Özgür UYANIK

Özgür UYANIK

Din devlet, devlet din midir?

Din devlet, devlet din midir?

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş çıtayı hep yükseğe koyan bir tarza sahip. 
Mesela Ayasofya’da “kılıçlı lanetli” hutbeden çok önce 2017 Eylülünde göreve gelir gelmez “insanlığı sekülerizmin kıskacından kurtarmak”tan bahsetmişti. 

Kuşkusuz “insanlığı kurtarmak” gibi önemli bir görev bilim insanlarına, düşünürlere, eğitimcilere değil DİB’na düşer. Buna hiç kimse itiraz edemez. Fakat insanlığı kurtarmadan önce şu seküler düşünme belasından milleti ve devleti kurtarmak gerekir. 

Bilemiyorum belki de Erbaş bu işin çoktan tamamlandığını düşündüğü için çıtayı insanlığın kurtarılmasına yükseltmiş olabilir. 

Öyleyse yazının başlığında koyduğum soru işaretinin de bir anlamı kalmıyor; devlet ve millet olarak “dinin devlet, devletin de din” olduğu konusunda hepimiz mutabıkız.

Yine de benim gibi sekülerizmin kıskacından kurtulamamış birkaç vatandaşımız halen mevcut olabilir. 

Seküler düşünce malum bu dünyadaki hukuki, siyasi, ekonomik, toplumsal, maddi, manevi ne varsa tarihsel ve somut olgulara göre değerlendirir. Sekülerizme karşı olmanın anlamı ise yaşadığımız dünyayı Afganistan’da olduğu gibi ahiret tahayyülüne göre düzenlemektir. 

Doğrusu böyle bir dünyada DİB gibi bir kuruma yer olur mu bilemiyorum. Zira DİB seküler mantıkla kuruldu ve bugün dahi hiyerarşisinden bütçesine seküler mantıkla işliyor.

Ali Erbaş sekülerizme karşı küresel bir savaş yürütüyor ama bildiğim kadarıyla henüz DİB “dinin devlet, devletin de din olduğu”na dair bir fetva vermiş değil. Fakat protokoldeki yeri tüm bakanlıklardan önde gelen DİB’nın devlet katından sekülerizme karşı savaş ilan etmesinin bundan başka bir anlamı da olamaz.

Türkiye nüfusunun %99,9’nun Müslüman olduğu kabul edildiğine göre DİB da İslamiyet’i temsil ettiği saikiyle hareket ediyor. İslamiyet’te de din ve devlet hep birlikte temsil edilmiş. Hatta denilebilir ki tarihi boyunca hemen tüm İslami akımların hedefi devlet olmaktır. 

Ancak bildiğim kadarıyla “dinin devlet, devletin din olduğu” fikri İslamiyet’ten önce Zerdüştlükte ortaya çıkmış. Zaten günümüz İran’ındaki molla rejiminde bu fikrin mükemmel biçimde nasıl uygulandığını görüyoruz. Açıkçası bizde bu yöndeki çabalar onun yanında karikatür gibi kalıyor.
Bu arada bazıları aslında gerçek İslam’ın devletle alakasız, sivil bir hareket olduğunu iddia edeceklerdir. Bunun için 9. ile 12.asır arasındaki İslam’ın ilerleme döneminden örnekler vereceklerdir. 

Ben İslam tarihi uzmanı değilim ama bir kanaatim var. Buna göre ne yazık ki din otoritelerinin devletten büyük oranda bağımsız olabildikleri bu dönemin İslam’ın dışındaki bazı tarihsel gelişmelerin zorlamasıyla ortaya çıktığını ve bir “İslam Rönesansı” yaratabilecek olgunluğa kavuşamadığını düşünüyorum. 

Örneğin bu çok “özgür” döneminde bile İslam’da minyatürden öteye resimden ya da heykelden söz edemiyoruz.

Sanatın, bilimin, felsefenin gelişme alanı bulamadığı, kadınların cennete gitseler bile erkeklerin sadece hizmetkarı olacağı bir yerde toplumsal gelişmeden söz edemeyiz.

Şu tek bir cümlede bahsi geçen hususların bin yıldır İslam’da sorun addedildiği, 21. Yüzyılda bile halen kadının yüksek sesle gülmesinin rahatsızlık konusu olduğu ortadayken konuyu 9. asra taşımanın bir anlamı yok.

Benzer biçimde Türkiye’deki son 20 yıllık iktidar uygulamalarını “biz yapmadık devlet” ya da “milliyetçi muhafazakarlar yaptı” diye Siyasal İslamcıların sorumluluğu üzerinden atma çabaları da boşa. 

Siyasal İslamcılık yalnızca Türkiye’nin değil tüm Müslüman coğrafyalarda ulusların tarihsel ve kültürel birikiminin yıkılmasının da baş sorumlusu. 

Toplumsal aydınlanma her zaman baş dogmaya karşı direnişle yükselir.
İster sekülerizme savaş açın ister sivil toplumcu olduğunuz iddia edin ortada duran gerçek; Türkiye’de İslamcı mitin resmi ve gayrı resmi tüm tezleriyle beraber yıkıldığıdır. 

Türkler siyasal, ekonomik ve toplumsal alanda karşı karşıya kaldıkları sorunları sosyal, sanatsal, bilimsel ve kişisel gelişmenin önüne engel koyan bu baş dogmayı sorgulayarak aşacaklarını fark ettiler. 

İlk kıvılcımlarını 80’lerin sonu ve 90’ların başında Turan Dursun’nun, Necip Hablemitoğlu’nun, Uğur Mumcu’nun çaktığı bu aydınlanma Sivas Katliamı ve PKK terörüyle boğulmuştu. 

Fakat küllendiği sanılan ateş içten içe yanarak yayıldı. 

Şimdi Türk tarihi yeniden yazılıyor.

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Özgür UYANIK Arşivi