Tevfik Fikret TAŞKIN

Tevfik Fikret TAŞKIN

PARKTAKİ HÜZÜN...

PARKTAKİ HÜZÜN...

PARKTAKİ HÜZÜN...

 

O zamanlar çok gençtim. Minik bir kızım vardı. Daha iki üç yaşlarındaydı ve gezmeyi, parklara gitmeyi çok seviyordu. Gerçi, gezmeyi hâlâ çok seviyor.

 

Yaz kış, uygun zaman ve havalarda, evimize yakın bir parka giderdik. Kızım bu parkı çok sever, oradan hiç ayrılmak istemezdi.

 

Ben de bir banka oturu, onu seyrederdim. Böyle gelip giderken parkın bir köşesinde oturan yaşlı bir adam dikkatimi çekti.

 

Her geldiğimizde, onu aynı yerde oturur bulurduk. Sessizce etrafı izlerdi. Günlerden  birinde tanıştık ve çok samimi olmamakla beraber sohbete başladık.

 

Az konuşur, daha çok çocukları veya etrafı seyrederdi. İlkbaharın sonunu, yazı ve sonbaharı böylece  parkta geçirdik.

 

Yaşlı adam hep oradaydı. Benim için de kızım için de parkın vazgeçilmez ve değişmez bir parçası olmuştu.

 

Sonbaharın bitimine doğru hava bir soğudu bir açtı. Ben de kızımı birkaç gün parka götüremedim. Derken havalar düzelir düzelmez biz soluğu parkta aldık.Bu arada, ağaçlar sararmış yapraklarını iyice dökmüşlerdi.

 

Parka gittik ama parkta bir farklılık, bir eksiklik vardı. Ben de kızım da ilk anda bu eksikliği hissettik ama ne olduğunu anlayamadık.

 

Birkaç saat parkta kaldıktan sonra eve dönmek için yola çıktık. Benim ve kızımın keyfi kaçmıştı. Bir şey eksikti. O eksiklik bizi mutsuz etmişti.

 

Nedenini anlamadığım bir hüzün, bir sıkıntı bizi sarmıştı. Hiç konuşmadan, gülmeden eve döndük. Eve dönüşlerde “çikolat” diye tutturan kızımın aklına “çikolat” hiç  gelmedi.

 

Eve girdiğimizde de bendeki ve kızımdaki durgunluk devam ediyordu. Hatta, kızıma, “Neyin var? Hasta mısın?” diye sorma gereği bile hissettim.

 

Zaten konuşmayı tam beceremeyen kızım hiç ses çıkarmadı. Sadece hasta değilim anlamında başını bir sağa bir sola salladı.

 

Bu ruh hâliyle sakin bir akşam geçirdik. Ertesi sabah cumartesiydi. Biraz geç kalkarım diye düşünürken kızım her zamankinden daha erken uyandı ve dışarıya çıkmak istediğini anlatmaya çalıştı.

 

Neyse ki hava çok soğuk değildi. Aceleyle kahvaltıyı yaptık. Hanım evle ilgilenirken biz dışarı çıktık.

 

Benim aklımda biraz yürürüz, sonra alışverişimizi yapar eve döneriz düşüncesi vardı. Ama kızım hızlı, minik adımlarıyla beni parka doğru sürüklemeye başladı.

 

Ne söyledimse kâr etmedi, ağladı, sızladı. Ben de mecburen ona uydum ve parkın yoluna düştük. Beş on dakika sonra parktaydık.

 

Sabahın erken saati olduğu için tabiki parkta hiç kimse yoktu. Kızım doğrudan yaşlı adamın her zaman oturduğu yere gitti. Fakat, yaşlı adam yine yoktu.

 

Kızımın yüzü asıldı. Yanıma geldi, kucağıma çıkmak istedi. Kızımı kucağıma aldım ve bir banka oturdum. Hava soğuk olduğu için bana iyice sarıldı. Böyle, iki üç saat oturduk. Fakat, yaşlı adam gelmedi.

 

Biz de kalktık, bir hüzün bulutuyla parktan çıktık.

 

Böyle, iki üç hafta daha parka gittik ama yaşlı adamı bir daha hiç görmedik. Kızım o parka gittiğimiz zaman, ilk önce yaşlı adamın oturduğu o banka gider bakardı. Sonra, yaşlı adamı göremeyince hüzünlü bir şekilde döner, parktan çıkar giderdi.

 

Bir süre sonra ise o parka gitmek istemedi. Hatta, o parkın bulunduğu sokağa bile girmedi. Çünkü, o parkın en önemli parçası, parkı park yapan “yaşlı adam” yoktu...

 

Kızımın ve benim gönlümde de bir hüzün yaprağı döküldü ve kış mevsimi geldi, çattı...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Tevfik Fikret TAŞKIN Arşivi