Sahnede Takunya Defilesi, Kuliste Cambaz Koalisyonu
Türkiye’de siyasetin bu denli hızlı değişmesinin ardında çok katmanlı, tarihsel ve güncel dinamikler yatıyor.
Bu dinamikleri siyasal kutuplaşma ve güvensizlik, lider odaklı tepkisel siyaset, jeopolitik baskılar, dış politikada ki tutarsızlık, ekonomik belirsizliklere paralel toplumsal baskı, medya ve sosyal ağlar üzerinden sistematik yürütülen algı yönetimi şeklinde sıralayabiliriz.
Özellikle de enflasyon, işsizlik, gelir adaletsizliği, ekonomik kriz, yolsuzluk, rüşvet, yargı gibi bizzat iktidar kaynaklı sorunlar halkın beklentilerini de tepkilerini de hızla değiştiriyor.
Bu da başta iktidar olmak üzere muhalefetin de sürekli söylem ve gündem değiştirmesine neden oluyor.
Siyaset anlayışında “şiddet ve korku”yu üslubunda ise “biz ve onlar”ı temel prensip haline getiren iktidar, diyalogu zorlaştırırken siyasi manevraları da daha keskin fakat tutarsız hale getiriyor.
AKP’nin gerek muhalefet gerek toplumsal eleştirilerden kurtulmak için başvurduğu yöntemlerin başında gündemi değiştirmek olduğunu düzenli olarak hatırlatıyorum.
Ne yazık ki başvurduğu bu basit yöntemle eleştirileri bertaraf ederek veya kısa süreliğine de olsa toplumun dikkatini başka yöne çekerek eleştirilerden sıyrılmaya devam ediyor.
Toplumun birinci derecede önemsediği meseleyi gündemden düşürmek için yandaş medyanın havuzuna “siyaset, dedikodu” malzemesi atılıyor ve böylece toplumun dikkati, hassas olduğu konudan uzaklaştırılarak gerilere itiliyor, muhalefet de bu basit taktiksel manevraya alet olmaya devam ediyor.
Güncel bir örnek verecek olursak; gündeme getirildiği günden beridir toplumsal hassasiyetini koruyan ikinci açılım; yolsuzluk, rüşvet, sahte diploma vb. gibi toplumun artık kanıksayıp normal kabul ettiği hadiseler gündemde tutularak AKP, PKK, DEM, MHP işbirliğinde yeniden raflardan indirilen Kürt açılımı öteleniyor, toplumun dikkatinden uzaklaştırılıyor.
CHP’nin komisyona üye göndermesiyle toplumun gündem önceliğine yeniden oturan açılımı bir kez daha gündemden uzaklaştırmak için bu defa diploma yolsuzluğunun yanına “Topuklu Efe” lakabıyla anılan Aydın belediye başkanı özlem Çerçioğlu’nun AKP’ye geçeceği gündemin havuzuna atılarak toplumsal algı bunun üzerine çekildi.
Bakanların, milletvekillerinin parti değiştirmesinin bile normal karşılandığı Türkiye’de belediye başkanının parti değiştirmesini, yolsuzlukla anılmasını gündem de tutmak sıradan bir hadise değil, yazı başında da belirttiğim üzere taktiksel manevradır.
Dolayısıyla belediye başkanının topuklu ayakkabısını çıkartıp takunya giymesi, başka bir partiye geçmesi önem derecesinden en son belki de konuşulması bile gereksiz olan bir konu olmasına rağmen gündem de tutularak önceliği olan açılım gibi konular dikkatlerinden kaçırılıyor.
Diğer yandan AKP, kendisine katılımlar ile toplumsal güvenlerine ivme kazandırırken CHP’ye ise güven kaybettirmekle kalmıyor, meşgul olacak yeni bir sorun daha yaratılmış oluyor.
GÜNDEM DEĞİL, YÖN DUYGUSU KAYBOLDU
Türkiye’de siyaset sabit bir eksende değil korku, umut, bellek ve tepki arasında salınan bir sarkaç gibi bilinçli olarak esnek hale getirildi. Bir günde birkaç defa gündemin değiştirilmesi toplumun yön duygusunun kaybolmasına neden olurken diğer yandan da umut ile kaygı arasına sıkıştırdı.
Toplumsal, kurumsal yozlaşmanın bu kadar derinleşmesinde CHP’nin de önemli katkıları olmuştur.
Özellikle de Kemal Kılıçdaroğlu’nun başa geçtiği günden itibaren parti, devrimci ilkelerinden uzaklaştırılmaya başlanmıştır.
Cumhuriyet kuran, devrimler gerçekleştiren, dışarıda emperyalizmle içeri de ise emperyalizmin maşası bölücü, Kürtçü dinci kliklerle mücadele eden CHP’yi bugün dinci, Kürtçü maşaların oyuna muhtaç hale getirmişlerdir.
Özgür Özel, ideolojisini neyin üzerine inşa ettiğini halen kavrayamadığı AKP’nin “siyasette yumuşama” adı altında başlattığı niyet okuma taktiğine kanmakla en büyük hatasını yapmış ve halen hatalarını sürdürmeye devam ediyor.
Yüzeysel bir açıklama ile geçiştirilen 3 Mayıs 2024 tarihli saray ziyaretinden yirmi gün sonra 'CHP Genel Başkanı mı AB’nin Memuru mu?' başlıklı makale yazmıştım.
Bu makalenin ayrıntılarında AKP’nin bu girişiminin partiler arası diyalogu güçlendirmek olmadığını, asıl amaçlarının PKK taleplerinin başında yer alan anayasanın değiştirilmesi için nabız, niyet yoklaması olduğuna değinmiştim.
O tarihte Erdoğan, PKK’nın talebini siyasi partilere “sivil anayasa” örtüsü altında sunmuş, destek verip vermeyecekleri konusunda niyetlerini öğrenmeye çalışmıştı.
İşte siyasette yumuşamanın altında ki gerçek buydu.
Tüm bu gerçekleri o makalede dile getirirken destek vermedikleri durumunda başta yargı ve maliye olmak üzere kurumlar üzerinden hem CHP’ye hem de ortağı DEM’e karşı operasyonel faaliyetlerde bulunacaklarına işaret etmiştim. Nihayetinde sözünü ettiğim operasyonel faaliyet, yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla DEM’li belediye başkanlarının tutuklanmasıyla başladı.
DEM, AKP ile işbirliği yaparak operasyonun hedefi olmaktan kurtulunca operasyonu CHP belediyelerine yönelttiler. Özel direndikçe operasyonların boyutu genişletildi ve nihayetinde Özel gerçeklerin üzerine “komisyonun kurulmasını biz önerdik” örtüsünü atarak sürece dâhil oldu.
Yani AKP’nin “Konuşarak olmuyorsa, zorla” taktiği sonucunda tıpkı ortakları DEM gibi şiddet yoluyla CHP’de ikna edildi.
Özetle, belediyelere yönelik operasyonların nedeni sarayda yapılan görüşmede Erdoğan’ın anayasa değişikliğine destek talebi karşısında Özel’in sıraladığı taleplerinin karşılanmasıydı. Erdoğan, bu talepleri yerine getirmeyince Özel’de anayasa değişikliğine destek vermeyeceğini yani anayasayı koz olarak kullanmıştı. Şayet Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmasını da içeren Özel’in talepleri Erdoğan tarafından o zaman kabul edilmiş olsaydı, bugün ne DEM ne de CHP belediyelerine operasyon yapılmayacaktı.
KOMİSYON YALANININ ALTINDAKİ KAYGILAR, GERÇEKLER
CHP’nin komisyona üye gönderme kararı alması ve bunu da “zaten biz önermiştik” şeklinde örtbas etmeye çalışması aslında AKP ile DEM’in arasına sıkıştığının açık ifadesidir.
CHP’nin sürece dâhil olmasının temel de iki nedeni vardır. Birincisi; Kürt oylarına muhtaç hale getirdikleri CHP’nin Kürt desteği olmadan değil iktidar olması, AKP’nin etkin olduğu bölgelerde belediye bile kazanamayacağıdır.
İkincisi ise oylarına muhtaç oldukları PKK’nın siyasi çatısı DEM ile AKP’nin yeniden işbirliği yapmasıdır. Bu işbirliği aynı zamanda bir kısım Kürt oylarının AKP’ye gideceği anlamına gelmektedir. Özel, sürece dâhil olmadığında CHP ulusal bir meselede hem siyasetin dışına atılmış olacak hem de Kürt oylarını kaybedecektir.
İşte Özel’in kamuoyuna açıklayamadığı gerçek budur ve bu gerçeği de komisyonu kendilerinin önerdiği söylemi üzerinden perdelemeye çalışmaktadır.
Peki, gerçekten de Özel mi komisyonun kurulmasını önerdi?
Hem AKP hem de CHP, komisyonun kurulması konusunda ki düşüncenin kendilerine ait olduğuna dair kamuoyuna yalan söyleyerek sahiplenmeye çalışıyorlar fakat ikisine de ait değil.
Öcalan, tutanaklara geçen İmralı sorgusunda parlamento da komisyon kurulmasına ilişkin önerisini “Gerillanın çatışmasızlık ortamına girmesi için parlamentoda kanunla kurulacak bir komisyon gerekir. Hakikat komisyonu denilebilir, uzlaşma veya yüzleşme komisyonu da denilebilir.” şeklinde özetlemişti.
Üstelik o dönem henüz kamuoyunun açılım olarak sonradan öğreneceği kumpas fiilen başlatılmamıştı. Öcalan’da zaten öneriyi açılımın yol haritasını belirlemek için yapmıştı. Aynı öneri bugün biraz daha farklı bir dille bir kez daha Öcalan tarafından hazırlanan 9 Mayıs 2025 tarihli “Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu” adlı metnin 2. Maddesinde bir kez daha dile getirildi.
Yüz altmış sayfalık metnin 2. Maddesinde sadece CHP’ye değil hiçbir partiye doğrudan çağrı yapılmasa da TBMM’de komisyon kurulmasına ve parlamentoda sandalyesi olan tüm parti milletvekillerinin katılmasına ilişkin çağrı yapılıyor ve bu da komisyon fikrinin kime ait olduğunu somut olarak ortaya koyuyor.
Makaleleri takip eden okurların hatırlayacağı üzere süreci “Terörsüz Türkiye” adı altında yürüten AKP’ye, muhatapları DEM ve PKK’nın itiraz ederek isim konusunda bile anlaşamayacaklarının altını çizmiş, sürecin adının iki tarafı da memnun edecek şekilde değiştirilebileceğini hatırlatmıştım.
AKP, aynı isim altında süreci sürdürüyor ancak muhatapları bu ismi kabul etmediği için onlar da süreci “Barış ve Demokratik Toplum Süreci” adı altında yürütme kararı aldılar. Komisyona verilen isime baktığımızda isim konusunda da anlaşamadıklarını fakat ortak bir nokta da uzlaşı sağlandığını görüyoruz.
Çünkü AKP, süreci tamamen “Terörsüz Türkiye” adı altında yürütmek istediğinden komisyonu da bu isim altında toplamak istemiş ancak muhataplarının itirazı üzerine komisyonun adı “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” olarak değiştirilmiştir.
Milli kardeşlik AKP söylemi, kardeşlik ve demokrasi ise PKK söylemidir. Çünkü PKK’nın tüm söylemlerini demokrasi, demokratik toplum ancak Kürt sorununun çözümüyle mümkün olabilir şeklinde özetleyebiliriz.
Tüm söylemlerinde mutlaka demokrasi, demokratik toplum vb. bolca demokrasi vurgusu yapılmalarının temel nedeni de budur ancak başta iktidar olmak üzere muhalefetin de bu söylemi kabul etmesi, demokrasiyi PKK’dan öğrenecekleri anlamına gelmektedir.
Çünkü şu zamana kadar hiçbiri Türkiye’de demokrasinin olmadığını söylemek haddinize değil, sizden de öğrenecek değiliz dememiş aksine kabul etmişlerdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.