Özgür UYANIK

Özgür UYANIK

Cumhuriyet bir imar hizmeti değildir

Cumhuriyet bir imar hizmeti değildir

Atatürk’ün “Onuncu Yıl Nutku” kısa, sade bir metindir. 

“İstiklal Harbi'ne başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun!” sözleriyle başladığı bu söylevinde büyük Atatürk şu kadar yol, tren yolu, şu kadar hastane, fabrika yaptık; tarım reformu yaptık, meyve sebze satarak borçlarımızı ödedik; aşı ürettik, hastalıkları yendik; şu kadar kişiye okuma yazma öğrettik, cehaletten kurtardık… 

Demez!

Atatürk bu metnin her paragrafında “kültür”den bahseder. Cumhuriyet’in temelinde “yüksek Türk kültürü” olduğunu söyler ve ekler: “Millî kültürümüzü, çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız”.

Cumhuriyetimizin kurucusu, pozitif bilimler ışığında yürüyen Türk Milletinin en önemli niteliğinin bilime bağlılık ve güzel sanatlara olan sevgisi olduğunu söyler. 

Atatürk “Onuncu Yıl Nutku”nda toplumsal huzurun ve milli birliğin ancak sanat ve bilimle gerçekleşebileceğine işaret eder.

Peki, Türk sağı Atatürk’ün bu cumhuriyet fikrini anlayabildi mi? 

21. yüzyılda bile Türk sağının cumhuriyetten anladığı şey köprü, yol, araba, cep telefonun ötesine geçemedi.

Türk sağı deyince Süleyman Demirel akla gelir. 

Demirel 1963’ten 1993’e kadar merkez sağ partilerin genel başkanlığını ve toplamda 10 yıldan fazla süre Başbakanlık yapmış, sonra da Cumhurbaşkanı olmuş Türk siyasi tarihinin en önemli liderlerinden biriydi. 

Bu yetenekli siyasetçinin en büyük vasıflarından biri halkı çok iyi tanıması ve sağı nasıl sürükleyeceğini bilmesiydi. Türkiye’de sağın siyaset yapma biçimini oturtan lider Süleyman Demirel’di. Halka nasıl hitap edileceğini ve neye vurgu yapılması gerektiğini de sağ kesim Demirel’den öğrenmiştir.

Demirel’in sözlerinin çoğu demagojiye ve sorumsuzluğa dayanmasına rağmen o kadar iyi formüle edilmiştir ki soruyu soranı bile şaşkın bırakırdı. 

O, köksüz ve çaresiz insanların sorunlarını çözmekte değil onların korkularını bastırmakta ustaydı. 

Mesela rahmetlinin “şu kadar yol, köprü” vs yaptık diye başlayan meşhur bir söylevi vardır. Bu nutkunu ömrünün sonuna dek sürdürmüştür. Öyle ki cumhurbaşkanlığından sonra ilerleyen yaşı sebebiyle siyasette aktif değilken bile bu “gelişmişlik retoriği”ne başvurmaktan hiç vazgeçmedi.

Bu retorik ülkenin ne kadar geliştiğini anlatmak için kurgulanmıştı: “1970’de Türkiye’de şu kadar okul, hastane, yol vs. vardı, şimdi şu kadar var” diye sürekli 30 yıl önceyle karşılaştırmalar yapardı. 

Kulağa ne kadar hoş gelse de bir ülkenin ilerlemesini bir takım nicel rakamları üst üste koyarak açıklamak demagojidir. 

Örneğin üniversite sayımızın artmış olması bizi daha iyi eğitimli bir toplum ve kalifiye iş gücü haline getirmemiştir. Ya da yol, köprü yapmanın faydalarının yanı sıra doğal yapının yok edilmesi ve çarpık kentleşmeye yol açmak gibi getirdiği maliyetleri vardır. Yani yol yapmak tek başına bir başarı olamaz. Onu en az doğal ve toplumsal zararla toplam bir gelişme planı içinde dengeli bir yatırım olarak öngörebilirseniz başarılı olursunuz. 

Ayrıca gelişme denilen şeyin kıstası olgunun kendisi olamaz. Ne kadar geliştiğimizi kendi kendimize bakarak karar veremeyiz: Türkiye gelişirken dünyanın geri kalanı durup bizi seyretmiyor. 

Boşuna Atatürk “çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak” demiyor.

Demirel’in sağcı düşünceyi kötürümleştiren yaklaşımı Türkiye’de her idareye sirayet etmiş durumda. 

Örneğin Dünya Kupası elemelerinde Milli Futbol Takımımızın değerlendirmesinde bu hataya düşüldü. 

Çoğunluğu Avrupa’nın en iyi takımlarında oynayan, genç ve yetenekli bir kadroyla sahaya çıkan milli takıma “altın jenerasyon” dendi. 

Kuşkusuz çok başarılı ve parlak futbolculara sahibiz. Fakat her zamanki gibi gözden kaçırdığımız bir şey var: Bu arada rakiplerimiz sadece futbolcu yetiştirmiyor, futbol sistemlerini de geliştiriyorlar. 

Fikri ve bedeni gelişmeyi birlikte ileriye taşıyabildikleri için bizden daha başarılılar.

Bunu nasıl mı başarıyorlar?

Tabi ki yol, köprü inşa ederek değil bilime ve sanata önem vererek.

Çünkü insan aklının gelişmesi için bilime, ruhun ve bedenin gelişimi için sanata ihtiyaç vardır.

Sadece şu “Onuncu Yıl Nutku”ndaki felsefeyi kavrayıp, sadakatle o yolda yürüyebilseydik bugün sadece iyi bir milli takıma değil huzur ve refah içinde bir topluma sahip olurduk.

29 Ekim 1933’de Ankara Hipodromunda büyük Atatürk sözlerini şöyle tamamlıyordu:

“Sonsuzluğa akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, mutluluklarla, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.”

Dilerim…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Özgür UYANIK Arşivi