Veysel BOĞATEPE

Veysel BOĞATEPE

İran’a Yönelik Stratejik Taktikler ve Sonuçları

İran’a Yönelik Stratejik Taktikler ve Sonuçları

Önceki makalelerimde İsrail’in bir yandan Filistin ile çatışırken diğer yandan da Hamas’a yardım ettiği gerekçesiyle İran’a yönelik küçük ölçekli saldırılarda bulunmasının gerçek nedenleri üzerinde durmuştum.

İsrail’in İran’a yönelik tahrik söylemlerinin ve küçük çaplı saldırılarının gerçekte İran’ın elindeki mevcut nükleer silahların kapasitesini ve yerini ortaya çıkartmak için taciz atışları olduğu üzerinde durmuş, İran’ın ise öncelikle insansız hava araçlarıyla yanıt vermesinde ki maksadının İsrail’in demir kubbe denilen hava savunma sistemini test etme amaçlı olduğuna işaret etmiştim.

Ve yine makalenin ayrıntılarında İsrail’in ABD şemsiyesi altında olduğunu, doğrudan olmasa da ABD’nin İran’a müdahale edebileceğini, müdahale etmemesi durumunda İsrail’in İran’ı nükleer başlıklı füze veya nükleer bomba ile vurmaktan kaçınmayacağını belirtmiştim.

Bu perspektiften baktığımızda ABD’nin, İsrail’in nükleer başlıklı silah kullanma seçeneğini ortadan kaldırmak için müdahale de bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu bağlamda nükleer başlıklı silahların, bombaların ABD’nin 1945’te Japonya’nın Hiroşima ile Nagasaki şehirlerine attığı atom bombalarından daha güçlü ve yıkıcı olduğunu hatırlatmakta yarar var.

Yine öncesinden belirttiğim üzere İran, İsrail’e yönelik saldırılarını insansız hava araçlarıyla başlattı ve aşamalı bir yol izleyerek seyir füzelerinin ardından son olarak da balistik füzeleri kullanarak İsrail’in hava savunma sistemini test etmeyi amaçladı. İran’ın balistik füzelerini imha etmekte yetersiz kalan İsrail’in hava savunma sistemine İran ve dünya kamuoyu perspektifinden bakıldığında İran’ın demir kubbeleri delecek güce sahip olduğu düşünülebilir. Ancak dikkatten kaçan çok önemli bir ayrıntı var ki o da İsrail’in asıl amacının İran’ın nükleer tesislerinin tespiti ve kapasitesini öğrenmekti.

İsrail’in İran’a yönelik stratejik taktiği amacına da ulaştı ve ardından da ABD müdahalesi geldi. İran’ın balistik füze kullanana kadar ABD’nin müdahale etmemesinin veya nükleer başlıklı silahlara sahip İsrail’in daha güçlü silahlarla saldırmamasının nedeni de budur. İran, balistik füze kullanarak hem tesislerin yerini ifşa etmiş oldu hem de ABD’nin müdahalesine meşru zemin hazırlamış oldu. Çünkü doğrudan İsrail, dolaylı olarak da ABD, İran’ı uranyum zenginleştirmekle suçluyor, müdahale için de meşru zemin arıyordu. İran da gerekçelerini meşrulaştıracak fırsatı yarattı ve müdahale de kaçınılmaz oldu.


TÜRKİYE’YE YÖNELİK TEHDİT SÖYLEMLERİNİN NEDENLERİ

Meseleye bir de BOP perspektifinden baktığımızda emperyalizmin Ortadoğu planı ve stratejisi daha iyi anlaşılacaktır.

BOP, bölgede ki ülkelerin birbirileriyle olan işbirliğine müdahale edilerek yalnızlaştırma ve bölme stratejisi üzerinden yürütülmektedir. Nükleer silah bahanesiyle işgal edilen Irak’tan sonra Suriye, İsrail’in tehditleriyle öncelikle İran ile Türkiye’den uzaklaştırılarak bölgede yalnızlaştırıldı.

Sonrasın ise emperyalizmin denetiminde kendisine sadık kukla bir hükümet kuruldu. Bugün ise BOP’un son ayağı olan İran aynı gerekçelerle hedef tahtasına oturtulmuştur. Bu konuyu da önceki makalelerim de kapsamlı olarak işlemiştim. Tekrar hatırlatacak olursak, Kürdistan amacının öncelikle Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de ki dağınık Kürtlerin yani dört parçanın bir araya getirilmesidir.

Sonrasında ise Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi, diğer adıyla büyük İsrail’in kurulacağını ve Kürtleri de bölgede sınır bekçiliği ile görevlendireceklerine işaret etmiştim. Bu gerçekten bakıldığında ABD’nin İran’a müdahalede bulunmasında şaşılacak bir durumun olmadığı görülecektir.

Sözünü ettiğim dört parçanın birisi de Türkiye olduğu için projedeki rolü, etkisi ve hatta kamuoyunda yaygarası yapılan “İran’dan sonra ABD ve İsrail’in hedefinde Türkiye var” gibi benzer söylemlerin ne denli doğru olduğu merak edilebilir. Öncelikle belirtmek isterim ki bu ve benzer tehdit söylemleri AKP ile yandaşları tarafından maksatlı üretilerek dolaşıma sokulmuştur. Burada ki maksatları İsrail ile ABD’nin Türkiye’ye yönelik tehdit oluşturduğu yönünde kamuoyunda endişe ve korku yaratarak iktidarın etrafında toplamayı veya en azından bu konuda destek vermelerini sağlamak, bir diğer nedeni de AKP’nin iktidara taşındığı 2002’den beridir Ortadoğu’da ABD ve müttefikleriyle birlikte hareket ettiği gerçeğini perdelemektir.

Başvurdukları psikolo- sosyolojik koşullanma yöntemiyle günümüz mevcut çatışma ortamında muhalefetin veya kamuoyunun talepleri istemedikleri halde kendiliğinden ertelenecek veya doğrudan ortadan kalkacaktır.

Çünkü nedeni ve sonucu belli olan tehdit ve korku bireyden topluma doğal bir savunma içgüdüsü yarattığından iktidara muhalifte olsa onun etrafında toplanarak tehditleri savuşturma, kendini güvende hissi yaratacaktır.

İşte AKP ve yandaşlarının böyle bir tehdit unsuru yaratmasında ki maksat budur. Dolayısıyla başından beridir emperyalizmin Ortadoğu’yu şekillendirme projesine destek veren ve bizzat Suriye’nin parçalanmasında aktif rol üstlenen Türkiye’nin tehdit edilmesi veya onların deyimiyle İran’dan sonra sıranın Türkiye’ye geleceği söz konusu bile değildir. Daha net ifadeyle; BOP’un Türkiye ayağını müdahaleyle değil, Kürtleri maşa olarak kullandıkları Kürt sorunu örtüsü altında tamamlayacaklardır ki zaten bunu da başlatmış durumdalar.

İRAN, İKİ SEÇENEK ARASINDA SIKIŞMIŞTIR

İsrail’in tacizlerine karşılık veren İran’ın balistik füze kullanması, ABD için yeterli şartları oluşturdu ve 22 Haziran’da İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan’da ki nükleer tesislerine hava saldırısı düzenlendi. Yedi adet B-2 bombardıman uçağının bıraktığı 14 sığınak delici bomba ile İran’ın nükleer tesislerinin yok edildiği ileri sürüldü.

Bu saldırıda ABD Tomahawk füzelerini de ilk defa İran’ın üzerinde deneyerek test etmiş oldu. Burada dikkat edilmesi gereken ayrıntı, ABD savaş uçaklarının İran semalarında saldırıya uğramadan görevlerini tamamlayıp geri dönmesidir.

Bu da İran’ın hava savunma sisteminde ki zafiyetin veya yetersizliğin en belirgin hali olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer yandan ABD, şafak vakti aniden İran’a saldırı düzenlerken, İran’ın ise saldırı öncesinde ABD’yi uyarması ve hatta hangi üslerin vuracağını belirtmesi, üzerinde durulması gereken en önemli ayrıntıdır.

ABD’yi doğrudan karşısına alamayan İran’ın meşru müdafaa hakkına dayanarak ABD’nin Katar ile Irak’ta ki üslerine saldırı düzenlemesi gerçekte dünya kamuoyunda güçlü bir imaj yaratma çabasından öte hiçbir anlamı yoktur.

Vuracağı üsleri öncesinden duyurması ise ABD’nin barış çağrısına dolaylı olarak sıcak baktığının göstergesidir. Çünkü nükleer silah geliştirmekle, uranyum zenginleştirmekle, terör listesinde ki Hamas’a destek vermekle suçlanan İran, sivil can kaybına neden olduğu takdirde suçlamalara bunun da ekleneceğinin ve dünya kamuoyunda nefretle karşılanacağının farkındadır.

Ayrıca İran doğrudan çatışmaya girdiği İsrail’in yanı sıra ABD’nin üsleri ile askeri varlığı bulunan Suriye, Irak, Ürdün, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Mısır, Suudi Arabistan ve Türkiye olmak üzere 11 ülke tarafından çevrelenmiş durumdadır. Bu ülkede ki üslere saldırması, meşru müdafaa hakkı doğuracağından hepsini karşısına almak zorunda kalabilir ki bu da kendileri açısından felaket olacaktır.

İran’ın söylemleri ile eylemleri kıyaslandığında söylem olarak dünya kamuoyuna karşı güçlü bir imaj yarattığı, eylem olarak ise sorunu müzakere ile yani ABD’nin ısrar ettiği barış ile çözmeye sıcak baktığı anlaşılacaktır.

Barıştan kastın, içeriğinin ne olduğu henüz belli değil ve açıklama da yapılmadı ancak BOP çerçevesinden bakıldığında barıştan kastın ne olduğunu anlamak hiçte zor değil. Zaten ABD başkanı önce İran’da rejim değişikliğinden yana olmadıklarını sonrasında ise gerekiyorsa değişebilir şeklinde birbirine çelişkili iki farklı kamuoyu açıklaması yapmıştı.

Bu çelişkili söylemler doğru analiz edildiğinde iki seçenek ortaya çıkacaktır. Birincisi; Ortadoğu’da İran’ın kendileriyle uyumlu bir şekilde çalıştığı sürece rejim değişikliğine gerek olmayacağı, ikincisi ise direnmesi durumunda tıpkı Irak ve Suriye’de olduğu gibi rejim muhalifleri ile terör gruplarını örgütleyerek rejimi değiştirmek olacaktır. Dolayısıyla İran’ın önünde de bu iki seçenekten başka seçenek yoktur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Veysel BOĞATEPE Arşivi