AK Parti Grup Başkanı Naci Bostancı: İmamoğlu üretilmiş kişilik!

AK Parti Grup Başkanı Naci Bostancı: İmamoğlu üretilmiş kişilik!

“Siyasi pozisyonum ülkücülüktür” diyen AK Parti Grup Başkanı Naci Bostancı, İstanbul özelinden yerel seçimleri ve Türkiye’nin yeni siyasi geleceğini değerlendirdi, flaş açıklamalarda bulundu.

AK Parti Grup Başkanı ve AK Parti Ankara Milletvekili Naci Bostancı Superhaber’de Hülya Okur'la söyleşisinde gündemdeki önemli başlıkları değerlendirdi.

“YENİ PARTİNİN HİÇ BİR ŞANSI YOK”

Bostancı; "Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti'ni kurması beka arzusundan kaynaklanır." diyen muhalefetin 'beka meselesi'ni hafife alan açıklamalarının sırf karşıtlıkla ilgili bir söylem olduğunu vurguladı ve AK Parti'nin Türkiye’yi modernleştirip şehirleştirildiğini belirterek, yeni parti arayışındaki 'Küskünler' için de "Böyle kurulacak bir partinin hiç bir şekilde şansı olmaz! Tayyip bey, siyasette boşluk olsun diye davranmadı. Çıktı ve partiyi kurdu!" ifadesini kullandı.

“ORGANİZE İŞLERE İLİŞKİN BAZI BULGULARIMIZ VAR”

"Organize işlere ilişkin bazı bulgularımız var." diyen Bostancı, CHP Sözcüsü Öztrak'ın beyanlarına ilişkin olarak da "Çok tehlikeli" ifadesini kullandı. Bu konuda kafalardaki karışıklığın ise hiç bitmeyeceğinin altını "Fark çok hassas olduğu için, insanların kafaları hep karışık olacak" sözleri ile çizdi.

“KAMUOYU İMAMOĞLU’NU GERÇEK KİMLİĞİYLE TANIYACAK”

Söyleşisinde Naci Bostancı bir paragraf da Ekrem İmamoğlu için açtı.

"Ekrem Bey'i kamuoyu tanımazdı, Büyükşehir adaylığı süresince tanındı. Kamuoyunun tanıma biçimi; medeni, güleryüzlü, uzlaşmacı, ortak değerlere sahip çıkan, mütevazı, hoşgörülü… Seçim sürecinde iyi bir halkla ilişkiler propagandası yürüttüler. Yani bu profili kamuoyuna intikal ettirmek için bir program çerçevesinde “üretilmiş bir kimlik” sundular. Ama hayat, üretilmiş portrelerin, üretildiği şekilde sürmesine imkan vermeyecek bir çok durum ortaya çıkarır." diyen Bostancı kamuoyunun zaman içinde Ekrem İmamoğlu'nu gerçek kimliği ile tanıyacağını vurguladı.

AK Parti Grup Başkanı ve Ankara Milletvekili Prof. Dr. Naci Bostancı’nın gündeme yönelik flaş ifadelerin olduğu söyleşisi şöyle:

“KAFAMIZDA İKİYE BÖLÜNMÜŞ BİR DÜNYA VARDI”

1957 Amasya doğumlusunuz. "Hayatın Kıyısına Düşen" kitabınızda geçen bir söz; "Zannediyoruz ki hayat belli bir düzlem içinde yaşanır, giriş, gelişme, sonuç"... Hayatınız nasıl bir düzlem içerisinde ilerledi?

İnsanların bir sosyal hikayesi var, maddi şartlar çerçevesinde içine doğduğu şartlar. Suluova’ya babam tayin olmuştu, 4 erkek kardeş, çalışmayan bir anne, postanede memurluk yapan bir baba. Orada şeker fabrikası vardı, sanayi o bölgeye ayrı bir sosyal sınıf statüsü katmıştı. Fabrikada yaşayanların sosyal imkanları ve gelirleri vardı, diğer tarafta halk vardı, burada görünmez bir fay hattı halkı ayırırdı. Yani kafamızda daha başlangıçta ikiye bölünmüş bir dünya tasavvuru mevcuttu. Suluova o zamanlar gece 12:00’ye kadar mazotlu santralle elektriğin üretildiği bir yerdi. Hayatın devam ettiği evlerde gaz lambaları devreye girerdi. Gaz lambasının ve ışığının, beyaz kağıtlarının çekiciliğinin olduğu, saman kağıtlarının müsvedde yapılması, kalemlerin iki ucunun açılması, tükenmez kalemlerin kapaklarının kapanması şeklinde idareli kullanıldığı zamanlardı. Hatta babam işyerindeyken kahvehaneden söylediği çaylar iki şekerlerle gelir, birini kullanır, diğerini zarfın içinde eve getirirdi. Tam tabiri ile ”Sıçan sidiğinin değirmene faydası var” derdi. Kapalı ekonomik düzenlere uygun, işten artmaz, dişten artar şeklinde bireylere düşen görevler vardı. İlkokulda Amerikan süt tozu ile yapılan pasta dediğimiz ekmek verilirdi. 1961 yılında bir bakanın “Buğday erzakları olmasa açtık” diye beyanları olduğunu ben de gördüm. Çocuklarını beslemekte zorlanan bir ülkeden gelişmiş bir ülkeye, Nietzsche’nin deyimiyle insanların yürüdüğü iki uç olan ümit ve korku gibi ülkelerin kaderleri de böyleydi. Yatılı okullarda da okudum, orada da Amerikan bulguru gelirdi.

“SİYASİ POZİSYONUM ÜLKÜCÜLÜKTÜ”

Üniversitede siyaset bilimi okudunuz, siyasetin hem teorisinde hem pratiğinde bulundunuz. Bu hayatınızı daha mı kolay hale getirdi?

76-80 döneminde siyasal bilgiler fakültesinde okudum. Bundan dolayı Türkiye’nin o muhataralı, televizyondaki gibi siyah beyaz zamanlarında siyasetin hepimizi derin etkilediği, ülkenin kaderine karşı sorumlu olmamız gerektiği gibi ahlaki ödevlerle siyasete baktığımız bir dönemdi. Klasik hikaye, Türkiye’nin az gelişmişlik çemberinden nasıl çıkabileceğiyle ilgilendik. Stalin gibi kalkınma için bütün fedakarlıklarla ölesiye ödediği modeller gördük. Bir de demokrasinin imkanları çerçevesinde tasarrufların, yatırımların dengeli olduğu, ödemenin tek bir kuşağa bırakılmadığı, biraz daha tedrici bir değişimin yaşandığı tavır ile ikisi arasında gidip gelirdik. Bulunduğumuz siyasi pozisyon Milliyetçilikti. Ülkücülüktü. 78 yılında Ülkücü Gençlik Derneğinde kültür işlerinde görevlendirilmiştik. Muhsin Yazıcıoğlu ile o dönemde tanıştık.

“MİLLİLİKLE, İSLAMİYET ARASINDA BİR ÇELİŞKİ GÖRMÜYORUZ”

Yine o kitaptan alıntı yapmak isterim, “Hayatımızın yegane efendisi biz değiliz, ters rüzgarlarda alabora oluruz”... Ülkücülükten, AK Parti davasına uzanan yol nasıldı, uzun mu kısa mı?

AK Parti milli görüşle, milliyetçilikle, muhafazakarlıkla bağlantılı. AK Parti çok geniş bir çatı. AK Parti kurulmadan önce çok fragmente bir yapı görürüz. ANAP, DYP, Refah, DSP, CHP var. İnsanları Türkiye’nin ortak kaderi için bir liderlik ile tek çatı altında toplayan bir siyasi hareket yoktu. AK Parti'nin kurulması ile birlikte böyle bir çatı teşekkül etti. AK Parti alt ve üst yapı yatırımları ve milleti ortak kader çizgisinde toparlama işi, milli muhafazakar bir çizgide de siyaseti yürütme işi olarak tanımladı. Çok normatif, kayıtlara dayalı bir yaklaşımı yoktu. Liberaller, sosyal demokratlar, milliyetçi muhafazakarlar AK Parti çatısı altında kendilerine yer bulabildiler. Hala buluyorlar. Evet ben milliyetçi, ülkücü bir kökenden geldim, 12 Eylül döneminde yargılandım, Mamak cezaevinde de yattım. O dönemlerde de esnek, demokratik zeminde, modern zamanlara has kimlik ve yer edinmesini tanımlayan bir tasavvura sahiptim. Üniversitede profesörlük tezim milliyetçilikti. AK Parti milli bir parti. Muhafazakar bir parti. Aynı zamanda hepimizin Anadolu insanı olarak tanımlanan bir geleneği var. İslamiyet’in evrensel normları ve kucaklayıcı mesajları bizler için son derece önemli. Bu manada millilikle, İslamiyet arasında bir çelişki görmüyoruz. AK Parti’nin o geniş çatısı altında yer olduğu için yerimizi aldık.

“TÜRKİYE RASTGELE BİR ÜLKE DEĞİL”

Kasım 1981’de cezaevinin avlusunda şöyle bir ifade kullanmıştınız: “Anarşinin kökü dışarıdadır, Türkiye’yi ele geçirmek isteyen emperyalizme set çekilmezse anarşi, sivil yönetime geçildiğinde de devam eder” Dış güçlerle mücadele anlamında hala aynı noktada mıyız?

81 yılında anarşi kavramı ile terörün örgütlenmesini benzer kalıplarda kullanmışım. Aslında siyaseten bunlar birbirinden farklıdır. Siyasetin kollektif yapısında bu özdeşleşme her zaman yapılır, ben de aynı hata çerçevesinde davranmışım. Anarşi bir tavır ve tarzdır, Tolstoy da bir anarşist sayılır. Her anarşist devleti ortadan kaldırmak için toplumsal düzeni bozacak diye varsayılamaz. Anarşizm daha çok her türlü örgütün, kurumsal yapının dışında tasavvur etmek ve serbestçe hayata bakabilmek şeklinde pozisyon verir. Anarşizmin faydalı perspektifleri vardır. İspanya savaşında anarşistler başlangıçta başka bir yerdeydiler sonra komünistlerle birlikte oldular. Her zaman böyle bir örtüşme olmayabilir. Terör daha farklı bir şey. Dış güçler meselesi şöyle: Hep beraber yaşıyoruz, ortak çıkarlar ama çıkar farklılıkları da vardır. Dolayısıyla ülkelerin birbirileriyle ilişkilerinde bir resmi format vardır, bir de gayri resmi format vardır, kapalı politikalarla, çeşitli araçlarla o ülkenin iç işlerine müdahale etmeye, onu kendi politikaları istikametinde ehlileştirmeye çalışma işidir. Büyük güçler diğer ülkelerin kaderleriyle daha yakından ilgilidirler. Ama bu ilgi tersine bir ilişkiyi de beraberinde getirir. Amerika’nın seçimleri bütün ülkeleri ilgilendirir, onlar da lobiler marifetiyle seçimlerde etkili olmaya çalışırlar ama sonuçta tayin edici güç, Amerika’nın kendi içinden çıkar. Türkiye, özellikleri olan bir ülke. Rastgele, sıradan bir ülke değil. Siyasete ilk girenlerin öğrendiği husus, Türkiye’nin jeopolitik önemidir. Geçmişte büyük bir küresel güç iseniz, böyle bir müktesebatınız var ise, geçmişte yaptıysanız gelecekte de yapabilirsiniz. Ataların yaptıysa torunlar da yapabilir.

“KÜRESEL GÜÇ İDDİASI, KARŞI OLMAKTAN GEÇMEZ”

Yani Amerika’ya karşı çıkmak için bu küresel gücümüzü kullanma ihtimalimizden mi söz ediyorsunuz?

Hayır, değil. Amerika’ya karşı çıkmak değil, küresel güç iddiası birilerine karşı olmaktan geçmez. Reşit bir irade ile kendi geleceğini kurmaktan geçer. Karşı olmak, edilgen bir pozisyondur. Türkiye bu manada da temayüz eden bir ülkedir. Dolayısıyla Türkiye’ye yönelik büyük güçlerin ilgisi daha fazladır.

“ATATÜRK, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ BEKA İÇİN KURMUŞTUR”

Öyle ama özellikle 2013’ten sonra küresel meydan okumalara sahne oluyor Türkiye. Bugün de Paris Belediye Başkanı, Washington temsilcileri halkı sokağa çağırıyor. Beka meselemiz tam da burada mı başlıyor?

Beka bizim coğrafyada siyasetin en temel referanslarından, siyasal repertuarın da en temel kavramlarından biri oldu. Bu seçimlerde Cumhur İttifakı daha çok vurguladı ama geçmişe doğru gidin, Türkiye siyasetinin en başat unsurlarından biri olduğunu görürsünüz. Osmanlı yıkılıp cumhuriyet kurulurken o süreçteki bütün hikayeler beka üzerinedir. İttihat ve Terakki’nin varlığı beka üzerinedir. Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın itirazı ve eğilimleri beka üzerinedir. Kuvayi Milliye hareketi, beka ile ilgilidir, Atatürk ve arkadaşlarının Türkiye Cumhuriyetini kurması, bu coğrafyada beka ilgili bir yapı kurma arzusundan kaynaklanır. Enver Paşa'nın “romantik” hareketi yine beka ile ilişkilidir. Cumhuriyet kurulduktan sonra iktisadi olarak yaşanan önce serbest, sonra devletçi dönemdeki tercihler de beka önemlidir.

“BEKA MESELESİNİ CHP’LİLER DE İYİ BİLİR”

Peki bugün beka meselesini yok sayanlar, geçmişi de mi inkar etmiş oluyorlar?

1930’da demiryolu Sivas’a geliyor. Demiryolunu Cumhuriyetin o sınırlı imkanlarıyla Sivas’a kazma kürek götüren kafa hangi anlayışla yapıyor, beka işte. Kalkınma, büyüme, gelişme her şey bu ülkede kendi varlığını daha güçlü kılma ve kendisine yönelik tehditleri bertaraf etme istikametinde bir hamleden kaynaklanır. Bunu CHP’liler de iyi bilir. CHP’nin içinde; Türkiye’nin tarihsel sürecini okuyan, tarihi iyi bilen, beka meselesinin bu ülkenin kaderinde ne kadar önemli olduğunu taktir edecek insanlar vardır. Ancak bu seçimlerde Cumhur İttifakı beka meselesini vurgulayınca, onun üzerinden bu meseleye sahip çıkmak siyaseten uygun görülmediğinden bunu yok saydılar veya önemsizleştirmeye çalıştılar. İktidar-muhalefet ilişkilerinde benim kanaatim, Türkiye’nin bir ortak meseleleri vardır bir de siyasi rekabetin konusu olabilecek hususlar vardır, bunları birbirinden ayırma konusunda siyasetimizde bir problem var galiba.

“BEKA, 2013’TEN SONRA ÖNEM KAZANDI”

Beka, ortak meselemiz aslında…Ama “beka yok, zeka meselemiz var” dendi.

Ortak meselelerinde birlikte tavır alabilmek ve diğer konularda rekabeti sürdürmek, Türkiye’nin geleceği bakımından son derece önemli. Rekabete ilişkin hususları bir daha çalışmak lazım. Bazen espri yapmak, kafiyeye düşmek, belagat örneği sunmak, gerçeklikle çelişen metaforlar üretmek biçiminde işleyebilir. Beka, zeka ona benzer bir iştir. Beka her zaman önemli bir husustu ama 2013’ten sonra daha da önem kazandı. Çünkü Orta Doğu coğrafyası alt üst oldu. Irak’ı önce 90’lı, sonra 2000’li yıllarda paramparça ettiler. Suriye bir iç savaşın içerisinde. Mısır ikiye bölünmüş, başına bir diktatör gelmiş, Kuzey Afrika’daki ülkeler darmadağınık. Balkanlara ve Kafkaslara da ayrıca dikkat çekiyorum. Bunlar kendiliğinden mi oluyor? Hayır, Orta Doğu’ya ilişkin bir tasavvur var.

“GEZİ, DARBE GİRİŞİMİNE DÖNÜŞMÜŞTÜR”

Yani beka, sadece bizim yakın geçmişimizi değil Orta Doğu’yu kapsayan bir mesele.

Aynen. Bizim de parçası olduğumuz, kaçınılmaz etkilendiğimiz, Orta Doğu’nun Türkiye’siz düşünülemediğini herkes biliyor. Çevremizdeki ülkeler bu kadar darmadağınık oluyorsa, bizim huzur içinde olmayacağımız kesin. Huzur içinde miyiz, hayır. 2013 mayısını hatırlıyoruz, Türkiye pırıl pırıl parlıyor, faizler 5’in altına düşmüş, yatırımlar geliyor, Avrupa Birliği’yle beraber yürüyoruz. Böyle bir zamanda Gezi olayı. Gezi’nin bir protest kısmı olabilir ama aynı zamanda kitleleri yönlendirmek ve protest hareketleri, siyasal hedefler çerçevesinde organize etmek çok mümkün olan bir şeydir. Sonradan aldığı kılık budur, gezi bir darbe girişimine dönüşmüştür. Ondan sonra 17/25 Aralık darbesi. 17/25’i yapanlar şimdi neredeler, şimdi 15 Temmuz’u yaptılar. Demek ki, 17/25 Aralık ile 15 Temmuz aynı çizgide iki darbe girişimi idi. Peki 17/25 Aralık darbe girişiminde halkla ilişkiler propagandası çerçevesinde siyasi vaziyet alanlar, günah çıkartmayacaklar mı? 15 Temmuz onlara günah çıkartmaları gerektiğini göstermedi mi? Bu günahın çıkarılması gerekir.

“17/25 ARALIK’I OKUYAMAYANLARIN ELİNDE ERGENEKON GİBİ BİR MALZEME VARDI”

Bu söylediğiniz şu an seçim atmosferinde yaşadığımız organize, operasyonel proje gibi görünen olayların da 15 Temmuz’dan yeterince ders alınmadığını, 15 Temmuz’un PR'ına, amacına katkı sağladığını gösteriyor gibi, ne dersiniz?

Ümit ederim ki 15 Temmuz herkes için bir ders olsun. Bu ülkede kapsamlı işler nereden çıkıyor, bağlantıları nedir, kamuya olumlu bir tavırla takdim edilirken yapılmak istenen başka bir iş mi var? Mesela 17/25 Aralık; hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk diye takdim edilerek bunun üzerinden kitlesel bir dalga yaratılmak istenmişti. Ama adamların derdi hırsızlık, yolsuzluk değildi, darbe yapmaktı. 17/25 Aralık’ta bu arkadaşlar daha tutarlı bir okuma yapsalardı, bu tuzağa düşmezlerdi, kaldı ki ellerinde malzeme de vardı. Ergenekon, Balyoz gibi malzemelere rağmen kısa vadeli çıkar arayışı, ben iktidarın karşısındayım, bunlar da iktidara vurmak istiyorlar, beraber vuralım. Ama mesele iktidar-muhalefet diyalektiğinin çok ötesinde, Türkiye’nin kaderi ile ilgili bir mesele. O zaman sen bunu aşacaksın. 15 Temmuz herkese gösterdi ama kimileri ders almamış olabilir. Siyasetin daha tutarlı davranması gerektiğini hususen vurgulamak isterim.

“AK PARTİ TÜRKİYE’Yİ MODERNLEŞTİRDİ”

AK Parti'nin başarısı toplumla kurduğu bağın karşılığıdır. Anlamak isteyenler Ak Parti'ye bakarken toplumu gördüklerini unutmamalıdır, dediniz. Toplum değişirse AK Parti de değişir mi, hangisi hangisine göre pozisyon alıyor sizce?

Bunlar karşılıklı olur, tabii ki toplum değişir, tabii ki partiler de değişir. Değişmez diye bir şey yok, hayat, yaşadığımız şartlar değişiyor, mesela nüfusumuz 60 milyondu, 80 milyona gelmiş, sadece şehirde yaşamak değil, şehirlileşmek gibi bir güzergah var. Seçmen profili değişiyor. Ben Türkiye’deki seçmenlerin daha rasyonel, dünyaya bakışlarını analitik nedensel üzerine kurduklarını, yerel değerlerle üniversal değerlere bir arada mütalaa etmek konusunda daha geniş bir perspektife sahip olduklarını düşünüyorum. Türkiye, dış dünyaya açık bir ülke. Ekonomi, ticaret büyüyor. Ticaret rasyonel davranışı zorlar. Bürokrasi, dış dünyayla ilişkiler rasyonelliği getiriyor. Bütün bunlar seçmen profilini değiştiriyor. Bu değişimin en temel lokomotifi, AK Parti’nin yürüttüğü siyasetlerdir. AK Parti Türkiye’yi modernleştirdi ve şehirleştirdi. Bunu mahalli idarelerdeki becerileri ve merkezi idarelerdeki başarılarıyla yaptı. İnsanların birbirleriyle temasa geçebilmeleri, ulaşım imkanlarının artması muazzam işlerdir. Kültürel "contact" bir takım problemleri de doğurur. AK Parti bütün bunları çözmek için rasyonel bir siyasetle yoluna devam ediyor. Dönüştürdüğü sosyolojiye uygun bir tarzda kendisi de dönüşüyor.

“AK PARTİ’NİN DE KUSURLARI VAR”

O dönüşüm sırasında kendi içinde hareketlilikler yaşanıyor. 18 yıldır Türkiye siyasetinde AK Parti dışında farklı bir gelişme yaşanma ihtimalinin yine AK Parti'nin içinde aranmasını, senaryo olarak yorumladınız. Ak Parti tekamülünü tamamladığında, kendi içinden bir oluşuma izin verir mi?

AK Parti dediğimiz hadise bir toplumsal zemine yaslanıyor. O toplumsal zemini görmek lazım. Bu toplumsal zeminde süreklilik görebiliriz. 1950’de Menderes ile başlayan, Adalet Partisi ve rahmetli Özal ile devam eden, Tayyip Erdoğan’a intikal eden bir toplumsal süreklilik. Parti isimleri farklıdır ama bu partilerin ortak bir parametresi vardır; rasyonellik, hizmet siyaseti, Türkiye’nin ortak kaderini sahiplenme, esneklik, demokratlık, hoşgörü. Bir şekilde teşekkül etmiş bir siyasi hareket, bu toplumsal harekette kendisine zemin bulur. AK Parti, AK Parti olarak kaldığı sürece herhangi bir şey olmaz çünkü dayandığı zemin bu. Louis Althusser’in ideolojiye ilişkin bir tanımı vardır, ideoloji teknik olarak maddi hayat şartları ile hayali ilişkileri temsil eder, beraberinde de “seslenme” diye bir metafordan söz eder. Seslenme, siz topluma siyasi bir değerlendirmede bulunuyorsunuz, toplumun kulağı sizin seslendiğiniz dile ayarlıysa, sizin kendi gerçekliğine dokunduğunu düşünüyorsa, tıpkı bir radyoda frekansı bulmak gibi, toplumla buluşursunuz. AK Parti frekansı bulmuş. AK Parti şu anda bu frekans üzerine yürüyor. Kusursuzluk diye bir şey yok, AK Parti'nin kusurları olmaz mı? Tabii ki AK Parti'nin de kusurları var ama akıllı siyaset, kusurları azaltmak, meziyetleri çoğaltmak istikametine gider ki, AK Parti’nin 17 yıldır iktidarını sürdürmesinin temel mantığı da budur. Hatadan münezzeh, Allah’tır. Siyaset mükemmellik üzerinde gitmez. Hatta kötümser bir tanım var: Demokrasi, kötü ile daha kötü arasında bir tercihtir. İnsanlar mükemmel dünyalar hayal ederler ama gerçeklik ona uymaz. Muhalefet mükemmel dünyalardan bahseder ama kendi gerçekliği hiçbir zaman buna uymaz.

“AK PARTİ YAPAMAZSA BAŞKA BİR AK PARTİ YAPACAK”

AK Parti, AK Parti olarak kalırsa dediniz… O eğerli cümle dikkatimi çekti. AK Parti içinden çıkacak olası bir oluşum için siyaset mühendisliği teşebbüslerine, öngörüsü olmayan siyasete, sadece “husumet" üzerine kurulu saflaşmalara… diye başlayan eleştirilerde bulundunuz. Bu eleştirinin özeleştiri tarafı, "küskünler" olduğu iddia edilen kesimin dertlendiği şey ne?

Kusursuzluk diye bir tasavvurla davranamayız. Siyaset aynı zamanda sürekli yapıp ettiğini gözden geçirme, daha da mükemmelleştirme yolunda bir çabadır. Bunu yapabilirsen başarılı olursun. Sosyolojik değişimden bahsettik, toplumla yeni bağlar kurulması gerektiğinden. Mevlana’nın dediği gibi yeni sözler gerekir. AK Parti bütün bunları beceriyle yapıyor. Ben teorik bir şeyden söz ediyorum, bir imadan değil. Bunları yaptığı sürece AK Parti olacak çünkü AK Parti’nin toplumsal zemini olacak. Bunu AK Parti yapamazsa başka bir AK Parti yapacak, kastettiğim böyle bir şey. Çünkü AK Parti dediğimiz parametreler, toplumla bağ kurabilme biçimi, seslendiğinde toplumun kulağının ayarlı olduğu o zemin her zaman var. Önemli olan sen bununla bir rezonans yakalayabiliyor musun? AK Parti bu rezonansı yakalamış. İnşallah bırakmayacaktır. "Küskünler" meselesine gelelim. Siyasette herkes parti kurabilir, demokratik bir hak fakat birilerini bekleyerek, birilerinin ayağı tökezlesin ben de fırsattan istifade parti kurayım, veya bir gerileme olsun bana ihtiyaç duyulsun ben de parti kurayım, şartlar oluşsun parti kurayım. Böyle kurulacak bir partinin hiç bir şekilde şansı olmaz. Heraklitos’un bir sözü var, ‘karakterimiz kaderimizdir’ diye. Bekleyerek, başkalarının başarısızlığından yelkenlerini doldurmaya çalışarak bir başarı hikayesi asla yazamazsınız. Eskilerin bir lafı var, siyasette boşluk var. Bu laf, kendi içeriğini de, oraya talip olanı da boşaltan bir iştir. Siyasette hiç bir zaman boşluk olmaz. Yerinizi kendiniz açacaksınız, açabiliyorsanız. Liderlikte böyle bir şeydir. Tayyip Erdoğan’ı lider yapan da budur. Tayyip bey, siyasette boşluk olsun diye davranmadı. Çıktı ve partiyi kurdu.

“EKREM BEY ÜRETİLMİŞ BİR KİŞİLİK OLARAK SUNULDU”

Ekrem İmamoğlu, "muhafazakar" ve "demokrat" kimlikle CHP’ye uymayan bir profil çiziyor. İnce için, “CHP’nin umutlarını arttırdı ancak aynı kişinin o gece yarattığı stratejiye köpürdüler. Oysa o strateji öncesi ve sonrasıyla bir bütündü” demiştiniz. İmamoğlu öncesi ve sonrası adına CHP için umut arttıran bir stratejiden söz edebilir miyiz?

Ekrem Bey'i kamuoyu tanımazdı, Büyükşehir adaylığı süresince tanındı. Kamuoyunun tanıma biçimi; medeni, güleryüzlü, uzlaşmacı, ortak değerlere sahip çıkan, mütevazı, hoşgörülü…. Ne kadar olumlu değer varsa hepsini temsil eden ve olumsuz değere de hayatında yer vermeyen bir profil. Uzun yıllar üniversitede hocalık da yaptım, insanların beden dilleriyle konuşmaları ve davranışlarıyla kamusal profillerine ne ölçüde uyduklarına ilişkin muhakeme yapıyorum. Medya üzerinden tanıdığımız Ekrem Bey için benim her zaman bu profil olmadığı şeklinde bir marjım vardı. Gözlemlerime yaslanan bir kanaatti bu. Seçim sürecinde iyi bir halkla ilişkiler propagandası yürüttüler. Yani bu profili kamuoyuna intikal ettirmek için bir program çerçevesinde “üretilmiş bir kimlik” sundular. Çünkü Ekrem Bey'in seçim öncesi ve sonrası davranışlarına baktığımız zaman, bu profile uymayan, kendi gerçek kimliğini açığa vuran, o çelişkiyi, o profile asla uymayacak bir takım beyanlar ve tavırlar görüyorum. Mesela koşa koşa Anıtkabir’e gelip imza atması bir hamlıktır, o profille de hiç uyum göstermez, acelen ne? Orada belli ki kamuoyunu etkileme ve kamuoyuna mesaj verme ihtiyacından kaynaklanan ama çizdiği profilin o kucaklayıcı kimliği ile hiçbir şekilde örtüşmeyen, yasallık, meşruluk, hukukilik gibi çok önemsediği değerleriyle çelişkiye düşen önemli bir atraksiyon. Ama yaptı. Seçim sonrası davranışlarında, seçim öncesi kamuya sunulan portreye uymayan tutum ve davranışlardan bir diğeri koşa koşa İzmir’e mitinge gidecekti. Çizmeye çalıştığı profil üzerinden doğru bir iş değildi. Sonra vazgeçildi galiba. Medya aileler üzerinden yaptığı hatırlatma. Hiç kimse bunu bir hatırlatma, masumane bir gönderme gibi okumaz. Bu da Ekrem Bey'in çizmeye çalıştığı (insani, demokrat…) portreye uymuyor. Uymayan çok yanları var. Ama hayat, üretilmiş portrelerin, üretildiği şekilde sürmesine imkan vermeyecek bir çok durum ortaya çıkarır.

“EKREM BEY HER KİMSE KAMU ONU TANIYACAK”

"Kendi kendini yok edecek" mi demek istiyorsunuz?

Hayır şunu demek istiyorum. Bir insanın gerçek kimliği neyse, süreç içerisinde çok aleni bir şekilde ortaya çıkar. Siyaset modern zamanlar için, imaj yaratma ve insanları bu imaja inandırma sanatıdır. Bu tanım, Ekrem Bey'in portresine uyuyor. Bundan sonra nasıl davranır, kamuya takdim ettikleri portre istikametinde mi, yoksa fırsatını ve imkanını bulduğu her yerde gerçek kimliğine göre mi davranır, yahut da aradaki mesafeyi doldurur mu? Gerçekten takdim ettiği profile dönüşür mü? Benim gördüğüm, siyasetin şartları içerisinde üretilmiş profillerin değil, gerçek kimliklerinin açığa çıkacağı. Ve Ekrem Bey her kimse kamunun onu her kim olduğu şekliyle tanıyacağıdır.

“MANSUR BEY, EKREM BEY'DEN FARKLI”

Mansur Yavaş ile ilgili de ”Ortada sevimsiz, tartışmalı, gri bir alan var” demiştiniz. Ateşten gömleği giyen, mazbatasını alan Mansur Yavaş'ı ne bekliyor sizce? Yani o gri alanın karanlık noktalarının üzerine gidilecek mi?

Mansur Bey farklı bir gelenekten geliyor, geçmişten de tanırım, medeni, mütevazi, çalışkan bir insandır, kanaatlerinin bugün de farklı bir yerde olduğunu düşünmüyorum. CHP’ye giderken de ülkücü olduğunu söyleyerek gitmişti. Bilemiyorum, hani şartlar, hangi kombinasyonlar, Türkiye’nin ne gibi bir zemini böyle bir karar vermesi sonucunu doğurdu. Mansur Bey'in, Ekrem Bey'den kimlik, kişilik, geldiği dünya olarak farklı olduğunu söyleyebilirim. Mansur Bey bir imaj yaratmaya çalışmadı, kendisi neyse öyle davrandı. O bakımdan üretilmiş bir kişilik olarak karşımızda değil. Mansur Bey oradaki süreçleri muhakkak anlatacaktır, bir hukuki süreçte yaşanıyor. Kamu nezdinde o iş de netliğe kavuşur.

“CUMHUR İTTİFAKI PARAMETRELERİ İLE SEÇMENİN DAVRANIŞI ARASINDA BİR MESAFE VAR”

Cumhur İttifakı’nı da değerlendirin isterim. Cumhur ittifakı sadece AK Parti ve MHP’nin değil, Türkiye toplumunun %70’inin ittifakıdır, demiştiniz. 31 Mart seçimlerinde Cumhur İttifakı’na %52 oy çıktığına göre, beklentilerinizi karşıladı mı?

Seçimdeki oy verme davranışı ile Cumhur İttifakı’nın ortaya koyduğu parametrelerin arasında mesafe olduğunu kabul etmek lazım. Siyaset farklı bir düzlemde yürüyor. Benim kanaatim Cumhur İttifakı diye adlandırdığımız sosyolojinin sosyal sınırları ile siyasal sınırları arasındaki farktır, bu örtüşebilir. Ama Türkiye’de her zaman millilik, muhafazakarlık, değerleri, refah ve barış çok önemli değerlerdir, bunların sosyolojisi oldukça geniştir, kastettiğim böyle bir şeydir.

“MİLLET İTTİFAKI SEÇİM BİTER AYRILIRLAR”

Cumhur ittifakı’nın kurulmasıyla millet bloku oluştu. Sonuç ne olursa olsun Cumhur İttifakı gerekliydi mi diyorsunuz yoksa Cumhur İttifakı olmasaydı Millet İttifakı oyları bu noktaya gelmeyebilirdi mi diyorsunuz?

Referandum sonrası Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi oluştuktan sonra çıta 50’ye kondu. İttifakları zorunlu hale getirdi. Fakat Cumhur ile Millet İttifakı’nın temel bir farkı var. Cumhur İttifakı’nda bir sosyoloji ortaklığı da var. Tabii ki partilerin farklı kanaatleri yaklaşımları olmakla birlikte, temelde ortak parametreler etrafında bir araya gelmiş bir toplumsallığa hitap ediyor. Millet İttifakı için aynı şeyi söylemek mümkün değil. CHP’nin kendi içinde böyle bir ortak toplumsallık yok. Sadece muhalefette oldukları için kendi içindeki fay hatları çok çalışmıyor. Diyelim ki Meclis’te Kürt meselesi konuşuluyor, CHP, Bu işleri Meclis’te konuşalım, diyor. Konuşalım da sen bir partisin, neyi konuşacaksın. Endişe ettiği için konuşmuyor, yer işaret ediyor, topu taca atıyor vs. Çünkü konuşursa kendi içindeki fay hatları çalışır. HDP, Demokratik reşit bir iradenin siyaseti değildir. Keşke öyle olsa o zaman Türkiye'ye katkı yapacak bir parti olur, o yüzden problemlidir. İYİ Parti, tepkisellik üzerine teşekkül etmiş bir partidir. Bu 3 parti niye bir araya geldi, bunları bir araya getiren; AK Parti, MHP ve Erdoğan karşıtlığıdır. Karşıtlıktan güç almaya çalışıyorlar. Bir siyaset için, siyasi ittifak için en talihsiz olan budur, kendileri olduğu için değil, ortak program için değil, ortak öngörü için değil, “Ben şuna karşıyım” diye bir araya geliyor. Sonrası yok. Bu kurumun bir adım sonrasına ilişkin tahayyülü ve tasavvuru yok. Karşıyız. Kendisini negatif frekanslarla tayin eden bir ittifak hükmünde. Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı’nın en temel ayrımı bu. Bir gelecek tasavvuru, ortak program etrafında bir araya gelme, Türkiye’nin geleceği için laf söyleme diye bir şey yok. Seçim biter ayrılırlar, bir arada gidemezler.

“HDP’DEN BEKLENTİ REŞİT İRADE”

Millet ittifakının HDP’yi cesaretlendirme gibi bir fonksiyonu da oldu. Pervin Buldan seçim öncesi size sürpriz bir nezaket ziyaretinde bulunmuştu. Ama eş başkanı Sezai Temelli vadedilmiş topraklardan söz etti. Seçim sonrası tavırlarına bakınca böyle bir cesaretten söz edebilir miyiz?

HDP, yürüttüğü siyaset çerçevesinde toplumsal zemini var görünüyor, böyle görürken onun reşit, demokratik bir irade olması için oy veriyor fakat HDP bunu temsil edemiyor. Arada bir iletişim, temsiliyet problemi var. Demokratik zemin ile, silahla dağda olanın bulunduğu zemin aynı zemin değildir, aynı akıl, aynı tercihler değildir. Seçmenin tercihi demokratiktir meşruiyet nedir tercihi neticesinde siyasi beklentisi de öyledir. HDP’den beklenti, reşit bir demokratik irade olması. Bunu beceremiyor.

“HDP İLE CHP ARASINDA BİR BORÇLANDIRMA İLİŞKİSİ VAR”

AK Parti’nin Doğu’da aldığı oylar nasıl okunmalı?

Çok çeşitli okunabilir. CHP, AK Parti ve Erdoğan hasımlığı ki siyasette hasımlık iyi bir şey değil, kurdukları ittifakın odağında hasımlık var. O çerçevede HDP ile birlikte davranması, HDP’ye biraz daha geniş siyasal alan tanıyor. Destek veriyor, kimi yerlerde CHP’nin kazanması sağlanıyor. Arada bir borçlandırma ilişkisi doğuyor. Bunun ileride karşımıza ne çıkartacağı hususunu hep birlikte göreceğiz. Biz göreceğiz, CHP görecek, CHP’nin zemini görecek, HDP görecek, İYİ Parti de görecek. AK Parti her zaman doğuda oy alıyor. Bu ülkede herkes barış içinde yaşamalı. Doğuda birinin ayağı takılsa, Batı’daki insan yüzüstü yere kapaklanır. Kader ortaklığı böyle bir şeydir. Ama bu coğrafyada maceraperest, çıkarları istikametinde lejyonerlik yapan terör örgütleri var. Bizim derdimiz bunlarla. AK Parti’nin çizgisi bu. Doğu’daki, Güneydoğu’daki seçmenler bu tavrı iyi anlıyorlar.

AK Parti "ittifak yapın" çağrısında bulunduğunda CHP bu teklifi "ahlaksız teklif" olarak değerlendirmişti. Siz de 'kurun o zaman bir ittifak' demiştiniz. Bugün gelinen noktaya baktığınızda söylemeseydim, bu ittifak oluşmasaydı diyor musunuz?

Hayır onu ben söylediğim için yapmadılar siyasi şartlar dolayısıyla onlar da daha fazlasını kazanmak için böyle bir hasımlıktan güç almaya çalışan bir ittifak yaptılar.

“MİLLET İTTİFAKI’NDAN POZİTİF SİYASAL PROGRAM ÇIKMAZ”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Nabza göre şerbet veren, Doğu'da bölücü, Batı'da Atatürkçü, Ankara'da ülkücü olan, her şekle giren bir bukalemun ittifakı oluşturdular” demişti. Bukalemunun halkta karşılığını neye bağlıyorsunuz peki?

Esasen Türkiye'de farklı düşünen seçmenler var, hepsinin tercihi başımızın üstünde, demokratik tercihlerdir. Bir ülkede demokrasiyi var eden, evetlerin yanı sıra hayırlardır. Bizim söylediğimiz hususlar herkesin muhakeme edebildiği hususları içeriyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın o ifadeleri, bu ittifakın toplumsal zeminin, sahip olduğu siyasal değerlerin ne kadar kaotik olduğuna işaret ediyor. Bunları bir araya getiren tek husus, karşı olmak. Karşı olmak olunca, öyle de olur, böyle de olur, o yüzden diyorum bunlardan bir ortak program çıkmaz. Pozitif bir siyasal program çıkmaz ama negatif bir programları var, o da AK Parti’ye, Erdoğan’a karşı olmak. Tabii onlar da negatif bir siyasetle yol yürümenin çok mümkün olmadığını görecekler. Çünkü seçmende pozitif bir diskurla umut uyandırmanız lazım. Bunu yapamıyorsanız siyasette yükselen siyasal tasavvur sahibi olarak görülmeniz mümkün değildir. Bu yüzden de orada değildir.

“MİLLET İTTİFAKI BERABERCE HİÇBİR ŞEY YAPAMAYACAK”

Onlar görecek ama bu negatif unsurları, halk da görecek mi?

Halk da görür tabi. “Seçim bitti siz şimdi ne yapacaksınız?” diyecek. Bu ittifak hukuku üzerine beraberce ne yapıyorsunuz, diyecek. Beraberce hiç bir şey yapamayacaklar tabii ki.

“TÜRKİYE, GÜÇLENDİKÇE ÖNÜNDEKİ YOKUŞ DİKLEŞİYOR”

Halkın seçimi tabii ki mutlak demokrasi unsuru ama hata hakları da var mı, mesela siz, “Türkiye büyüyüp güçlendikçe önündeki yol diklesiyor. Bu millet bu kader tepesini aşacak” demiştiniz. Millet; ekonomi, iç çekişmeler veya üretilmiş kişilikler gibi parametrelerin etkisiyle yanlış kararlar da alabilir mi?

 

Vatandaşın yanlış yapması diye bir tanımlama doğru olmaz. Ortak akıl her zaman aklı selim ile davranır. Bir kere demokratik teori de bunun üzerine şekillenir. Eğer bir problem varsa biz derdimizi iyi anlatamamışız demektir. Çünkü mesele, anlatma meselesi. Şunu herkes görüyor Türkiye hakikaten büyüyor ve gelişiyor. Güçlendikçe önündeki yokuş dikleşiyor. Burada ortak dayanışma, kadere sahip çıkma, siyasi rekabet hususlarını ortak meselelerden ayırma istikametinde bir akılcılık, son derece önem kazanıyor. Bunları anlatıyoruz. Milletimizin aklı selimi, sağ duyusu, Türkiye’nin durumunu, şartlarını ve geleceğe ilişkin halini muhakkak çok iyi takdir eder diye düşünüyorum.

“SEÇMEN PROPAGANDA DİLİNDEN VE İMAJ YARATMADAN ETKİLENMEZ”

Hatta kurşun asker tabirini kullanıyorsunuz. "Bu, partiler üst kurumsal akılları marifetiyle bir strateji olarak kotarılmaya çalışıyor ama seçmen kimsenin kurşun askeri değil." diyorsunuz. Seçmen kurşun asker olarak kullanıldığının farkında mı?

Seçmen çok aklı başında, çok ferasetli, her şeyi okuyan. Bazı siyasi aktörler çok naif davranıyorlar. Sanki seçmen propaganda diliyle veya imaj yaratmayla etkilenecek ve bir şey yapacak. Hayır, emin olun zengini, fakiri, okumuşu okumamışı hiç fark etmez, çok ferasetli bir halkımız var. Gurur duyduğumuz bir halkımız var. Her zaman siyasette de bu milletin yolunu açmıştır. Aynı şekilde davranır diye düşünüyorum.

“SEÇMEN, AK PARTİ’YE MAHALLİ YÖNETİMLERDEKİ HUSUSLAR DÜZELTİLMELİ DEDİ”

Bu seçim sonuçlarında seçmen AK Parti’ye nasıl bir mesaj verdi?

Bir, Cumhur İttifakı olarak, Sayın Cumhurbaşkanımızın hükümet etme biçimi olarak yola aynı şekilde devam, dedi. İkincisi, AK Parti’ye mahalli yönetimlerine ilişkin düzeltmen gereken hususlar var, dedi. Zaten AK Parti'nin de farkında olduğu hususlardı. Sayın Cumhurbaşkanımız da AK Parti'nin kendi içinde bir takım eleştiriler ve düzenlemeler yapma lüzumunu görmüş, buna göre hamleler de yapmıştı. AK Parti, kusurlarını azaltmak, meziyetlerini çoğaltmak istikametinde davranma becerisine sahip bir kollektif akıl. Dolayısıyla aynı şekilde davranacaktır.

“EKREM BEY O PROFİLE UYSA USULSÜZLÜĞE YÜKSEK SESLE İTİRAZ EDERDİ”

Ocak ayında Hatay tanıtım konuşmasında sandıklar için “Onurumuzdur anlayışıyla sandıklara sahip çıkacağız” demiştiniz. Bugün AK Parti’nin bir sandık operasyonu, organize ile karşı karşıya olduğu iddiaları var. Sandık operasyonuna dair önceden bir ihbar veya duyum almış mıydınız?

Bir kere şöyle, biz bir partiyiz, seçimleri de kazanmak isteriz. Kazanmayı meşruiyete, hukuka uygun, halkın tercihleri üzerinden gerçekleştirmek isteriz. Bizim gücümüzü aldığımız yer sandıktır. Sandığın, milletin vicdanını en net şekilde, hiç gölge kabul etmeyecek bir yer olması bizim varlık nedenimizdir. Sadece bize verilen oylar için değil, bütün oylar için varlık nedenimizdir. Namus derken kastettiğimiz bu. Namus kelimesi Yunanca’dan gelir, kural demektir. Kurala uyulacak. Bir duyum yok ama her seçimde bir takım kıpırdanmalar olur. Bu defa İstanbul'da bir takım işlerin yapıldığı anlaşılıyor. Ali İhsan Bey dışarıdan sahte seçmen yazıldı, dışarıdan tır garajlarına, boş arsalara seçmen yazıldığını söylüyor. Büyükçekmece’ye dair CHP'nin sayın sözcüsü diyor ki: Seçmen listesi askıya çıktığında siz niye bunlara itiraz etmediniz? İtiraz etmek için vaktiniz vardı. Bu çok tehlikeli bir laf. Ortada bir usulsüzlük var mı yok mu, Sayın sözcünün buna ilişkin hiçbir sözü yok. Yani boş bir arsaya seçmen yazıldıysa buna ilişkin söyleyecek hiçbir sözü yok mu? İkincisi, tabii ki seçmen listeleri askıya asıldığında bir itiraz süreci var ama hukuk sana sonra da itiraz etme hakkı veriyor. Sayın sözcü şunu mu diyor acaba; "O zaman itiraz etmediniz sonraki itirazları da boş verin canım!"... Üçüncüsü: O zaman görmediniz, şimdi de bu usulsüzlüğü görmezden gelin mi demek istiyor? Çok tehlikeli bir beyan. CHP’nin konuşmalarına baktığınızda; demokrasi, meşruiyet, adalet. Adalet yürüyüşleri yapmışlardı değil mi, Büyükçekmece’de yapılan usulsüzlüğe ilişkin, dün niye görmediniz deyip sanki bugün de görmeyin gibi bir mana çıkartmak çok yanlış, bu bir yaklaşım, bu bir kafa biçimi. Peki Ekrem Bey bunlara ilişkin niye bir laf söylemiyor, o duyarlı, demokrat, kucaklayıcı, hakkın yanında olan Ekrem Bey'in, “Hukuksuz, usulsüz uygulamalar olmuş bunlar aydınlığa çıksın gibi bir beyanını görmedim. İşte kamusal profil ile gerçek kimlik arasındaki ayrımlar siyasetin kritik zamanlarında ortaya çıkar, Ekrem Bey o profile uysa buradaki usulsüzlüklere de yüksek sesle itiraz etmesi gerekirdi, etmedi.

AK Parti’nin gelecek seçimlerde sandık hataları veya iddia edilen usulsüzlükler gibi durumlar olmaması için atacağı adımlar, önlemler var mı?

Hepimizin görevi. Sadece AK Parti’nin görevi değil.

“ORGANİZE İŞLERE DAİR BULGULARIMIZ VAR”

Ali İhsan Bey açıklama yaparken bu sandık kurulunun, seçmen kaydının da ötesinde bir sahtekarlık var diyor. Bunun arkasında ne var sizce, FETÖ mü?

Bunlar incelenecektir. Bizim şüphelerimiz var. Organize işlere ilişkin bazı bulgularımız var. Bunları sonuna vardıracak olan bizler değiliz. Biz şikayet kurulu marifetiyle bu hususları dile getiriyoruz. Bunu araştıracak, inceleyecek olan da devletin kurumları. Ayrıca bu işlerin araştırılıp incelenmesinde de CHP'nin de destek vermesi gerekmez mi? Bunların öteden beri yaklaşımları, adalet ve hukuka ilişkin koca koca lafları hatırlandığında bugün sotaya yatmaları çokta uygun bir tavır değilmiş gibi görünüyor. Muhakkak devletin kurumları araştıracaktır.

“YUKARI DOĞRU TREND ÇİZEN BİR EKONOMİ OLACAĞI KANAATİNDEYİM”

“Dolar şimdi çılgın bir partide... Kendinden geçme halinde...” dediniz. Sizce seçim sonuçları ekonominin seyrini nasıl değiştirir, başıbozuk sevdalar mı bekliyor bizi? Bir de iktidarın 4.5 yıl içerisinde başta ekonomi meseleleri olmak üzere çok geniş bir program gündemi var demiştiniz, bu programda seçim kritiğini baz alarak değiştirme yoluna gidilir mi?

Her zaman seçimler değerlendirilir, bunlar hayata yansıtılır. AK Parti’nin genel bir yaklaşımı ve kendisini var eden temel değerleri ve aynı zamanda seçimin bize söyledikleri var. Ekonomiye ilişkin hazırlıklar var, Türkiye’nin iktisaden çok güçlü olması gerekiyor. Türkiye’nin güçlü olması demek, halkın güçlü ve zengin olması demektir. Biz halkın gücü olarak görürüz. Zeki dönem için daha stabil, dengeli ve yukarıya doğru trend çizen bir ekonomik bir yapı görürüz kanaatindeyim.

“İSTANBUL’DA İNSANLARIN KAFALARI HEP KARIŞIK OLACAKTIR”

İstanbul seçiminde seçmenin vicdanı neyle rahatlar, yeniden sayım mı, yeniden seçim mi?

YSK bunları değerlendirecektir. Aradaki fark çok hassas bir fark olduğu için, insanların kafaları hep karışık olacaktır. YSK, eldeki verileri, bilgileri ve İstanbul gibi büyük bir metropolde seçmenin zihninde şaibe kalma meselesini muhakkak değerlendirecektir.

Bahçeli’nin belediye başkanlık sistemini yenilemek gibi bir fikri vardı, siz de kıymetli bir yorum dediniz.

Büyükşehirlerde verimi, hizmeti nasıl arttırabiliriz, Sayın Bahçeli’nin önerisi buna tekabül ediyor, buna karar verirken de ortak bir mutabakatla yürümek lazım.

Siyasetcafe.com

İlgili Haberler
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.