Veysel BOĞATEPE

Veysel BOĞATEPE

MASA DA MASAYMIŞ HA!

MASA DA MASAYMIŞ HA!

Masa başındakilerin mevcut durumlarına bakıldığında altılı masadan uzlaşının çıkamayacağını, çıksa ve hatta seçim kazansalar dahi sürdürülebilir olmadığını yaklaşık 6 ay önce 1 Eylül 2022 tarihli ”Altılı Ganyan Masasında İllüzyon Gösterisi” başlıklı yazımda nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte değerlendirmiştim.

Nitekim aylar öncesi yaptığım bu tespitim, Meral Akşener’in masayı terk etmesiyle teyit edilmiş oldu. Masadaki krizin nedeni bir türlü belirleyemedikleri, uzlaşamadıkları cumhurbaşkanı adayının kim olacağıydı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunda hemfikir olan diğer parti başkanları, Akşener’in Mansur Yavaş veya Ekrem İmamoğlu önerisini kabul etmeyince kısa süreliğine de olsa ittifak bozulmuş oldu. Masayı terk eden Akşener bozgunculukla, ihanetle suçlanmakla kalmadı hakaretlere varan ağır eleştirilere de maruz kaldı. Masaya geri dönmesinde de etkili olan bu eleştirilerdi. Çünkü eğer geri dönmeseydi ve seçim de kaybedilmiş olsaydı tek sorumlusu olarak suçlanacaktı. Bu da gerek parti tabanında ve gerek seçmen kitlesinde büyük bir kırılmaya ve kayba neden olacaktı. Bu sebeple Akşener, istemese de cumhurbaşkanı tercihi olan Ekrem İmamoğlu veya Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanı yardımcıları olmaları karşılığında masaya geri dönmek zorunda kaldı. 

Meral Akşener’in siyasete girdiği tarihten beri hangi tezgâhlardan geçtiğini, özellikle de Atatürk ile Cumhuriyet söylemlerinin tıpkı dinde olduğu gibi takiyye olduğunu belirtmiş, güvenilir birisi olmadığını ayrıntılarıyla yazmıştım. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıkması, onun yerine iki belediye başkanından birisinin aday gösterilmesi konusundaki haklılığını da belirtmek isterim. Bu konuda Akşener’in düşüncelerine neden katıldığımı ayrıntılarıyla anlatacağım fakat öncelikle kamuoyunun “Altılı Masa” olarak bildiği, muhalefetin de bel bağladığı, umutlandığı altı parti başkanının masanın üstüne neler koyduğuna bakalım. 

Masa da masaymış ha!

Bu alt başlık, edebiyatımızda ikinci yeni akımının şairlerinden Edip Cansever’in şiirinin adıdır ve dileyen şiirin tamamını internetten bulup okuyabilir. Yazıya bu başlığı atmamda ki sebep, şiirin ana teması ile altılı masanın etrafında toplananların durumunu ironik bir şekilde özetliyor olmasıdır. Garip akımına tepki olarak doğan, toplum ve ahlak gibi konuları şiirin dışında tutan ikinci yeni akımının en belirgin özelliği de okurun hayal dünyasında farklı çağrışımlar yapmaktır. Bu nedenle ikinci yeni akımının toplumcu olduğu söylenemeyeceği gibi yoksul çoğunluğa değil, zengin azınlığa hitap eder. Altılı masa da tıpkı ikinci yeniciler ve AKP gibi yoksul azınlığın hayal dünyasını genişletecek bolca vaatlerde bulunuyorlar. Bu yönüyle de sözde eleştirdiği, muhalefet ettiği AKP’den de hiçbir farkı kalmıyor, inandırıcı olamıyor. Peki, Edip Cansever o şiirinde masanın üzerine neler koyuyordu? Şimdi altılı masanın mevcut durumunu ikinci yenici Edip Cansever’in şiirine uyarlayalım ve bakalım nasıl bir sonuç ortaya çıkacak.

Partilerin büyüklüğüne göre sırasıyla Kemal Kılıçdaroğlu; adaleti koydu, türbanı koydu, Soros’u koydu, ikinci açılımı koydu, dersim isyanını katliam olarak koydu, özerkliği koydu, Atatürk’ün partisi olmadığını koydu ve son olarak adaylığını masanın üzerine koydu. Meral Akşener; sahte Türkçülüğünü, milliyetçiliğini koydu, Susuluk’u koydu, mafyayı koydu, dini koydu bekledi. O dönem (1993) Sivas Belediye başkanı olan Temel Karamollaoğlu; Sivas’ta diri diri insan yakan canilere “gazanız mübarek olsun” diyerek alenen desteklediği sözlerini koydu, cinsiyet ayrımcılığını koydu, badem bıyığını koydu, dini koydu, laik düzene ve cumhuriyete olan düşmanlığını koydu. AKP’nin kuruluşunda görev alan ve 2019’a kadar Ekonomi, Dışişleri ile AB Bakanlığı gibi çeşitli görevlerde bulunan Ali Babacan; AB uyum yasaları örtüsü altında peşkeş çektiği kamu mallarını koydu, ABD’nin Ortadoğu çıkarlarını koydu. Ve yine AKP’nin kuruluşundan itibaren 2016’ya kadar çeşitli görevlerde bulunan Pan- İslamist yani ümmetçi Ahmet Davutoğlu; Neo-Osmancılığı koydu, Nato’ya desteğini koydu, savunduğu AB üyeliği masalını koydu ve adından da anlaşılacağı üzere “Sıfır Sorun Politikası”nı koydu. Daha somut ifadeyle masaya kocaman bir sıfır koydu. Ali Babacan; yol arkadaşı Ahmet Davutoğlu ile birlikte savundukları “Kürt Açılımı” süresi boyunca cumhuriyet ve Atatürk karşıtı söylemlerini koydu, Türkiye’yi tam bağımlı hale getirdiği baş müzakereci sıfatını koydu. Ve son olarak DYP’den DP’ye evirilerek güdükleşen partinin çiçeği burnunda (artık ne demekse) başkanı Gültekin Uysal’ın fazla bir şeyi, siyasi deneyimi olmadığından masaya ancak nurcu tarikatının Yeni Asya kolu ve aynı zamanda da siyasi ayağı olan Yeni Asya gazetesinin sahibi Mehmet Kutlular ile birlikte çekilmiş fotoğrafını koydu. Gültekin Uysal, cemaatin desteğiyle Akşener’in partisinden milletvekili seçilmişti fakat Akşener’in masaya koyacağı önemli iki şey daha vardı. Ve sonunda Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş’ı masaya koyduğu masanın altındaki HDP; açılımı koydu, özerkliği koydu, bölücülüğü koydu, cumhuriyet düşmanlığını ve Kürdistan’ı koydu. Masa da masaymış ha bir iki sallandı durdu ama banamasın demedi.

Masadakiler tükendi, buyurun yer sofrasına…

Altılı masa, Akşener’in geri dönüşüyle Kılıçdaroğlu’nun buyur ettiği yer sofrası etrafında yeniden toplandılar. Tabi buradaki sorumuz da yer sofrasında, Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle de Halil İbrahim sofrasında nelerin olduğudur. Ne bir fazla ne de bir eksik, sofradakiler ile yukarıda parti başkanlarının masaya koyduklarının aynıdır, farklı bir şey yoktur. Fakat yazı girişinde de belirttiğim üzere burada Meral Akşener’in cumhurbaşkanı adayı olarak iki belediye başkanını önermesinin ne denli doğru bir tercih olduğu hususu üzerinde duracağım. Elbette ki masayı terk etmesi, ittifak kurduğu diğer parti başkanlarına tipik AKP’nin sokak üslubuyla eleştiriler yöneltmesi uygar, profesyonel bir davranış değildir ancak aday konusunda haklıdır. Çünkü 20 seneden beridir yetersizliği, başarısızlığı teyit edilen Kemal Kılıçdaroğlu aynı zamanda AKP’nin de istediği adaydır. Altılı masanın adayını açıkladıktan hemen sonra seçim tarihinin belirlenmesinin başlıca nedenlerinden birisi de budur. Yani altılı masanın adayını değiştirme olasılığına karşı alınmış bir önlemdir diyebiliriz. Peki, Kemal Kılıçdaroğlu neden doğru tercih değildir?

Bu soruyu yanıtlamadan evvel bir örnek verelim. Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş, kamuoyunda pek tanınmayan, bilinmeyen isimlerdi. Buna rağmen büyük bir oy farkıyla Ankara ile İstanbul belediyeleri AKP’den alındı.

Eğer siyaset çarkında yıpranan isimler olsaydı kazanma ihtimalleri çok düşüktü. Bu örnekten yola çıkarak Meral Akşener’in bu iki ismi önermesi doğru bir seçimdi. Altılı masa, bu iki isimden birisini veya siyaseten yıpranmamış başka bir ismi aday olarak belirlemesi en doğru tercih olacaktı. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’nda ısrar etmeleri stratejik hata olmakla beraber büyük bir yanılgıdır. Çünkü yukarıda da belirttiğim üzere karnesi başarısızlıklarla dolu Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın asılsız iddia ve suçlamaları karşısında kendini savunamadığı gibi adeta nefret objesi haline gelmiştir. Onun bu vasatlığı sol çevresinde de güvensizliğe, hayal kırıklığına neden olmuştur. Dolayısıyla Erdoğan’ın seçimi kazanma olasılığını güçlendirecek tek isim, Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Bu somut gerçeklerden hareketle Kılıçdaroğlu’nun adaylığı son derece yanlış ve hatalı bir karadır ki Meral Akşener’in haklılığı da bu noktadadır. 

Kararsız seçmen kimi tercih edecek?

Geçmiş dönemlerdeki seçimlerde AKP’nin elini güçlendirecek çıkışlar yapan Kılıçdaroğlu, bu en kritik seçim öncesinde de AKP’nin adeta dinamo gücü olan türbanı, anayasal güvence altına alınması için çağrıda bulunmakla kalmamış, adaylığını açıklayarak AKP’nin manevra alanını genişletmiştir. Yirmi seneden beridir rutin olarak devam eden bu ve benzer hataları, hata olmaktan çıkmıştır. Bu nedenle yaptığı çağrısında samimi olmasının veya olmamasının hiçbir önemi yoktur çünkü anayasanın üzerine türban da atsa, kara çarşafta örtse sadece ve sadece AKP’nin deposuna oy taşıyacağı tartışmasız bir gerçektir. Diğer önemli bir detay ise seçim sonuçlarını ciddi şekilde etkiyecek olan kararsız seçmen sayısıdır. En son yapılan 2018 seçimlerinden sonra Ağustos 2020’de yapılan anket sonuçlarına göre karasız seçmen sayısı % 21. 2’ye yükselmiş ve en büyük kaybı da AKP yaşamıştır. Bu da AKP’den ciddi kopuşların olduğunu göstermektedir ki, günümüzde bu oranın daha da yükseldiğini söyleyebiliriz. AKP seçmeninin nezdinde nefret objesinden öte bir anlamı olmayan Kılıçdaroğlu’nun aday gösterilmesi, AKP’nin kararsız seçmenini yeniden partiye dönüşünde etkili olacaktır. Farklı bir ifadeyle; Kılıçdaroğlu sayesinde AKP kaybettiği seçmenini yeniden kazanmış olacaktır. Bir kez daha hatırlatacak olursak türban takiyyesi yaparak AKP seçmenini veya dindar kitleyi kendine yönlendireceğini zanneden Kılıçdaroğlu büyük bir yanılgı içindedir.

Diğer yandan altılı masanın altına saklanarak destekleme konusunda kararsız olan HDP, Akşener’in masayı devirmesiyle sessiz kalmış, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı açıklandıktan hemen sonra da destek verecekmiş gibi bir tavır sergileyerek görüşmek için çağrıda bulunmuştu. Çağrısına gerekçe olarak da depremi göstermiş, bu sebeple kendi adaylarını çıkartmaktan vazgeçtiklerini açıklamıştı. İleri sürdükleri bu gerekçe palavradan ibarettir. Çünkü deprem bölgelerinde oy potansiyelleri yalnız Diyarbakır’dan ibarettir. Geri kalan 9 ilde AKP birinci parti olarak çıkmıştır.

Burada parantez açıp şu kritik soruyu sormak gerekiyor; AKP, deprem bölgesinde seçmen kaybı yaşayacağı halde seçime giriyor da oy potansiyeli olmayan HDP neden kendi adayı ile seçime girmiyor? Kendi adayı ile seçime girdiklerinde kazanma ihtimallerinin dahi olmadığını biliyorlar ancak süslü, ağdalı palavralarla toplumu aptal ve ahmak yerine koyacak kadar da küstahlaşıyorlar. Zihinlerinde ki sinsi düşünce, öncesinde altına saklandıkları altılı masanın yerini artık sofra aldığından sofrada yer ve pay kapma çabalarıdır. Fakat şöyle bir gerçek daha var ki o da zaten kendi içinde yeterince bölünen diğer irili ufaklı partilerden destek bulsa bile altılı masanın HDP desteğine ihtiyacı vardır. Sonuç olarak önümüzdeki seçim, gerçekte seçimin üstünde bir savaşımdır. Çünkü ya kazanılacak ya da tamamen teslim olunacaktır ki bunun tek sorumlusu da Meral Akşener dışındaki diğer 5 parti başkanlarıdır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Veysel BOĞATEPE Arşivi