Korucularda 'çözüm süreci' endişesi

Korucularda 'çözüm süreci' endişesi

Yaklaşık 67 bin geçici ve gönüllü köy korucusu var. Korucular, sürecin başarıyla sonuçlanması halinde kendi durumlarının ne olacağına ilişkin endişeliler.

Türkiye’deki en büyük korucu örgütü Köy Korucuları ve Şehit Aileleri Konfederasyonu Başkanı Ziya Sözen 'çözüm sürecinde' kendilerinin unutulduğunu söyledi. 'Sürece' dahil edilmediklerini belirten Sözen, "altyapısı hazırlanmadan elimizden silah alınırsa PKK’lılar öç almaya çalışabilir, korucular kendilerini savunur ve bölge kaosa sürüklenebilir" dedi.

 

Üç yıldan beri devam eden çözüm sürecinin önemli ayaklarından birini de Geçici Köy Korucuları oluşturuyor. Yaklaşık 67 bin geçici ve gönüllü köy korucusu var. Korucular, sürecin başarıyla sonuçlanması halinde kendi durumlarının ne olacağına ilişkin endişeliler. 22 il, 5 federasyon ve 90’ın üzerinde derneğin bağlı olduğu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri Konfederasyonu Başkanı Ziya Sözen, korucuların 'barışın güvencesi olacağını' savundu. Koruculuğun lağvedilmemesi gerektiğini söyleyen Sözen, altyapısı hazırlanmadan, korucuların ellerinden silahlarının alınmasının tehlikeli olacağı görüşünde.

‘Kan davası çıkabilir’

Çözüm sürecine dâhil edilmemeleri ve Kürt sorununun çözümünde meselenin sosyolojik boyutunun görmezden gelinmesinin kan davalarına yol açabileceğini belirten Sözen şunları söyledi:

“Bakın; ben şehit korucu çocuğuyum. Babam 1994 yılında Bingöl’de gözümün önünde vuruldu. Ben babamın hangi örgüt mensubu tarafından vurulduğunu bilmiyorum. Ama benim babamın vurulduğu gece babamla çatışmaya giren örgüt mensupları, hangi gece, hangi köyde, hangi korucu ile girdiği çatışmada arkadaşlarının vurulduğunu biliyor. Aileleri de biliyorlar. Sonuçta saldıranlar onlar ve nereye ve kimlere saldırdıkları belli. Diyelim ki çözüm süreci sağlıklı sona erdi, devlet dağlardan eşkıyayı indirdi, korucuların silahlarını topladı. Bu dağda vurulan 20 ile 30 bin arasındaki örgüt mensubundan kendisini vuran korucuyu bilenler içerisinde binde biri intikam duygusuna kapılıp eline silahı alıp o korucu köyüne gidip bireysel öç alma yoluna giderse yepyeni katliamlar ortaya çıkacaktır.”

Ziya Sözen, olası kan davalarının önüne geçmek için koruculuğun kaldırılması durumunda ortaya çıkacak sosyolojik ve psikolojik durumun dikkate alınmasını istedi. Âkıbetleriyle ilgili belirsizliğin korucuları strese soktuğunu söyledi.

“Devlet, sadece ekonomik boyutunu değil, bu bölgenin gerçeklerini, bütün sosyolojik, psikolojik boyutlarını ele almadan bu sistemin lağvedilmesini gerçekleştirirse burada bireysel kan davalarına dönüşmesi tehlikesi var ve bu korucularımızda ister istemez psikolojik bir rahatsızlık yaratıyor. Belki onları hırçınlaştıran, sinirli yapan budur."

'Çözüm sürecine dahil edilmedik'

Bölgeye gelip çeşitli kurum ve kuruluşlarla görüşen Akil İnsanlar grubunun kendilerini görmezden geldiğini söyleyen Ziya Sözen, korucuların çözüm sürecinin önemli bir parçası olduğu halde unutulduğunu savundu:

"Akil İnsanların yaptığı toplantılara çağrılmadık. HDP ve HDP'ye yakın kesimler koruculuğun lağvedilmesini istiyor. Süreci bozacağımız ve provokatif eylemlere girişeceğimiz söyleniyor. Süreç başladığından beri 11 arkadaşımız suikasta kurban gitti. Dört arkadaşımız PKK'nın elinde. Hâlâ, PKK tarafından gönderilen mektuplarla tehdit ediliyoruz. Çözüm süreci varsa biz niye ölüyoruz, niye kaçırılıyoruz? Bir sorumluluk ihtiyacı varsa ortada, herkesin buna uyması lazım. Bir sistem ya kalıcı olur ya geçici olur. İsmimizin önünde 'geçici' sıfatının 30 yıl varlığını sürdümesi bizi son derece rahatsız ediyor. Devlet açık ve net söyleyecek. Bu sisteme devam edeceksem amenna der, bize söyler ve biz bu sisteme devam ederiz. 'Sistem geçerliliğini kaybetmiş, günün şartlarında ihtiyaç yok' derlerse yarın sabah hiçbir arkadaşımız itiraz etmeden silahlarını Türkiye Cumhuriyeti devletine teslim edecektir ve herhangi bir kargaşa çıkarmayacaktır."

'Korucu aşiretleri tehlike yaratabilir'

1990'lı yıllarda aşiret olarak koruculuğu seçenlerin olası silah bırakma günü geldiğinde sıkıntı çıkarabileceklerini de iddia eden Ziya Sözen, devletin bu aşirelerle daha sıkı ilişki içerisine girmesi gerektiği görüşünde:

"Şanlıurfa, Şırnak, Hakkari, Van ve Mardin'de korucu aşiretleri var. Zaten bizim korkumuz da şu; bireysel olarak ben Bingöllü bir korucu olarak devlete kızdığımda gider silahımı bırakır, evimde otururum. Ama, bu aşiretlerin devlete kızması, küsmesi ve toplu hareket etmesi halinde biz bölgeyi kaybetmiş olacağız. Bizim endişemiz bu. Bu aşiretlerin saf değiştimesi halinde, kan davasına dönüşmesi halinde tehlikeli olur. Devletin her ay bu aşiretlerle toplanıp istişareler yapması lazım. Geçmişte yapılıyordu. Uçaklara bindirilip, Ankara'ya götürülüyor, çeşitli makamlarda kabul edilerek görüşmeler yapılıyordu. Ancak geldiğimiz noktada, çözüm sürecinde kendilerine danışılmıyor."

Suça karışan korucular

İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) 2009 yılında yaptığı araştırmaya göre korucular; öldürme, köy yakma, adam kaçırma, silahlı saldırı, işkence, gasp, taciz ve orman yakma başta olmak üzere 1345 suça karıştı. Ziya Sözen, korucuların karıştığı suçların polis, asker veya doktorların karıştığı suç oranlarından daha düşük olduğunu savunuyor.

“Suça karışan korucularla ilgili bir çalışma yaptık. Bütün kamu kurum ve kuruluşlarında olduğu gibi geçmişte korucularda da suça karışmış olanlar var. Bu suça karışma oranlarıyla ilgili yaptığımız araştırmada sınır boylarında korucular kaçakçılık başta olmak üzere, işte mazot, sigara kaçakçılığı, teröre yardım yataklıktan ve buna benzer suçlara karışmışlar geçmişte. İç bölgelere geldiğimizde kavgaya karışma, su arkı için köylerde yaşanan kavgalar, kız kaçırma gibi. Yüzde 1,8 oranına tekabül etmektedir. Bizim araştırmamıza göre korucuların suç oranları asker, polis ve doktorların suç oranlarından çok daha düşük.”

‘Suç, suça karışan korucuları sistemin içerisinde tutanlarda’

Korucuların karıştıkları suçlardan çok, 90'lı yıllarda sistem içerisinde tutulmalarının camialarına zarar verdiğini belirten Sözen, kendilerinin de bu durumdan rahatsız olduğunu söyledi.

“Örneğin bir kamu görevlisi bir suç işlediğinde o bu sistemden uzaklaştırılmıştır fakat korucu o günün şartlarında sistemin içerisinde barındırılmıştır. Korucular olarak en büyük rahatsızlığımız bu. Bu korucu da olsa asker de olsa; kim suça karışmışsa derhal sistemden uzaklaştırılmış olsaydı bugün koruculuk sistemi bu kötü hadiselerle anılmıyor olacaktı. Türkiye’de, bir savunucusu olmayan kişileriz. Bölgeyi bilmeyen Ankara’da İstanbul’da bizim hakkımızda önyargılı kanaatte bulunan insanlar olduğu için koruculuk suç örgütüymüş gibi, cani topluluğuymuş gibi lanse edildi.

Emekli korucularla birlikte sistemden bugüne kadar 90 bin kişi geçmiş, bunlar arasında 1700’ü geçkin korucu suça bulaşmıştır. Eğer bir korucu suça bulaşmışsa Doğu ve Güneydoğu’da; o bölgedeki karakol komutanı veya ilçe jandarma komutanı ya da oradaki mülkü idare amirlerinin bilgisi olmadan tek başına bu suçu işlemek gibi bir lüksü olamaz. Yani onun suç ortakları vardır; kaçakçılık yapmışsa beraber yapmıştır.”

Koruculuk sisteminin, PKK'nın ortaya çıkışının nedeni değil sonucu olduğunu savunan Ziya Sözen, bugün suça bulaşan korucuların bu sistem içerisinde tutulmadığını ve korucu alımlarının daha sıkı yapılarak, zorlu eğitimlerden geçirildiklerini vurguladı.

‘Sosyal güvencemiz yok’

Köy Korucuları ve Şehit Aileleri Konfederasyonu Başkanı Ziya Sözen’in koruculuk sisteminin devamı durumunda şartları var. Korucuların sosyal güvencesiz çalıştıklarını söyleyen Sözen bunun haksızlık olduğunu söyledi.

“Korucular dağdan gelip teslim olan PKK’lılarla aynı genel sağlık sigortası, yani yeşil karttan faydalanıyorlar. Sosyal güvencemiz yok. Düşünün günlük bir temizlik elemanını bir saat büronuzda çalıştırdığınız zaman bile sigortalı yapmak zorundasınız. Ama elinde silah ve camiasından 1660 şehit vermiş korucular bugün sigortasız olarak çalıştırılıyor. Biz diyoruz ki sistem gerekliyse bizim çocuklarımızı okutabileceğimiz, ihtiyaçlarını karşılarken mahcubiyet hissetmeyeceğimiz ve diğer vatandaşlara sağlanan olanakların aynısını istiyoruz. Ekstra bir fazlalık istemiyoruz. Ama şu anda onu göremiyoruz.”

 Korucunun bir günü

Çözüm süreci ile birlikte operasyonlara çıkmayan ve sadece bağlı bulundukları alanlarda görev yapan köy korucuları çatışmalı döneme göre daha rahatlar. Ali Dalgıç o koruculardan biri. 22 yıllık korucu Dalgıç’a göre, bölgedeki huzurun önemli kaynaklarından biri korucular.

 Ali Dalgıç 22 yıllık köy korucusu. Diyarbakır’ın Çınar ilçesine bağlı Beşpınar köyünde görev yapan Dalgıç doksanlı yıllara oranla rahat olduklarını anlatıyor. Köy korucularının günümüzde maaş ve sosyal haklar konusunda sıkıntılarının bulunduğunu belirten Ali Dalgıç bir köy korucusunun bir gününü ve geçmişle bu günün kıyaslamasını Al Jazeera Türk’e yaptı.

 Korucu aşiretleri: Biz ne olacağız?

Çözüm süreciyle birlikte koruculuk sisteminin devam edip etmeyeceği de tartışma konusu. Koruculuğun yaygın olduğu Van ve Hakkari’deki aşiretler akıbetlerini merak ediyor.

Türkiye’nin PKK’yla savaşında kullanılan geçici köy korucuları arasında korucu aşiretler önemli yer tutuyor. Korucu aşiretler de Çözüm Süreci'ni yakından izliyor. Sürecin nasıl sonuçlanacağı korucu aşiretlerin geleceğini doğrudan ilgilendiriyor. Al Jazeera, korucu aşiretlerin liderleriyle görüştü.

Van’da yaklaşık 5 bin 600 geçici köy korucusu var. 1996’da Alan ve Özbek aşiretlerinin yoğun olarak yaşadığı Çatak ilçesinde, başlarında Şaban Kahraman’ın bulunduğu özel bir korucu taburu oluşturuldu. ‘Şimşekler Korucu Taburu’ olarak adlandırılan 800 özel eğitimli korucu, bölgede önemli operasyonların yanı sıra zaman zaman sınır ötesi hareketlara da katıldı. Bu korucu taburunun başındaki isimle, Alan Aşiretinin liderlerinden korucubaşı Şaban Kahraman’la konuştuk.

Barış sürecine ilk destek verenlerden olduklarını belirten Şaban Kahraman, korucu gücünden, çözüm sürecine ve süreç sonrası akıbetlerinin ne olacağına dair birçok soruyu yanıtladı.

Kendilerini ne devlet ne de PKK için bir tehdit olarak gördüklerini ifade eden Kahraman, çok fazla isteklerinin olmadığını söylüyor.

‘’Kimse 900 lira için ölmez’’
 
Barış sürecinde korucuların muhatap alınmadığını ifade eden Kahraman, "Korucular ne devlet için, ne örgüt için bir tehdit değil. Biz gül uzatıyoruz. Gülün karşılığı silah olursa, nefsi müdahaleni yaparsın. Biz kimseye tehdit değiliz. Koruculara öcü gibi bakılmamalı. Kimse gidip 900 lira için ölmez. Bu insanlar 1985'den beri mücadele ediyorlar. Canla, bedel ödediler." dedi.

"Barış sürecinde 11 şehidimiz var"
 
Korucuların barışın önünde bir engel olarak görüldüğünü söyleyen Şaban Kahraman, ‘’Süreç başladıktan sonra Doğu Anadolu Bölgesi’nin değişik illerinde 11 korucumuz şehit edilmiş. Bitlis’te direğe asılıp hunharca öldürülen korucu son örneğidir. Van’da bazı kırsal yerlere rahatlıkla gidilemiyor. İşte bir gençlik yapılanması yapmışlar. Milleti rahatsız ediyorlar. Haraç alınıyor. Bunu kimse inkâr etmez. Burada zulüm ve zelalet var. Açık ve net söylüyorum, dürüst vatandaş maalesef eziliyor, öbür kesim ise maalesef cirit atıyor’’ diye konuştu.

‘’Kan davası olmaz’’
 
Barış sürecinde silahların bırakılması gerektiğine dikkat çeken Kahraman, öcü gibi bakılan korucularla PKK arasında süreç sonrası kan davası başlama ihtimalinin olmadığını kaydetti.

‘’Kürt sorunun PKK’yla bir alakası yoktur. Kürt sorununu sen ancak Kürtlerle çözebilirsin. PKK’yla çözemezsin. Asayişi ve silahsızlaşmayı PKK’yla çözersin. Ama sorununu sivil toplum örgütleriyle, kanaat önderleriyle, vatandaşla, Kürt halkıyla çözersin. Şu anda hükümet PKK’yla çözüm arıyor. Biz barış sürecinin hala ne olduğunu anlamış değiliz. Bekliyoruz. Süreç sonrası PKK ile veya bir başkasıyla sorun yaşamayız. Her şey normale döner.’’

‘’Önce barışı, sonra haklarımızı istiyoruz’’
 
30 yıldır devletin köy korucularının sosyal haklarını vermediğinden dolayı suç işlediğini dile getiren Kahraman, şunları söyledi:

‘’Biz barışın olmasını canı gönülden isteyen bir birimiz. Korucular, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bir işçinin, bir memurun hakkı neyse bunu istiyor. Fazla bir şey istemiyor. Şu an bir korucu asgari ücretten daha az maaş alıyor. Korucuların sigortası yok. Hâlâ yeşil kart ile doktora gidiyor. Devlet dairelerinde koruculara değer verilmiyor. Doğu Anadolu Bölgesinde korucular maalesef aşağılanıyor. Sosyal hakları yok. Bu devlet 30 yıldır suç işliyor. Bu insanları dağa sürmüş, sigortası yok, sosyal bir güvencesi yok. İnsanca yaşamak istiyor.’’

"Bizde de çürükler var"
 
Suça karışan birçok korucunun cezalandırıldığını dile getiren Kahraman, ‘’Suça karışan bir korucu varsa zaten hukuken gereği yapılıyor. Cezası kesinleşin de görevden uzaklaştırılıyor. Bu tip sistem içersinde suça karışmış bir korucu barınamaz. Hukuk buna izin vermez. Suça karışanların büyük kısmı sigara, mazot, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı gibi olaylara karışmışlardır. Adalet bunun gereğini yapmıştır. Ancak bu suça karışma yanlışı tüm koruculara mal edilmemeli. Her sektör gibi bizde de çürükler vardır. Dediğim gibi sistem içimizde barındırmıyor’’ dedi.

"PKK hakkını savunuyorsa, korucu da savunacak"
 
Barış sürecinin sonucunu beklediklerini bu yüzden de kendi içlerinde sürekli toplantılar yaptıklarını belirten Kahraman, konuşmasını şöyle sürdürdü:

‘’Kimse yanlış anlamasın. PKK, hakkını savunuyorsa, korucu da savunacak. Devletin yetkilileri, dağda 5 bin militan olduğunu söylüyor. Van’da sadece 6 bin korucu var. Barış sürecinden dolayı korucu susmuş evinde. Devletin emirlerini uygulamış, karışmıyor. Koruculara dün de, bugün de, yarın da ihtiyaç var. Süreç başlamadan da vardı. Hükümet bir zeytin dalı uzattı. Saygı duyuyoruz. Fakat şurada hükümetin yaptığını açık ve net söylüyorum, korucuları hiçe saymış. Cumhurbaşkanımıza, Başbakanımıza bilgi vermiyorlar. Biz de sesimizi duyuramıyoruz. Biz devlet terbiyesi aldık. Yürüyüş yapabilir, protesto hakkımızı kullanabiliriz. Kırmadan dökmeden demokratik haklarımızı savunuruz. Herkes zaten silahtan bıkmış. Silahı verdin ne oldu. O zaman canım, cicim denilen kahraman korucular şimdi gerekli itibarı görmüyor.’’

Jirki aşireti yıllarca bölgede PKK ile mücadelede hep ön saflarda yer aldı. Aşiretin Van, Şırnak ve Hakkari’de yaklaşık 30 bin kadar mensubu bulunuyor. Doğu bölgesinin en büyük korucu aşiretlerinden olan Jirki aşiretinin Hakkâri’deki liderlerinden Mehmet Adıyaman, barış yanlısı olduklarını belirterek artık ateşin sönmesini istediklerini söylüyor.

‘’Çözüm Erdoğan’ın ve Apo’nun elinde’’
 
Ellerindeki korucu gücünün tek isteğinin barış olduğunu belirten Adıyaman, ‘’30 senedir birbirimizi öldürüyoruz. Şu an da barışın yanlısıyız. Sönsün, bu kan dursun. Biz istiyoruz ki barış olsun. Kardeşlik olsun. Kana son verilsin. Başbakan, Cumhurbaşkanı diyor ki çözeriz. Biraz sabredilsin. Yeter bu kışkırtma, ateş yakma ve yol kesmeler. Diyalogla olsun. Barış sürecinin çözümü Tayip Erdoğan’ın ve Apo’nun elindedir. İsterse yapar, istemezse yapmaz. Başka kim ne derse yalandır. Sadece ikisinin elindedir’’ dedi.

"Devlet merhametlidir"
 
Korucuların taleplerinin karşılanacağına inandığını söyleyen Adıyaman, devletin merhametli olduğunu ifade ederek beklentilerini şöyle ifade etti:


‘’Kimsenin hakkını yemeyecek. Devlet korucu gençleri işe sokacak. Bekçi yapacak. Yaşlıları da emekliye sevk edecek. Başka ne deniliyorsa yalandır. Yarın koruculara bir şey verilmezse hiçbir şey yapmazlar. 70 bin kişi devlete ne yapacak? Bir iki sefer yürüyüş yapacak. Nereye varacak? Hiçbir yere varmayacak. Sonucunda devlet hakkı iade edecek.’’



"Tek çıkar barıştır"
 
Artık kimsenin silah yanlısı olmadığına işaret eden Adıyaman, konuşmasını şöyle bitirdi:

‘’Gelsin siyasi parti kursun. Meclise girsin ve siyasetini mecliste yürütsün. Silahla değil. Artık kimse silah yanlısı değil. Hepimiz şu an barışı bekliyoruz. Cumhurbaşkanı bir an evvel bitirsin. Her şeyin çözümü barıştır. İnançlıyız, duacıyız. İnşallah barış olur. Barış olmasa iyi olmaz. Her iki tarafta zarar görür, kötü olmak istemiyoruz. Tek çıkar barıştır. Çok güzel bir fırsat yakalandı. Etrafımızda neler oluyor görüyoruz. Şimdi gül gibi yaşanıyor. Dünyaları arasalar Cumhurbaşkanı gibi adam bulamazlar.’’

Korucular iki ateş arasında'
 
Köy korucularıyla ilgili araştırma yapan siyaset bilimci Nesrin Uçarlar, korucuların devlet ve Kürt siyasi hareketince sahiplenilmediğini ve iki ateş arasında kaldığını söyledi. Koruculuğun, Kürt sorununun önemli bir ayağı olduğunu savunan Uçarlar, “Korucuları hiç konuşmadan, Kürt sorununu çözemezsiniz. Kürt hareketinin korucularla barışması şart” dedi.

Bilgi ve Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde dersler veren siyaset bilimci Nesrin Uçarlar, 2013 yılında Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nün (DİSA) korucularla ilgili yaptığı araştırmada yer aldı. Araştırma sonuçları "Geçmişten Günümüze Türkiye’de Paramiliter Bir Yapılanma: Köy Koruculuğu Sistemi” adıyla kitaplaştırıldı.

Çalışmanızda en çok dikkatinizi çeken neydi?
 
Türkiye devletinin yeni kurulduğu 1920’lerde eşkıyalara karşı çıkarılan kanun canlandırılıyor. 18.03.1924 tarihli ve 442 sayılı Köy Kanunu’nda birkaç değişiklik yapılarak, köy koruculuğu oluşturuluyor. Aslında bu, devletin acizliğinin kabulü anlamına geliyordu. Aynı zamanda 60 yıl boyunca Kürdistan’da hiçbir ilerleme kaydetmediğinin göstergesi. 1920’lerde devlet yeni kurulmuştu, ordusunun, jandarmasının henüz oturmadığı zamanlar. Hırsızlara, eşkıyalara kaşı böyle bir sistem oluşturuluyor. Aradan 60 yıl geçmiş. PKK’nin ilk saldırılarından hemen sonra bu kanun yeniden gündeme geliyor. Köy koruculuğuyla devlet, ‘Ben bu bölgede devlet olarak varlık gösteremedim’ diyor adeta. İlk etapta en çok dikkatimi çeken bu oldu.

Sistemin başlatıldığı ve yaygınlaştırıldığı 1984-1991 arası dönemde egemen anlayışın “yerel güvenlik”, temel mekanizmanın ödül ve teşvik olduğunu; sistemin kalıcılaştırıldığı 1991-2000 arası dönemde ise, “kimliklendirme”, etnik kimliği siyasal kimlikten ayırma, yani Kürt ama PKK’li değil, PKK Kürtleri temsil etmiyor söylemleri; siyasal, askeri ve mali araçlarla Türkleştirme yani, Kürtlük=PKK, terör; Türklük=devlet, güvenlik ve vatandaşlık anlayışının ve “alan hakimiyeti” amacının egemen olduğunu, ceza, baskı ve zor mekanizmalarıyla zorunlu koruculuğun uygulandığını söyleyebiliriz. 2000 ve sonrasında ise sistemi yasallaştırma, kurumsallaştırma, normalleştirme, sistemden kurtulma çabası hakim. Bu dönemdeki anlayış ise “ahde vefa”, yani korucuların silahlarını geri alıp, karşılığında kendilerine toprak, iş, maaş vererek ve işledikleri suçları cezalandırmayarak, bir dönemin üstünü sessiz sedasız kapatmaya çalışma.
 

Köylülere zorla silah verip korucu mu yaptılar?
 
‘Ya silah alın, ya köyünüzü yakarız, sizi öldürürüz’ dediler. Korucu olmaya direnen köylüleri PKK ile bir tutup cezalandırmayı seçtiler. Hatta silahlarını teslim etmeye gelenleri tehdit edip, silahlarını almaya zorladılar. Lice bilinen en önemli örnek… ‘Silahlarınızı kullanmasınız bile sizde kalsın’ diyen bir devlet var. Bu, meselenin sadece güvenlik sorunu olmadığını gösteriyor; PKK’nin temsil etmediği Kürtler de olduğunu dünyaya göstermek istiyor devlet, aynı zamanda, ‘Bakın tüm Kürtler PKK’li değil, bizim verdiğimiz silahları aldılar, devletten yanalar’ mesajı vermek anlamına geliyordu.

Korucu olmaların nedeni sadece tehdit ve zorlama mı?
 
Birkaç sebep var. Ekonomik sorun, zorlama ve karşıt güç oluşturma. Geçim sıkıntısından, köyünü terk etmek istememe ve kavgalı olduğu aşiretlere, ailelere karşı kendini korumak için, koruculuğu kabul ediyorlar. Ekonomik sebep de bir zorunluluk. İş yok, aş yok. Savaş var.

Devlete bağlılıktan dolayı gönüllü olarak PKK’ye karşı silahlanma yok mu?
 
Çok az, sadece büyük birkaç aşiret lideri var. Politik Kürtlük kimliği oluşmamış, çoktan beri devletle işbirliği yapan bir takım aşiretlerin devamı olan insanlar bunlar. Bu şahıslar şimdi barış sürecinde bile ‘devlet silah bırak dese ben bırakmam, PKK bitmediği sürece bırakmam’ diyen insanlar. Aslında bu sisteme topyekun koruculuk sistemi dememeliyiz. Koruculuk sistemi bir paramiliter örgütlenme, yapılanma…

Nasıl yani?
 
İç çatışmaların yaşandığı tüm bölgelerde, paramiliter yapılanmalar suç örgütleridir. Dünyanın pek çok ülkesinde “terörle mücadele eden” devletlerin kullandığı paramiliter yapılanmaların aynısını korucularda da görüyoruz. Devletin düzenli ve resmi silahlı gücü dışında oluşturduğu bir silahlı güçten bahsediyoruz. Buna da dünyanın her yerinde paramiliter güçler denir. Türkiye’de de durum aynı. Devletin resmi kolluk güçleri silah kullanabilir bunu da ülkeyi savunabilmek için yapabilirler. Ama devlet ne yaptı, sivil insanları silahlandırdı. Halkın bir kısmını, üstelik o halk adına mücadele ettiğini ilan eden örgüte karşı savaşsınlar diye silahlandırdılar. Bu paramiliterliktir. Düzenli ordunun yapamayacağı bazı keyfi suçların işlenmesi için de bu güçler kullanılıyorlar. Kadın kaçırma, uyuşturucu, silah ticareti gibi suçlar…

Korucular da bu suçlara karıştılar mı?
 
Bunun için çok araştırma yapmaya bile gerek yok. Meclis’te pek çok önerge var. Dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşenir’in 20 Kasım 1996’da bir soru önergesine verdiği yanıt var. Korucuların karıştığı suçlar şöyle sıralanıyor; 225 adam öldürme, 71 adam kaçırma, 64 kız ve kadın kaçırma, 65 uyuşturucu madde kaçakçılığı, 58 silah ve mühimmat kaçakçılığı. Bunlar sadece 1996’ya kadar olan suçlar. Resmi rakamlar. Ki bu rakamlar bile korkunç.

Suça karışan korucuların kim oldukları belli mi?
 
Demin söylediğim ana akım Türk siyasetine bağlı aşiret liderleri ya da kişiler, özellikle. Ama benim daha çok üzerinde durduğum konu, zorunlu olarak korucu olanlar. Bu insanları, suç işleyenlerle aynı tutamayız. Bu, Kürtlerin de kendi aralarında barışmasının önüne geçen bir durum.
 
Nasıl yani?
 
Yani korucuların hepsini bir suç örgütü gibi görmek yanlış. Bu insanların çocukları var, eşleri var. Babaları korucu olduğu için hiç mutlu olmayan, utanç duyan çocuklar var. Nihayetinde koruculuk bir sistem olarak paramiliter bir sistem ama bunun içinde suç işleyenlerin yargılanması gerekir, suç işlemeyenlerin de yeniden topluma kazandırılması gerekiyor. Bu ayrımın yapılması önemli.

Topluma kazandırılmaları nasıl olacak?
 
Öncelikli olarak silahsızlandırılacaklar. Korucularla ilgili ‘bekçi, orman bekçisi, güvenlikçi yapılsın’ önerileri var. Bakın, önerdikleri yine silahlı işler. Silahlı bir istihdam alanı yaratmak, çözüm değil. Bu rehabilitasyon değil. Bu insanlar asker, profesyonel silah kullanan insanlar değil. Bu kesinlikle yapılmamalı. Silahla yapacakları herhangi bir iş olmamalı. Silahları alınmalı ve bu insanlara bir istihdam alanı yaratılmalı. Çünkü yıllardır koruculuktan para kazanıyorlar. Başka iş yapmayı bilmiyor ya da yapamıyorlar. Havyan ve tarımcılıkla ilgili istihdam alanları neden olmasın? Bir takım güvencelerinin olması gerekiyor. Bu konuda Ak Parti diğer hükümetlere göre ciddi iyileştirmeler yaptı. Ama aslında, koruculuk sistemini sessiz bir şekilde lağvetmek için yapıyor. Hükümet, sadece korucuların mağdurluklarını gidermek için değil, bu sistemden tümden kurtulmak istiyor ama kurtulamadıklarını da görüyoruz.

Hükümetin korucularla ilgili kapsayıcı çözüm projesini şu ana kadar göremedik…
 
Bu doğru ama ordunun vesayetinin olduğu yılları düşündüğümüzde, bu konuda en cesur adımı yine de AK Parti Hükümetinin attığını söyleyebiliriz. Yasalar çıkarıyor, korucuların sosyal yaşamlarını iyileştiriyor. Bu güvenceler istihdam yaratan değil, sosyal devlet olmanın gereği yardım etme oluyor. İstihdam konusunda çözüm üretmek gerekiyor. Diğer yandan, ‘Silahtan kurtulmak istiyoruz’ diyen korucular var. Bu insanları duymazlıktan gelmek yanlıştır. Bu konuda da Kürt hareketine sorumluluk düşüyor.

Kürt hareketi ne yapmalı?

Korucuların topyekun bir grup olarak görülmesini önlemeli. ‘Hainler’ şeklinde damgalanmalarına izin vermemeli. Kürt hareketi bu konuda pasif, bir şey yapmıyor. Devlet maaş bağlayarak, sosyal güvence sağlayarak, iş bularak, memur yaparak bir nebze kendi yarattığı suç örgütünü lağvetmek, meşrulaştırmak için silahsızlandırma anlamında değil ama yakınlarını çatışmalarda kaybedenler konusunda bir takım politikalar geliştiriyor. Devletin parayla çözmeye çalıştığını görüyoruz.

Alternatif çözümün Kürt hareketinden gelmesi gerekiyor. Hükümete, ‘Türk toplumunu barışa hazırla’ diyoruz. Buna gücü olduğu için, ‘Türk toplumunu barışa hazırlayacak olan sensin, medyayı kontrol edip, dili barış diline dönüştürebilirsin’ talebinde bulunuyoruz. Aynı şekilde Kürt hareketi de korucularla ilgili dilini değiştirebilir, bu tür eğilimlere set çekmeye, hain söylemini değiştirmeye çalışabilir. Bunu yapması da gerekiyor. 'Tabanından çekindiği için bunu yapamıyor' demek, ‘AK Parti Öcalan’ı çıkaramıyor, Türk milliyetçilerinden çekiniyor’ iddiasıyla benzer olur. AK Parti barış istiyorsa, tüm toplumu buna hazırlaması gerekiyor. Aynı şekilde Kürt hareketi de iç barış istiyorsa, Kürt toplumunu korucularla barışa hazırlamalı. Benim gördüğüm, devlet de Kürt hareketi de korucuların sorunlarının çözümünde bir şey yapma konusunda istekli görünmüyorlar.

Bu durum bölgedeki iç barışı tehdit etmiyor mu?
 
Ediyor tabii ki. Bölgede güvenli bir yaşam için koruculara psikolojik, fiziksel güvenlikli bir ortam yaratılması gerekiyor. Bu görev hem devlete, hem de Kürt hareketine düşüyor. Kürt siyasi hareketinin artık Kürdistan’da iktidar olduğunu görüyoruz. Bu yüzden sorumlulukları var.

Korucular Konfederasyonu Başkanı Ziya Sözen, Al Jazeera Türk'e verdiği röportajda, silahları alındığı takdirde kan davalarının çıkabileceğini söylüyor. Böyle bir tehlike de var mı?
Kürt hareketi, bu tür ihtimalleri bertaraf etmeye çalışabilir. Silah bırakan koruculara yönelik saldırıları, şu an olduğunu sanmıyorum ama varsa böyle bir ihtimal bunu önleyebilir. Korucuların, ‘Bize saldırırlar’ sözlerini bir tehdit olarak değil, güvenlik talepleri olarak okuyorum. Korucular, Kürt hareketinden bu güvenceyi almak, duymak istiyorlar.

Kürt hareketi ne demeli?
 
Silah bıraktıkları takdirde güvenlikleri konusunda bir sorun yaşamayacaklarıyla ilgili demeçler verebilirler. Bu korucularla görüşülebilir. Suç işlemeyenlerle barışmaları şart zaten. Sivillere yönelik suç işleyenler ise zaten yasalar var, yargı mekanizması devreye girmeli.

Kürt sorunu çözülürse, koruculuk sorunu da çözülür mü?
 
Kürt sorununun nasıl çözüleceğine bağlı. Eğer Kürt sorunu, Kürtlerin de onayladığı, beklediği şekilde çözülürse içinde koruculuk da olacaktır diye düşünüyorum. Koruculuk sorununu hiç konuşmadan, Kürt sorununu çözemezsiniz. ‘Çözüldü bitti’, diyemezsiniz. Koruculuk meselesi de Kürt meselesinin önemli bir ayağı. Korucular hakkında da politikalar üretilmesi gerekiyor. O kadar silahlı insan var, onlarla nasıl yaşayacaksınız? Bu silahların alınması gerekiyor tamam ama çocuklarının, ailelerinin toplumsal yaşam koşullarının iyileştirilmesi de gerekiyor. O insanların da düşünülmesi gerekiyor.

Bir anda 70 bine yakın insanı silahsızlandırmak, yeni sorunlara yol açmayacak mı?
 
O yüzden söylüyorum, Kürt hareketi koruculuk meselesini de kendi meselesi olarak görmeli. Nihayetinde, devlet ilgilensin, ilgilenmesin, bu sorun Kürdistan’ın önemli bir sorunu. Devletin projesi olsun olmasın, Kürt hareketinin mutlaka bir projesi, çözüm önerisi olmalı. Devletin ne yaptığından bağımsız olarak düşünülmesi gerekiyor.

‘Koruculuk lağvedilsin’ söylemi dışında pek bir şey göremiyoruz. Lağvedilsin demekle sorun çözülür mü?
 
Çözülmez elbette. Şu ana kadar gördüğümüz en iyi projeler, aşiretlerin barıştırılması oldu. Bunlar gibi şeyler de olabilir. Büyük politikalar olmayabilir. Sosyolojik bir araştırma yapılabilir, çıkan sonuçlardan bir proje üretilebilir. ‘Koruculuk sistemi lağvedilsin’ derken söylenen şey sadece silahların alınmasıysa, bu sorunu bitirmez. Kürt hareketi, ‘devlet onlara maaş bağlasın, emekli etsin’ diyor mu? Kürt hareketinin koruculara yönelik kendi istihdam politikası var mı? Belediyelerinde iş verecek mi? Bu sorun, ‘devlet lağvetsin’ demekle çözülmez.

Kürt hareketine yakınlık duyanlar, koruculara karşı tepkililer mi?
 
Kürt hareketine katılan genç insanlarla konuşmalarımda edindiğim izlenimler var. Korucuların hepsini hain olarak görüyorlar. ‘Köyünden gitseydi, koruculuğu kabul etmeyebilirlerdi’ diyenler var. Bu insanlara, ‘neden köyünüzü terk etmeyip, korucu oldunuz’ diye kızılamaz. Böyle iç barış nasıl sağlanacak?

Sorunu anlamaya çalışmayıp, direkt tepki mi veriyorlar?
 
Çok kolaycı davrandıklarını düşünüyorum. Hepsine ‘haindiler, kimse onlarla konuşmasın, ilişki kurmasın, dışlansınlar, kendi kaderlerine terk edilsinler, cezalarını çeksinler’ gibi düşünceler var. Bu bir çözüm değil.

Bu durum, korucu ailelerin üzerinde nasıl bir psikolojik etki yaratıyor?
 
Babasının korucu olduğunu saklayan çocuklar var. İstanbul’da, İzmir’de okumaya gelmiş, Kürt arkadaşlarıyla birlikte okurken, dışlanmaktan korktukları için bu gerçeği saklıyorlar. Babaları korucu olmayı seçmişse çocuklarının ne suçu var? Şu an babasının korucu maaşıyla okuyan çocuklar var. Başka gelir yok.


Korucuların eşleri özetle, “Sokağa çıkamıyoruz, çıktığımızda rahat edemiyoruz. Çocukları okula gönderirken başlarına bir şey gelir mi diye tedirgin oluyoruz” diyorlar. Bu tarz korku ve kaygıları var. En büyük psikolojik sorun da bu zaten.
 

Ya korucular....
 
Korucuların ise araftaki konumları sürüyor. Ne bir zamanlar hizmet ettikleri kurum yani devlet, ne de Kürtler tarafından sahipleniyorlar. İki ateş arasında kalmış insanlar. Kendilerini nereye konumlandıracaklarını bilemiyorlar. Korucu oldukları için arkadaşları, akrabaları kendileriyle görüşmeyen insanlar var. Elbette özellikle suça karışmamış ve zorla korucu yapılmış olanlardan bahsediyorum.

Korucu ailelerin ne gibi sıkıntıları var?
 
Fiziksel güvenlik, dışlanma, iş bulamama, kimliğinin var sayılmaması ve kabul edilmemesi gibi sorunlar var. Babası korucu olduğu için Kürdistan’da iş bulamamaktan kaygılanan var. Batı’ya göç etmek ya da Batı’dan dönmek istemeyenler var. Araştırmamızda, bir kız çocuğu ‘Ya biz de Kürdüz, babam korucu oldu ama zorla oldu. Niye, Kürt olarak kabul edilmiyoruz’ diyor. Kimlik açısından sorunlar var. Kürt olduklarını diğer Kürtlere sanki ispat etmek zorunda kalıyorlar.

Savaşta, birçok korucu öldürüldü. Babasını, eşini kaybetmiş aileler var. Bu aileler de 1990’larda devlet terörünün mağduru kadar mağdur aileler. Bu hiç görülmüyor. Bunlara sanki hak etmişler gibi davranılıyor. Devlet bu ailelere maaş bağlamış ama asıl önemli olan Kürt toplumu tarafından itibar kazanmaları.

Koruculuk sorununun tümüyle çözümü için neler yapılmalı?
 
En başta elbette koruculuğun tasfiye edilmesi gerekiyor.

İkinci olarak, imtiyazları geri alınmalı. Bu önemli. Çünkü koruculuk yasasında korucu olanların daha önce hiçbir suça karışmaması gerektiği vardı. Ama bu görmezlikten gelindi, hatta ‘korucu olmayı kabul et, seni yargılamaktan kurtaralım’ diye ikna edilenler bile var. Bu tür imtiyazlar ortadan kaldırılmalı, işlenen suçlardan yargılanmaları gerekiyor.

Köy boşaltmaları sonrası işgal ettikleri ev ve toprakları boşaltmaları gerekiyor.

Özlük hakları verilmeli, emeklilik yaşına gelenler emekli olmalı, gençlere ise istihdam olanakları sağlanmalı. Silahları alınan korucular, silah taşımayı gerektirecek herhangi bir işte istihdam edilmemeli. Silahtan kurtarılmaları, bu tür paramiliter yapıların yeniden hayata geçirilmemesi gerekiyor.

Hem PKK ile korucular hem de korucularla diğer Kürtler arasında barış sürecinde karşılıklı bir öç alma eyleminde bulunulmayacağına dair bir taahhüt anlaşması yapılmalı. İlla ki, yazılı olması gerekmiyor. Bir takım kültürel kodlar, geleneksel yollar kullanılabilir.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.