nasıl düştüyse, onun da belediye başkanlığı düşer.” şeklinde bir beyanı söz konusudur.

Oysa İmamoğlu yargılanmış, suçu sabit görülmüş, cezası adli para cezasına çevrilmemiş ve hatta üst sınırdan ceza tayin edilmiş ve yasal hiçbir indirim yapılmamış olsa dahi verilecek ceza, “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması” (HAGB) kapsamındadır.

Çünkü Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. Maddesi, “iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir.” şeklinde bunu açıkça düzenlemiştir. Burada her ne kadar “karar verilebilir” ifadesi geçse de, geçmişte herhangi bir sabıkası olmayan birine mahkeme bu hükmü uygulamak zorundadır. İmamoğlu belediye başkanlığına aday olabildiğine göre, bu herhangi bir sabıkası olmadığı anlamına gelmektedir. Yani mahkûmiyet halinde hükmün açıklanması geri bırakılacaktır. Bu ise şu anlama gelir: İmamoğlu, beş yıl içerisinde kasti bir suç işlemezse hüküm ortadan kalkacaktır. Yani bırakınız “hakaret” gibi bir suçu, ortada “nitelikli dolandırıcılık” gibi “yüz kızartıcı” bir suç bile olsa, verilen cezada hüküm açıklanmamışsa bu bile seçilmeye engel olamayacaktır.

Bu konuda kendisine danışmanlarınca herhangi bir açıklama yapılmayan Erdoğan, İmamoğlu’nun işlediği iddia edilen fiil ile kendisi hakkında verilen 10 aylık mahkûmiyet hükmünü mukayese ederek hataya düşmüştür. Oysa Erdoğan lağvedilen Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından bir önceki ceza kanununda yer alan 312 nci madde çerçevesinde, “halkı kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek" suçundan ceza almıştır. O tarihte almış olduğu bu ceza, seçilmeye engel olduğu için belediye başkanlığı da düşürülmüştür.

Şunu da belirtmeden geçmeyelim; Erdoğan hakkında verilen söz konusu mahkûmiyet kararı doğru bir karar mıydı?.. Kesinlikle değil. O gün nasıl doğru bulmadıysam bugün de hala doğru bulmam. Bu da ayrı bir meseledir.

Sonuç itibariyle; Ekrem İmamoğlu seçildiği takdirde işlemiş olduğu fiilden yargılansa, en üst sınırdan ceza alsa bile, bu durum belediye başkanlığına engel teşkil etmeyecektir.

Cumhurbaşkanı bir hukukçu değil. Dolayısıyla suç vasfını bir hukukçu gibi değerlendirememesi normaldir. Anormal olan, bir danışman ordusuna sahip olmasına rağmen bu konuda bilgilendirilmemesi veya yönlendirilmemesidir. Merakım şudur; Erdoğan, “O koltuğa oturamaz.” şeklinde bir söylemde bulunduğunda, tek bir danışmanı da mı bu konuda kendisine bir açıklama yapmaz?

Ama Sayın Erdoğan: “Ben bir dünya lideriyim. Kaldı ki benim danışmanlarım metal yorgunu. Ben bunların neyine danışayım?” diye düşünmüşse, orasını bilemem!”

SİYASETCAFE.COM

İlgili Haberler
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.