Kezzap ânı rüyalarıma girdi

Kezzap ânı rüyalarıma girdi

'Acıların Kadını' olarak bilinen Bergen'in trajik hayat hikâyesi müzik yazarı Yavuz Hakan Tok tarafından romanlaştırıldı. Yüzüne sevdiği adam tarafından kezzap atılan, sonra kurşunlanarak genç yaşında hayata gözlerini yuman 'Arabeskin Kraliçesi'nin hayatı

Bergen, nam-ı diğer ‘Acıların Kadını’. Müzik tarihimizin en sıra dışı isimlerinden biriydi. Şarkıları kadar yaşadığı hayat da hafızalara kazındı. Sevdiği adam tarafından yüzüne kezzap atıldı, aylarca hastanede yattı, gözlerini kaybetti. Sonra bir gözü yeniden görmeye başladı. Görmeyen gözünün üzerine saçlarını döktü. Sonra bıçaklandı. Daha sonra yine sevdiği adam Halis tarafından vurularak öldürüldü. 30 yaşında hayata gözlerini yumdu. Öldükten sonra hakkında birçok şehir efsanesi oluştu. Ölümünün ardından yıllar geçmesine rağmen hâlâ binlerce hayranı var Bergen’in. Müzik yazarı Yavuz Hakan Tok, Bergen’in trajik hayatını romanlaştırdı. Tok’un deyimiyle ‘tutkulu ve hastalıklı aşkı’, yaşadıkları ve fazlası Acıların Kadını Bergen isimli romanda. Yazar ile Bergen’i ve romanını konuştuk.

Bergen’in hayatını anlatan bir roman yazmanızın hikâyesi nedir?

Aslında enteresan bir hikâye. Bergen’i ben de herkes gibi 80’li yıllarda Acıların Kadını kasetiyle ortalığı yıkarken keşfetmiştim. Sesini duymadan albüm kapağındaki görüntüye tav olmuştum. 25 yaşında tek gözü kapalı, diğer gözüyle acı acı bakarken, 45 yaşlarında gösteriyordu. Hikâyesini herkes gibi gazetelerden takip ettim. Aradan yıllar geçti. Üç sene önce Yaşar Plak, Bergen’in plağını yeniden bastığında, arşivimde olmadığı için gidip aldım. Kısa biyografiler yazmayı seviyorum. O plağı dinlerken daha önce Arzu Ece, Nükhet Duru’ya yazdığım gibi bir yazı yazmak istedim. İnternete girip neler var neler yok diye bir bakayım dedim. Çok enteresan bir şekilde o gün Bergen’in ölüm yıldönümü olduğunu öğrendim. Bu beni çok etkiledi. Tüylerim diken diken oldu.

Bergen, yüzüne kezzap atıldığı için, görmeyen sağ gözünü saçlarıyla örtüyordu.

Sonra oturup araştırmaya başladınız…

İnternette çok fazla yalan yanlış bilgiler vardı. Mesela bir oğlu olduğu yazıyordu. Yok gözü kör değilmiş, reklam için yapıyormuş gibi birçok şehir efsanesi vardı. Baktım internetle bu iş olmayacak, kütüphaneye gidip o dönemin gazetelerini araştırmaya başladım. Hakkındaki bütün haberleri okudum. Epey malzeme oluştu, bunu bir yazı dizisi yapayım diye düşündüm. Sonra ailesine ulaşmaya çalıştım ama cevap alamadım. Kuaförüyle, sanatçı arkadaşlarıyla konuştum. Gazeteler artık böyle yazı dizileri yayınlamadığı için bunları blogumda yayınladım. Çok iyi geri dönüşler geldi. Ailesinden de teşekkürler gelmeye başladı. Onlar da benim kötü niyetli olmadığımı ve hikâyeyi gerçekleriyle ortaya çıkarmak niyetinde olduğumu gördü.

Roman düşüncesi nasıl oluştu peki?

O günlerde yıllardır yazıp bir kenara koyduğum Eurovision kitabımı yayınevine götüreyim diye çıktığımda bu yazı dizisini de götürmüştüm. Yayınevi ‘artık katılmıyoruz’ diye Eurovision kitabıyla fazla ilgilenmedi. Ama Bergen’i hemen basalım dediler. Ben de tamam, dedim. Ama bir taraftan da içim rahat değildi. Çünkü gazete diliyle yazılmıştı. Bir kitap olacaksa daha derine inmek gerekiyordu. Zaman içinde bunun bir roman olması fikri gelişti bende.

Neden biyografi değil de roman?

Hikâyede bilinmeyen ve karanlık noktalar çok fazla. Annesiyle Ankara’da yaşadığı bir dönem var. Bu zamanların şahidi yok. Halis ile olan ilişkileri de iki kişi arasında yaşanmış ve üçüncü kişinin bilmesi imkânsız. Bunu biyografi olarak yazdığın zaman hikâyede eksikler kalacaktı. Bir kadın, suratına kezzap attıran adamı daha mahkeme sırasında nasıl affeder ve nasıl lehinde ifade verir? Bakınca çok saçma geliyor. Bunu biyografi şeklinde yazmak kimseye bir şey vermeyecekti. Onun altındaki nedeni anlamak gerekti. Onun yerine kendimi koyup nedenlerini, niçinlerini, neyi, niye yaptığını kurcalamam gerekiyordu.

Hikâyede sizi en çok etkileyen neydi?

Kesinlikle kezzap olayı. Çünkü kezzabı yazdıktan sonra romanı yazmaya devam edemedim. İki-üç ay bekledim. Çok etkilendim bu olaydan. O dönem estetik ameliyatlarını yapan doktoruyla da görüşmüştüm. ‘Kezzap atılan surat ne hisseder, nasıl bir acı çeker?’ gibi şeyleri öğrenmiştim. Yazarken kezzabın atılma anını bire bir yaşadım. Rüyalarıma girdi, etkisinden kurtulamadım. Çok üzüldüm ve çok acı çektim Bergen ile birlikte. Bu acıya alıştıktan sonra ancak yazmaya devam ettim. Dayaklar ve şiddet sahneleri de çok etkiledi beni.

‘Suratına kezzap atan bir adamı affetme’ duygusu nereden geliyor sizce?

Çok tutkulu ve hastalıklı bir aşk bu. İki taraflı bir ilişki söz konusu. Ben de burada onu anlamaya çalıştım. Neden affediyor, neden geri dönüyor ve sonra neden kaçıyor? Bunu anlamaya çalıştım. Her defasında kapı aşka açıldı. Yaptığı şeyi aşkı için, inadına aşkından yaptığı çok belli.

Peki Halis’e ne oldu?

Bergen’i öldürdükten sonra yurtdışına kaçıyor. Sonrasında yakalanıp cezaevine konuyor. 7-8 ay kadar yattıktan sonra 1991 yılındaki Özal affıyla çıkıyor. Şu an Adana’da yaşadığını biliyorum.

Bergen, karakter olarak nasıl bir kadın?

Çok başına buyruk bir kadın, dik başlı. Annesinin, hayatında çok baskın bir etkisi var. Diğer altı kardeşini düşündüğümüzde annesine karşı çıkabilen tek çocuk aslında.

Bu yaşadıklarının şöhretine katkısı olduğu hatta reklam için yapıldığı söylentilerine ne diyorsunuz?

Öyle değil. Kezzap olayından sonra ilk albümünü yapıyor ve hiç ses getirmiyor. Sonra bir albüm yapıp Yaşar Kekeva’ya gönderiyorlar, ondan da bir şey olmuyor. Sonra bir albüm daha yapıyorlar, biraz ses getiriyor. Aslında tam olarak Acıların Kadını albümüyle şöhret oluyor. Yani kezzap atıldı, sonra şöhret oldu diye bir şey yok.

1982’de evlendiği Halis Serbes, sahneye çıkmasını istemediği sanatçıyı kezzapla yakmıştı.

Ondan sonra arabesk öldü

Bergen’in diğer arabesk sanatçıları arasında çok farklı ve özel bir yeri var...

Bir dönem arabesk figürlere baktığımızda hepsinde boynu büküklük, çekilmiş acılar, varoşlara yakın olma vardı. Orhan Gencebay öyleydi ama bugün bunlar değişti. İbrahim Tatlıses öyleydi, sonra patron oldu. Emrah, 90’larda deri pantolon giyen bir popçuya dönüştü. Böyle baktığımızda bir tek Bergen olduğu gibi kalmış. Bergen aslında arabeskin ta kendisiymiş. Mesela Bergen, Sezen Aksu’yu sevmezmiş. Onun bir röportajında arabeskle ilgili söylediği sözlere çok kızmış. Çünkü arabeski çok özümsemiş, kendi arabesk olmuş. Biz onun bozulduğunu hiç görmediğimiz için o hep acıların kadını olarak kaldı.

Şarkılarıyla hayat hikâyesinin bu kadar örtüşüyor olması da ilginç değil mi?

Söylediği şarkıları kendi yazmamış olmasına rağmen hayat hikâyesine dair çok acayip doneler veriyor. İçimde Bir His Var Öleceğim, Bu Aşk Beni Öldürecek diye şarkıları var.

Bergen için ‘arabeskin ta kendisi’ dediniz. Ondan sonra arabesk de öldü diyebilir miyiz?

Bergen’in ölümünden sonra popun içine arabesk girdi. Taverna ile gelen sulanma devresi iyice arttı. Belki Müslüm Gürses bir yere kadar götürdü. Ama onun da son dönemde bizim bildiğimiz arabeskin dışına çıktığı dönem oldu. Böyle baktığımızda arabesk Bergen ile öldü desek yanlış olmaz.

Romanın satır aralarında o dönemin eğlence hayatını hatta siyasi olaylarını da anlatıyorsunuz.

O dönemin pavyon ve gazino kültürüne, arabesk dünyasına, o yılların yaşanmışlıklarına da değindim. 12 Eylül darbesi de var bunun içinde, Prens Charles ve Lady Diana’nın düğünü de.

Bergen, 14 Ağustos 1989’da boşandığı eşi tarafından kurşunlanarak öldürüldü.

Ailesi ‘ruhu rahatsız olmasın’ diye konuşmuyor

Romanın önsözünü Bergen’in yeğeni Esra Zorlular yazmış. Bu yüzden sanki bir nehir söyleşi gibi algılandı ilk başta kitap.

Tabii ki bu bir nehir söyleşi değil. Roman için birçok kaynaktan yararlandım ama en önemli kaynağım o zamanki gazete ve dergilerdi. İstesem tamamen kurguyla da doldurabilirdim. Mümkün oldukça gerçeğe yaklaşmak istiyordum. Bir de arşivciliğin ve araştırmacılığın getirdiği duyguyla hep daha fazlasını öğrenmek istedim. Ailesine ulaşmak istedim. Bunu Esra’da yakaladım. Çünkü bu konu aile içinde tamamen bir tabu idi. Altı kardeşi daha var. Annesi de, kardeşleri de kardeşimizin ruhu rahatsız olmasın bu konu tamamen kapandı düşüncesiyle hiç konuşmuyordu. Fakat bir tek yeğeni Esra bu konuda çok yardımcı oldu. Hep onunla konuştuk. Aileyi incitmemek adına kurgu yazacağım bölümleri bile Esra’ya dağıttım. Bilmediğim birçok bilgiye de onun sayesinde ulaştım. Ben de önsözü onun yazmasını istedim. Noktasına, virgülüne dokunmadan koyduk.

Romana bilip de koymadığınız şeyler var mı?

Ahlâki olarak doğruluğundan pek emin olmadığım şeyler vardı. Bugünün magazin basınında olduğu gibi o zamanki haberlere de pek güvenemiyorsunuz. Kesinliğine emin olmadığım ve doğrulatamadığım haberleri ve o dönemin şahitlerinin çelişkili ifadelerine romanda yer vermedim. Bir de okuyucunun bilip bilmemesinin pek önem arz etmeyeceği gereksiz ayrıntılara da yer vermedim.

Bergen’in ölümünden sonra birçok albüm yayınlandı. Çokları bu nasıl oluyor, diye merak ediyor.

Bergen’in albümleri günümüz albüm mantığıyla yapılmamış. Dönemin en iyi arabesk söz yazarı ve bestecilerinden şarkılar toplanmış. Bergen stüdyoya girmiş ve otuz şarkıyı birden okumuş. Bunların arasından seçip seçip albüm yapmışlar. Yayınlanmayan birçok şarkısı hazır olduğu için öldükten sonra da albümleri yayınlandı.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.