Selçuk DÜZGÜN

Selçuk DÜZGÜN

BU ÜLKENİN YETİMLERİ!

BU ÜLKENİN YETİMLERİ!

Neymiş efendim Selahaddin Demirtaş DEVRAN diye bir kitap yazmış, ”Toz duman kenarlardan, taşradan ve kuytulardan, memleketten yoksulluk halleri. Utananlar, üzülenler, âşıklar, yevmiyeciler, küçük kasabalar, hazin ve uzakta kalan hayatları” anlatan bir kitap.

Ve “muhterem” Bülen Arınç bu kitabı okumuş da “Kürtlere” yapılanlardan dolayı çok etkilenmiş...

Biz de hayatımızı hikayelere döksek ne anlar acep Arınç bey?

Hangi milletin acıları diye tarif eder?

Onu bilmem ama bir kaç cümle yazayım da Arınç bey öz yurdumuzdaki garipliğimize şahit olsun.

Biz de bu ülkede çocuktuk!

Hem de Erzurum'un o soğuk, o karlı, o tipili caddelerinde kara lastikli, tek elbiseli, annesinin işlemeleri ile önlüğüne yakalık takan  çocuklarından...
İlk okulun bütün sınıflarının bir odada eğitim aldığı çocuklardandık...

Evet Biz de Çocuktuk!...

Bir yatağa, bütün kardeşlerin hatta amca  çocuklarının imkansızlıklar dolayısı ile sığmaya çalıştığı zamanların çocuklarından...
Yataktan en sonda ben çıkartırdım, çünkü irsi bir mazeretim vardı!...

Elektriğin gaz lambasıyla giderildiği, suyun kilometrelerce uzaklıktan testilerle taşındığı bir çocukluk...

Televizyon yok... Radyo babama yurttan sesler ve  haberlerden başka zevk vermez...

Ama sapanım var, arkadaşlarımın hızağı (kayak) var...

Serde avcılık var ya, cık dağlara, gir ormana vuracak bir şey bul...

Ve birde hep olmak istediğim çobanlık var...evet çoban olmak isterdim hep...

Saatlerce koyunları otarmak, ÇOMAR  dediğimiz çoban köpeği ile oyun oynamak isterdim...

Erzurum'a mahsus toprak ürenlerinden olana 'medik, yemlik' gibi yiyeceklerden toplamak... mantar aramak çocukluk zevklerim ve halen özlemimdir...

Bahar gelip karlar kalkınca topraktan derelerin kabartısında çimmek var, o derelerde balık avlamak var...

Yumurtasından yeni çıkmış kurbağaları balık diye eve getirmek var...

Yeter mi çocukluk mutluluğumuza yetmez!

Üzerinde '40 Vasati Çöp' yazan kibrit kutularını toplayım yakaladığımız çekirgelerden at arabası yapmak var...

Bir de biz misket falan bilmezdik... AŞIK oynardık...

Bilmeyenlere açıklayayım: Aşık konuyun diz kapağından .ıkan bir kemikti  o kemiklerle miskete benzer bir oyun oynanır, kim çok kazanmışsa o hem güçlü, hem zengin sayılırdır...çocukluk oyunlarımızda rekabeti artırırdı...

Televizyonla ilk tanıştığımızda hayallerimiz genişledi...siyah beyazda olsa o camda gördüklerimiz rüyalarımız oldu...

Herkeste televizyon olmazdı zaten... nerede varsa oraya gider,  o evi rahatsız ettiğimizi bildiğimiz halde zevkimizi bölemezdik...

O zamanlarlar haftada bir gün Türk Sineması yayımlanırdı...o gün gelse de bir komsuya nasıl gitsek diye ne planlar kurardık...

Televizyonda izlediklerimiz nere, biz nereyiz...gördüklerimizi istemek hayallerimizden de öteydi...

Fakirdik, yoksulduk, bir çok şeyden yoksunduk...

Sosyeteyi, medeniyeti izledikçe kendimizi yetim zannederdik...

Bu yetimlikle 'kör ebe' oynardık, ama yakalanmak hoşumuza giderdi...

'Yakartop oynardık', hele hele 'ortada sıçan' olamaya bayılırdık...

Hiç farkında olmadan, elimizdeki hayatımızla çok mutluyduk...

Evet bizde Çocuktuk!

Güreş tutardık, pehlivan diye sırtımızın sıvazlanması adamlık göstergesiydi...

Ve bir de 'Yağ satarım, bal satarım' diyerek masumca  oyunlar oynardık...

Çok acımasız dönemlerden geçtik, çok yoksulluklar, hastalıklar gördük, ezildik, horlandık, hem de kendi öz yurdumuzda ötekileştirildik...

Yoksulluktan geven (çalı) topladığımız zamanlarda bile asla isyan etmedik, baş kaldırmadık, dert yanmadık...

Ne yaşarsak yaşayalım 'yağ satarım, bal satarım...' dan öteye ne oyunumuz ne de ticaretmiş geçmezdi...

Çünkü biz sadece  onları satabiliyorduk, oda masumane oyunlarımızda...

Evet Bizler böyle bir çocuklukla büyüdük!

Çocuklarımız oldu.

İlk oğluma babamın bakıp ağladığını gördüm.

Sordum “ne oldu baba?”

Dedi ki, “Saltuk aynı benim ölen bir kardeşime benziyor, açlıktan öldü...”

İrkildim !

Bizim çocukluğumuz böyle iken babamlar ne yaşamıştı acaba?

Neyse!

Evet büyüdük.

Büyüdükçe oyunların, oynaşların, satıcıların çeşitlerini gördük...
Bizler çocukluğumuzda bile yağdan baldan ötesini satmazken koca koca adamların  namus , ahlak , şeref  ve dahi  VATAN satan sattıklarını gördük!...

Evet biz de çocuktuk, ataları cephede ölmüş bu ülkenin yetim çocuklarıydık...

Bu çocuklar işte bu ülkenin gerçek sahipleriydik ve halen öyleyiz ve dahi halen o çocuklar bu ülkede var..

Bu çocukların ne ataları, ne kendileri belini secdeden başka yere eğmemişlerdir.

Bu ülkenin yetim çocukları zalimlerin, katillerin bu  topraklarda  kanla beslediklerini  unutmadılar.

O kanla beslenenleri adam yerine koyan sözde aydın, siyasetçi. Entel. Dantel, ibneleri de unutmuyorlar.

Neymiş efendim Bülent Arınç’a göre “Selahattin Demirtaş'ın "Devran" adlı kitabı  Kürtlerin bu ülkede nasıl travmaya maruz bırakıldığını “anlatan bir şahesermiş.

Hiç detaylarını ve belgelerini tek tek anlatmayacağım; Selahaddin Demirtaş teröristtir... Hem de Kürtlerin katilidir.

Bu ülkede Kürtlere bu tramvaları yaşatan hain örgütün çıban başıdır.
Selahattin Demirtaş kitabını reklam yaparak onun üzerinden siyaset yapan her kim varsa  Mehmetçiğe bir kurşun da o sıkmaktadır.

Namussuzdur, haysiyetsizdir, terör örgütüne yardım ve yataklık yapmaktadır.

Biz dostu da, düşmanı da iyi biliyoruz.

Gelmeyin üstümüze artık , sınamayın sabrımızı! 

Ülkenin sanat damarları hain bir yapının elinde diye ihanete çanak tutan sözde aydınlara da iki çift sözümüz olsun; sizin  o ışığınıza tüküreyim.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selçuk DÜZGÜN Arşivi