Selçuk DÜZGÜN

Selçuk DÜZGÜN

Vallahi!

Vallahi!

VALLAHI!


Ya vallahi kanıma dokundu.
 
`VALLAHİ ` diyorum ki, çok kolya kolay demem.
 
Mümin insanlar `VALLAHİ`nin ne anlama geldiğini iyi bilirler.
 
Ne mi kanıma dokundu?
 
Dün ki, yemin töreni.
 
Yemin edenlerin bazılarının sanki arkadan ayaklarını kaldırdıklarını görüyordum.
 
Karşımızda insan canlıları ve `Namus ve Şeref ` üzerine çok rahat yemin ediyorlardı.
 
Ermenisi, Yezidisi vs…`YEMİN` ediyordu.
 
Hele hele tanımadığı bir anasaya yemin ederken `ÜLKÜ` lafında dili sürcenin Sanki Allah tarafından `sana bir YEMİN yetmez` ikazı gelmesi  ve meclis başkanının yemini tekrarlatması çok anlamlıydı.

O an yeminin içerisinde `VALLAHİ` yok diye sevindim aslında.
 
Öyle ya `VALLAHİ` onlar niye desin ki?

Tamam anladık  `namus şeref` millet vekili maaşı, dokunulmazlığına kurban edildi…insan canlılarında bu normal bir durum  özelikle bu çağda.
 
Bu nasıl bir ahlaktır iki dakika önce İstiklal Marşına saygısızlık yapıyor, iki dakika sonra dünyalık menfaatin için her türlü reddiyene yemin ediyorsun.

Bu ahlaksızlığı izlerken aklıma şu hikaye geldi!

İstiklal Savaşı yıllarıdan bir hanımefendi anlatıyor;
 
1919 yılı idi. 
 
 İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altındaydı.
 
Liseyi yeni bitirmiştim güzel bir kızdım.Hergün dünür gelmeye başlamıştı.
 
Bir avukat geldi
 
Gösterdiler uzaktan, boylu poslu yakışıklı bir delikanlıydı, beğendim. 
 
Nişanlandık. Nişanlımı seviyordum.Mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler hazırlıyordum.Ama çok geçmedi ki mahallede bir dedikodu yayıldı, (Ayşe’nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş) dediler.Alt üst oldum.Babamla onu takip ettik ve uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu…Yıkıldım.Nişanı atıp, ayrıldık.Aradan 5 yıl geçti.Evlenmiştim,Bir de çocuğum olmuştu.1924 yılıydı.Artık ülkemiz özgürdü.Bir gün Beyoğlu’nda rastladım ona.Oğlum yanımdaydı.Beni görünce titredi, çeketini düğmeledi.Saygı göstererek durdu önümde.Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim, dedi.Olur, dedim.Bir büroya girdik.Burası bir avukatlık bürosuydu ve kapıda adı yazıyordu.İçerde yardımcıları çalışıyordu.`Siz gerçekten avukat mısınız? ` dedim.Evet, dedi.`Peki, avukatsınız da neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz?` diye sordum.Durdu, başı öne eğildi.Beni affedin,dedi.İstanbul işgal altındaydı,Her taraf İngiliz askeri kaynıyordu.Her şeyi didik didik arıyorlardı.Biz de Anadoluya ,Milli kuvvetlere ancak,cenaze süsü vererek tabutlarla silah kaçırıyorduk.Bu ülke için hayati bir işti.Bunu size bile söyleyemezdim...

Son söz;
 
Bu vatanı sevgilisine `savaştan sonra` diyerek cepheye gidenlere borçluyuz.
BU VATANI CANLARINI VE AŞKLARINI FEDA EDEBİLENLERE BORÇLUYUZ...SAHTE YEMİNLERE KARNIMIZ TOK...

Ve Vallahide, billahide, tellahide…Ahd-e Vefa imanımızla, kanımıza olan inancımızla sizleri hafızalarımıza  yazdık…vessellam 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selçuk DÜZGÜN Arşivi