Atatürk Hakkındaki Yalanlar ve Gerçekler - 2: İttihat ve Terakki İlişkileri
M. Kemal’in İttihat ve Terakki Cemiyeti ile hareket ettiği ve onların ideolojisini tümüyle benimsediği yönünde ki görüşler kısmen doğrudur.
Oldukça hassas olan bu ayrıntıyı netleştirmek için cemiyetin kuruluş amacını ve M. Kemal’in de onlarla buluşmasını sağlayan nedenleri dönemin koşulları içerisinde tarihsel bir süzgeçten geçirmek gerekiyor.
M. Kemal ile İttihat ve Terakki’nin yollarını kesiştirecek nedenlerin başlangıcını, Osmanlı döneminde kurmay subay yetiştiren Erkan-ı Harbiye içinde yenilikçi ve aydınlanmacı düşünceye sahip bir grup genç subayın Kızıl sultan lakaplı 2. Abdülhamit’in zorba yönetimine, özgürlükçü düşünceleri susturma girişimlerine karşı “Vatan” adında ki örgütlenme oluşturmaktadır.
Aynı isimle ve el yazısıyla hazırladıkları bir broşür çıkartan örgüt, el altından gizlice dağıtımını yaparak mektep içinde taraf bulmaya, genişlemeye çalışıyordu.
Yapılan gizli toplantılarda zorba yönetimin yerine parlamentoya dayalı halk tarafından seçilmiş anayasal bir hükümet oluşturmanın yolları aranıyordu.
Mustafa Kemal’de Erkan-ı Harbiye’ye teğmen rütbesiyle 1902’de girmiş ve bu muhalif teğmenlere katılmış, yayınladıkları broşürde özgürlük, bağımsızlık, vatan gibi milli duyguları uyandıracak yazılar, şiiriler yazmaya başlamıştı.
Ancak Osmanlı’nın çöküşünü hazırlayan 2. Abdülhamid’in hafiyeleri tarafından yakın takibe alınmışlardı. Nihayetinde bir ihbar sonrası mektep içinde deşifre olan vatan cephesinin dergisi kapatıldı, üyeleri de vatan hainliğiyle tehdit edilerek susturulmaya çalışıldı.
Ancak devrimci gençler için yasak caydırıcı olmamıştı, M. Kemal, Vatan’ın yeniden yayınlanmasını üstelendi ve büro olarak kullanabilecekleri bir oda kiralayıp örgütlenme çalışmalarını gizlilik içinde yürütmeye devam ettiler.
Her ne kadar gizliliğe dikkat etseler de burada da izlenmekten kurtulamadılar ve toplantı esnasında ani bir polis baskınıyla içlerinde M. Kemal’in de bulunduğu vatan cephesi üyeleri yakalandı. M. Kemal’i diğerlerinden ayırarak tek başına İstanbul’da ki Kızıl Zindan’ın hücresine kapattılar.
Harbiye Nazırlığı olarak kullanılan günümüz İstanbul Üniversitesi’nin avlusunda bulunan hapishane, zor koşullarıyla siyasi baskının simgesi halindeydi. M. Kemal, gizli örgüt kurmak ve padişaha suikast düzenlemek suçlamasıyla bu zindanın güneş görmeyen, soğuk küçük bir hücresinde iki ay tutuklu kaldı.
Suikast suçlaması asılsızdı, gizli örgüt kurmak ise ordudan atılmak, sürgüne gönderilmek için yeterliydi.
Ancak Harp Akademisi nazırı Ali Rıza Paşa, onun askeri yeteneklerinden dolayı ordudan atılmasına razı değildi.
Ali Rıza Paşa’nın iknası sonucunda M. Kemal’i Şam merkezli 5. Ordunun 30. Süvari alayına gönderilmesine karar verildiğinde tarih 1905’ti. Grubun diğer üyeleri ise başta Malta olmak üzere farklı yerlere sürgün edilmek edilerek etkisiz hale getirilmişti. Ancak M. Kemal için bu affedilmek değil, sürgündü. Sürgüne gönderme nedeni ise tehlikeli gördükleri M. Kemal’i İstanbul’un siyasi havasından uzaklaştırmak, etkisizleştirmekti.
Ali Rıza paşanın “Geleceğin oradan gönderilecek raporlara bağlıdır. Dikkat et, ikinci bir şansın olmayacak” şeklinde üslü kapalı tehditler içeren nutuktan sonra aynı akşam polisler eşliğinde Suriye’ye giden vapura bindirildi, annesi ile kız kardeşiyle görüşmesine, vedalaşmasına izin verilmedi. Gönderilmeden evvel üstü kapalı yapılan bu tehditler onun ne gözünü korkutmuştu ne de kararından vazgeçirtebilmişti.
Giderken son sözü “Pekâlâ, biz bu çöle gider ve orada yeni bir devlet kurarız” olmuştu.
İttihat ve Terakki’yi Selanik’te öğrendi
Şam’a ki 5. Ordu da görevlendirilen M. Kemal burada ki genç subayların da tıpkı İstanbul’da ki gibi padişah rejiminden hoşnut olmadıklarını fark edip, Şam’da yeniden Vatan’ı örgütlemek için çalışmalara başladı. Ordu da öğrencisi olduğu Harbiye Mektebi’nden tanıdığı subaylarda vardı.
Kısa sürede örgütün varlığı karargâha yayıldı ve büyük katılımlar oldu ancak çoğunluğunu Arapların oluşturduğu hilafetçi yerel halk yeniliğe açık olmadığı gibi devrimci düşüncelere düşmandı.
M. Kemal, ordu içerisinde büyük taraf bulmasına rağmen devrimin buradan başlatılmasının mümkün olmayacağını anlamıştı. Ayrıca mektuplaştığı arkadaşları, devrimin merkezinin balkanlar olduğunu ve tayinini Selanik’e çıkarttırmanın bir yolunu bulmasını tavsiye etmişlerdi.
Yaklaşık bir yıl sonra üstün hizmetlerinden dolayı 1906’da 5. Rütbeden Mecidiye nişanı ile ödüllendirilen M. Kemal, Vatan cephesini genişletmek için arkadaşlarının tavsiyesine uyarak gizlice 1907’de Selanik’e gitti. Arkadaşlarının dediği gibi Selanik, siyasi olayların merkeziydi.
Ancak onun ordudan ayrılarak gizlice Selanik’e gittiği haberi İstanbul’da duyulmuş, kızıl sultanın hafiyeleri yine peşine düşmüştü. Vatan’ın üyelerinden polis memuru Cemil’in yardımıyla Selanik’te ki işleri tamamlayıp tekrar Şam’a dönmüştü. Onu Selanik’te bulamadıkları için ihbarın doğru olmadığı, M. Kemal’in görevinin başından hiç ayrılmadığı kanısını sağlamlaştırdı.
Bu tehlikeli girişimden sonra M. Kemal kendini işine verdi, üstleri de İstanbul’a onun hakkında olumlu raporlar gönderdiler. Hakkında ki bu olumlu raporlar Şam merkezli 5. Ordudan Selanik’te ki 3. Orduya kolağası rütbesiyle atanmasını sağladı.
Atandığı bu orduda da Erkan-ı Harbiye Mektebi’nden tanıdığı pek çok subay ile karşılaşmıştı fakat kendi grubu “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”nin kendisine haber verilmeden yine Selanik’te bulunan “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti” adında ki devrimci örgüte katıldığını öğrendiğinde hayal kırıklığı yaşamıştı.
Arkadaşları, bu örgütün dışında Paris’te “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti” adında devrimci bir örgütün daha olduğunu söyleseler de onu ikna edemediler. Sonra da bu iki örgüt, Paris’e öğrenim için giden ama geri dönmeyen Selanikli Dr. Nazım’ın çabalarıyla 1907’de “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” adı altında yeniden birleşeme kararı aldılar ve örgütün merkezini Paris, şubesini de Selanik olarak belirlediler.
Fakat M. Kemal, kendisine bilgi verilmeden kendi cephesinin bu örgütlerle birleşmesinden zaten rahatsızdı ve bu nedenle katılmayı reddetse de arkadaşı Fethi Okyar’ın ısrarı üzerine 322 numara ile kaydoldu. Fakat yönetimde olmadığı halde ilerleyen zamanlarda üyesi olduğu örgütü pek çok yönüyle eleştirmekten de geri durmayacaktı.
31 Mart vakası ve sonraki gelişmeler
M. Kemal’in cemiyete üye olmasının üzerinden henüz 2 yıl geçmeden 13 Nisan 1909’da, tarihe “31 Vakası” olarak geçen İstanbul merkezli isyan başladı.
İsyanı bastırmak için Selanik’ten İstanbul’a gönderilen Mahmut Şevket Paşa komutasında ki “Hareket Ordusu”nda M. Kemal de kolağası olarak görevliydi.
İsyan bastırıldı, 2. Vahdettin’in tahttan indirilerek İttihat ve terakki’nin desteğiyle V. Mehmed Reşad tahta çıkartıldı ve böylece kısmen de olsa yönetimde söz sahibi oldular. Ancak iç karışıklığın yanı sıra 1912’de Balkan savaşları ve hemen ardından 1914’te başlayan 1. Dünya savaşı, düşündükleri reformları uygulamaya fırsat vermedi. M. Kemal zaten en başta kendi rızası ile bu cemiyete üye olmak istememişti çünkü cemiyetin üç liderlerinden özellikle de Enver paşayı gereğinden fazla teorisyen, aceleci ve savruk buluyordu.
Oysa onun için teori değil, titizlikle planlanmış eylem gerekliydi. M. Kemal düşüncelerinde haklı çıkmıştı çünkü devrim hiçbir şeyi düzeltmemişti. Artık görüşlerini sert bir şekilde dile getiriyor, Enver paşayla tartışmaktan kaçınmıyordu.
Örgüt içinde M. Kemal’in görüşlerinin destek bulması Enver paşayı telaşlandırmıştı. Çünkü 1913’te başlayan Balkan savaşı esnasında Trablusgarp’a gitmeye karar veren M. Kemal, cemiyetten para istemişti fakat cemiyet istediği parayı vermemişti.
Kendi adına imzaladığı senetler karşılığında 200 sterlin toplayarak Trablusgarp’a giderek başına buyruk davranmıştı. Davranışlarından ve kendilerini eleştirmesinden dolayı M. Kemal hakkında hükümet tehlikeli olduğuna dair raporlar düzenliyor, cemiyet ise cezalandırılmasını istiyordu.
Hatta Mahmut Şevket paşa, askeri birlikleri hükümete karşı ayaklanmaya teşvik etmekle suçlayarak cezalandırılmasını istemişti fakat orduyu hükümete karşı kışkırttığına dair herhangi bir kanıt ileri sürememişlerdi.
Komite’nin en etkin üyesi Enver paşaya göre M. Kemal tam bir baş belasıydı.1. Dünya savaşının patlak vermesini fırsat bilerek M. Kemal’i önce 16. Kolordu komutanlığına, iki yıl sonra da 1917’de Diyarbakır ki 2. Orduya bünyesinde Enver paşa başkanlığında kurulması planlanan “Yıldırım Ordular Grubu” nu komuta etmesi için gönderdi. Böylece onu mümkün olduğunca cemiyetten uzak tutacak, sadece kendisine verilen emir ve görevleri yerine getirmesi sağlanacaktı.
Ancak alman General Erich von Falkehein ile aralarında askeri görüşler ve hareket planı üzerinde anlaşmazlık çıkınca ordudan istifa etti. Diyarbakır’da eski görevi teklif edilse de kabul etmeyerek İstanbul’a döndü. Bu süreçte böbrek rahatsızlığı nedeniyle Viyana ve Karlsbad’a giderek tedavi gördü.
Anlaşamadığı General Falkenhein’in yerine Liman von Sanders’in getirilmesiyle Yıldırım Ordular Grubu komutanlığını kabul etti ve 15 Ağustos 1918 de Halep’e giderek göreve başladı.
Bu göreve gelmesinden yaklaşık iki ay sonra da 4 Ekim 1918’de Osmanlı’nın müttefiki Almanya’nın ateşkes istemesi sonucu “Talat Paşa Komitesi” istifa etti, yeni kabineyi İzzet Ahmet paşa kurdu. M. Kemal, direniş ve kurtuluş için İzzet Ahmet paşa kabinesine de askeri ve siyasi önerilerini yinelemesine rağmen kabul ettiremedi ve nihayet Osmanlı, 30 Ekim 1918’de itilaf devletleriyle Mondros’u imzalayarak teslim oldu.
Mütareke gereği Yıldırım ordular grubunun 31 Ekim 1918’de terhis edilmesiyle M. Kemal tekrar İstanbul’a döndü. Fakat İzzet Ahmet paşa da tıpkı Enver paşa gibi M. Kemal’i düşüncelerinden dolayı tehlikeli buluyordu. Bu sebeple onu İstanbul’dan uzaklaştırmak için 9. Ordu müfettişliğini teklif etti. Kendisine geniş yetkiler tanıyan bu görev, kafasında ki planları pratiğe dökmek için eşsiz bir fırsattı. Bu sebeplerden dolayı kabul etti ve 19 Mayıs 1919’da bandırma vapuru ile Samsun’a giderek milli mücadeleyi tek başına örgütlemeye başladı.
Özetleyecek olursak; Kökleri 21 Mayıs 1889’da atılan ve 1918’de feshedilen İttihat ve Terakki Cemiyetiyle M. Kemal’in ilişkisi 10 yıl gibi kısa bir süreci kapsamaktadır. M. Kemal, grubun üyeleriyle yeninden ve tesadüfen Selanik’te tanışana kadar böyle bir cemiyetin varlığından habersizdir.
Bir birini takip eden olaylar silsilesinin, savaşların, karmaşanın yaşandığı bu dönemde istemese de grup içinde örgütlü mücadelesini sürdürmüş ancak yönetim söz sahibi olmadığı ve sadece emir ve görevleri yerine getirmekle yükümlü olmasına rağmen yanlış politikaları eleştirmekten, öneriler getirmekten de çekinmemiştir.
Ön görüleri, askeri stratejisi, bilgi ve donanımı ilerleyen zamanlarda ne denli haklı olduğunu tartışmasız bir şekilde ortaya koymuştur.
Şayet koşullar farklı şekilde gelişmiş olsaydı M. Kemal’in İttihatçıları eleştirmek yerine bağlarını tamamen kopartıp kendi yoluna gideceği kuşku bırakmayan bir gerçektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.