SOrMA!
SOrMA!
SAHİ SİZİN HİKÂYENİZ NE?
Seyahatteyim… Özlem çektiğim topraklara SOMA acısıyla gidiyordum..
Halimi, hatırımı soranlara bir derin acıyla `SOrMA` diyordum.
Korkuyordum, TV izlemekten çekiniyordum…
Ama yinede dayanamıyordum, merak ediyordum içim yanıyordu…
Ve madenden çıkarılan bir işçinin ambulansa bindirilirken söylediği şu sözle karşılaşıyorum `Çizmelerimi çıkartayım koltuk kirlenmesin` …Aman Allah`ım o ne fıtrat, o ne erdem başımdan soğuk sular döküldü, çenem titredi dişlerim sıkıldı…
Sonra bir şehit çıkartılıyor kara delikten elinde küçük bir not 'Oğlum, hakkını helal et' gel de tut tutabilirsen gözyaşlarını…
Sonra diğer hikâyelerle karşılaşıyoruz;
Patlamanın olduğu gün baba oğul aynı vardiyada çalışmak üzere işe giderler. Vardiyanın sonunda eve gitmek için hazırlanan baba ve oğul, patlamanın ardından dışarıya çıkamıyor. O mübarek naaşlarına ulaşıldığındaki manzara ise insan olanı bitirecek görüntüdedir. Maden ocağının derinliklerinde yan yana can veren baba ve oğlu ölüm bile ayıramaz ve birbirine sarılı halde bulunurlar.
Ya aynı gün doğan aynı gün ölen ikiz kardeşin hikâyesini nasıl anlatayım ki bu acıyı size.
Ya toprağa verildiği gün evladı dünya gelen teknikerin hikâyesi, söyleyin nasıl anlatayım onu size. Oğlunun defnedildiği gün torunu dünyaya gelen bir ninenin ağıtları yürekleri yakarken şunları diyordu "Biz, yeni doğan torunuma, vefat eden oğlumuzun adını koymak istedik. Fakat oğlumun vasiyeti var. 'Oğlum olursa adına babamın adını koyacağım' demişti. O yüzden dedesinin adını koyup oğlumun son isteğini yerine getireceğiz"
Ya gencecik bir sağlık teknisyenin mahsur kalan arkadaşlarını kurtarmak için içeri dalarak 3 arkadaşını kurtardıktan sonra kendisi şehit olan Serkan Güneş`i nasıl anlatayım…
Bir diğeri emekli olduğu halde oğlunun okul masrafları için tekrar madene dönüyor…
Bir diğeri çocuğu olmayınca tedavi için bankadan kredi çekiyor ve o krediyi ödemek için geceli gündüzlü ölüme yol alıyor. ..
Bir diğeri hasta kardeşinin tedavisi, bir diğeri evlenebilmek için, bir diğeri ev almak için, bir diğeri aç kalmamak için…
Ve bir Madenci olayı anlayasınız diye çalışma koşullarını şöyle özetliyor: `Bize yemek vermiyorlardı. Evimizden ekmek arası bir şeyler getiriyor onları yiyorduk. Yemek için mola saati yoktu. İşlerin azaldığı bir ara ayaküstü ekmeklerimizi yiyorduk. Ayrıca diğer bir sorunumuzda yiyeceklerimizi farelerden koruyabilmekti. Bize yiyeceklerimizi korumamız için bir poşet veriyorlardı. Bunları çalıştığımız yere yakın bir yerde tavana asıyorduk. Yemek yemeye geçince farelerin poşetleri tırtıkladıklarını, kimi zaman ekmeklerin ucundan yediklerini görüyorduk. Ben çoğu kez aç kaldım. Ama birçok işçi arkadaş buna alışmıştı. Farenin dişlediği yerleri kopartıp ekmeklerini yiyorlardı.
Arada mideniz bulanır, başınız ağrır, kendinizi kötü hisseder yeryüzüne çıkmak isterseniz, asla izin vermezler. Otur bir köşeye bekle derler. Suyumuz bitince de çıkamıyorduk. Sularımızı kendimiz yanımızda getiriyorduk. Sırt çantamız çok ağırdı, daha da ağır olmasın diye yanımıza mümkün olduğunca az yiyecek ve içecek alıyorduk. Madenin dışında bir kantin vardı. Çayı bile para ile alıyorduk.
Bu nedenle ben ambulansta sedye kirlenmesin diye çizmesini çıkarmak isteyen işçiyi iyi anlıyorum. Çalıştığımız, soyunduğumuz, yıkandığımız hiçbir yer temiz değildi ki… Temiz yere hasret olduğumuz için temiz gördüğümüz hiçbir yeri kirletmeye kıyamıyorduk.`
Hikâyeler çok, acılar tarifsiz.
Hikâye yazarların o kadar malzeme çıktı ki, binlerce roman çıkabilir bu konulardan.
Soma konusunu yazmayacaktım. Öyle ya ne yazabilirdim ki bu acılar üzerine? Nasıl cümleler kelimeler kurabilirdim ki?
Ama yazdım en az 301 hikâyesi olan bu acı tablodan birkaç hikâye yazdım…
Niye mi?
Bu facia olduğundan beri gerek görsel, gerekse yazılı medyada şuna rastladım herkes bir diğerini suçlayarak bu sonuçtan nasıl bir siyasi sonuç çıkarabilirim telaşı içerisindeydi, ama herkes…
Hatırlıyorum eskiden örneğin; Kıbrıs, örneğin; Karabağ, örneğin; Terör konularında hep birdik, tek ses çıkardı.
Örneğin; Marmara depreminde, Erzincan depreminde hep birlikteydik, bütün siyasi partiler el ele acıların olduğu yere gider ortak mesaj verilerdi…
Yahu bizler peşmergelere kucak açarken bile tek ses olurduk!
Ne oldu bize?
Hani biz bir millettik?
Hani bizi acılarla sevinçlerle bir arada tutan sebepler vardı?
Hani biz aynı secdede, aynı Allah`ta, aynı vatanda birdik, iriydik, diriydik?
Ne oldu bize? Neden böyle ilkelleştik? Neden her birimiz diğerine göre ÖTEKİ oldu?
Ne oldu da insanlık tarihinin en büyük dramlarından birinde bile birbirimize küfür eder olduk, şehitler üzerinden getirim yapma peşine düştük?
Bu satırlardan sakın facianın sorumlularını unuttuğumu sanmayın, ama biz bu acıda topyekûn birlik olsak o sorumlularında kaçacak hiçbir yeri olmayacaktır. Ama makamı mevkisi ne olursa olsun. Çünkü millet olmak böyle bir şeydir.
Sahi şimdi kendinize sorun sizin insanlık paydasında ki hikâyeniz ne?
Ve ne oldu ölümden döndüğü halde Çizmelerini devletin malına zarar vermemek için çıkaran o ruha?
O yiğit emekçiden hiç mi ders almadınız? Görmeniz gerekeni hiç mi görmediniz?
Bu vatan için, bu millet için ya acılarda, sevinçlerde yeniden birleşin ya da karşılaştığınız hezimetler için `sorumlusu kim?` Diye SOrMA`yın…
Tüm bu acılardan ortaya çıkan tek sonuç var; Biz millet olmayı bırakın İNSAN olmaktan bile çıkmışız.
Affet bizi SOMA!
Affedin bizi 301 Cennet yolcusu!
Selçuk Düzgün
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.