Veysel BOĞATEPE

Veysel BOĞATEPE

Suriye Dosyası- 10

Suriye Dosyası- 10

Dizi yazımızın ilk dokuz bölümünde Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Suriye’nin bölgesel önemini ve Esad’ı devirme planının arka planını örnekler vererek anlattık.

Bu bölümde ise konuyu hem ABD hem de Türkiye perspektifinden değerlendirerek güncel gelişmelerle ele alacağız. Öncelikle şunu hatırlatmak gerekir ki bugün Suriye’nin teslim edildiği örgüt Heyet Tahrir eş-Şam yani bilindiği adıyla HTŞ, emperyalizmin finanse ederek Suriye hükümet ordusuna karşı yürütülen iç savaşta kullandığı selefi, cihatçı ideolojisinde kurulan paramiliter bir örgüttür.

Bu örgüt aynı amaç ve hedefte birleşen Cebhe Fetih el- Şam adıyla yeniden örgütlenen el-Nusra Cephesi, Ensaruddin Cephesi, Ceysu’s Sünne Liva el-Hak ve Nureddin Zengi Hareketi gruplarının birleşmesiyle kuruldu.

Birleşme talebi Ahrar uş-Şam’ın ikinci emiri İslamcı militan komutan Ebu Cabir Şeyh’in talebi üzerine gerçekleşti. HTŞ ile birleşme kararı alan el- Nusra Cephesi birçok ülkenin terör örgütü listesinde bulunan El-Kaide’ye bağlıdır fakat bu gerçeği kimse dillendirmiyor. Bir diğer gerçek ise başta Sednaya Hapishanesi olmak üzere Esad rejimine muhalif olduğu gerekçesiyle sivillerin hapishanelerde tutulduğu ve işkence edildiği yönünde yapılan kara propagandadır. Bu da Esad’a karşı yürütülen tipik bir batı emperyalizminin kara propaganda örneğidir.

Bir kez daha hatırlatmak gerekir ki dizi yazımızın amacı Esad’ı savunmak değil, olaylara objektif açıdan yaklaşarak gerçekleri kamuoyu ile paylaşmaktır. İç savaş koşullarında rejim karşıtlarının tutuklanması makul görülebilir ancak suç ne olursa olsun işkencenin insanlık dışı vahşi bir eylem olduğunun da altını çizmek gerekiyor. Hapishanelere bir de HTŞ gerçeğinden baktığımızda “sivil muhalif” olarak paylaşılan görüntüler ve haberlerin maksatlı ve kuşkulu olduğu görülecektir.

Çünkü HTŞ’nin yönetimi alır almaz cezaevlerinde ki el-Kaide üyelerini serbest bırakması cezaevlerinde ki tutukluların çoğunluğunun hükümet karşıtı, emperyalist güdümlü cihatçı, selefi silahlı örgüt militanları olduğu gerçeğini önümüze koymaktadır. Bunun yanı sıra sırf Esad ile aynı mezhepten olduğu için Alevilere yönelik HTŞ’nin katliamlarını, işkencelerini görmezden gelmek ikiyüzlülüktür. Bugün Suriye’de batı kaynaklı bir özgürlük ve demokrasi propagandası yapılıyor ancak gerçekçi değildir. Mezhep ayrımcılığı üzerinden bölünen Suriye’nin durumu yine batının “özgürlük ve demokrasi” yalanıyla böldüğü Irak’tan daha kötü ve hatta Afganistan benzeri bir durumun yaşanmasına neden olabilecek kadar belirsizdir.

Suriye iç savaşında AKP’nin rolü

AKP’nin, PYD ile YPG gibi 2018’de terör örgütü listesine dâhil ettiği HTŞ’yi bugün desteklemesi, özel uçak göndererek Türkiye’ye getirmesi ve geçmişte Esad’a dediği gibi “kardeşim” şeklinde hitap etmesi düşündürücü olduğu kadar ABD’nin belirlediği Ortadoğu siyaseti çizgisinde hareket ettiğinin somut göstergesidir. Erdoğan’ın, Şam rejiminin (Esad rejimi) Türkiye’nin uzattığı elin kıymetini bir türlü idrak edemediği, ne manaya geldiğini anlayamadığı yönünde ki eleştirileri tutarsız ve gerçekdışıdır. Aksine Esad, AKP’nin güvenilir olmadığını, 2004’te ki deneyimlerinden öğrenmiştir. Tekrar hatırlatmak gerekirse Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer önderliğinde başlatılan Suriye-Türkiye ilişkilerini geliştirme programında Esad’ın reformlarına destek verilmiş, iki ülke arasında ekonomik, ticari, enerji, askeri, PKK’nın rehabilitasyonu vb. birçok alanda işbirliği görüşmeleri yapılmıştı.

Sezer’in görevi bittiği 2007’den sonra AKP yeniden ABD rotasına girerek Esad’ı katil, diktatör ilan etmiş, Suriye hükümet ordusuna karşı savaşan grupları destekleyerek Esad’ı devirme planına dâhil olmuştur. Önce destek verip sonra da tam tersi bir manevra ile devirmeye çalıştığı Esad, çağrıyı neden ciddiye alsın ki? Esad’da biliyor ki Suriye’nin geleceğini belirleme çağrısı ABD’nin Irak işgalinden hemen sonra uluslar arası kamuoyunda gündemleştirdiği “Bırak git” çağrısının tekrarından ibarettir. Bu konuda samimi ve gerçekçi olsaydı, 2004’te başlatılan ve bir hayli yol alınan “ilişkileri iyileştirme” programını sürdürmeye devam ederdi.

ABD programında hareket eden AKP, Türkiye-Suriye ilişkilerini geliştirme programını 2011’de çöpe atmış ve Esad’a karşı ABD safına geçmişti. Bu tarihten Esad’ın yönetimi bıraktığı güne kadar ABD’nin Suriye’yi dağıtma, bölme programı içerisinde hareket etmiştir. Erdoğan’ın da itiraf ettiği gibi ABD ile Türkiye Esad’ı devirmek için 2017’de, Suriye ordusundan devşirilen grubu “Özgür Suriye Ordusu” adı altında Esad rejimine karşı örgütlemiştir. ÖSO komutanlarından Ebu Ammar “Eğer bize batıdan yeterli yardım gelmezse El-Kaide ile işbirliği yaparız” diyerek batının güdümünde olduğunu itiraf etmiştir. ABD güdümlü örgütün ilk görevi, Suriye’de ki isyanı iç savaşa dönüştürmekti.

Esad’ı devirmek için muhalifleri destekleyen ülkeler ise Suudi Arabistan, Birleşik Krallık (İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda), Fransa, Almanya, Libya ve Katar’dır. ABD’nin yanı sıra Suudi Arabistan, Katar, Fransa ve Libya’nın da lojistik, istihbarat ve silah yardımı yaparak desteklediği ÖSO’ya Türkiye finansman, askeri ve eğitim desteğinin yanı sıra maaşları da halktan toplanan vergilerle ödemektedir.

Türkiye, ÖSO’yu Esad rejimine karşı desteklerken ABD ise Kürt, Arap, Süryani, Ermeni ve kısmen de Türkmenlerden oluşan Suriye Demokratik Güçleri (SGD) ile YPG’yi finanse ederek, silahlandırarak IŞİD’e karşı mücadele için kullanmıştı.

El-Kaide’nin Suriye kolu IŞİD, ABD’nin Ortadoğu’da istemediği bir grup olduğu için bölgeyi temizleyerek kendi gruplarına alan açmak için böyle bir girişimde bulunmuştu. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli ayrıntı ise ABD’nin desteklediği SDG’nin, Türkiye’nin terör örgütü listesinde bulunan YPG’ye bağlı olduğu gerçeğidir. Bu gerçekten hareketle Türkiye, ABD planında hareket ederken doğrudan olmasa da terör listesine aldığı YPG’ye destek vermektedir. Ayrıca IŞİD ile mücadelede YPG’yi korumak için İncirlik Üssü’nün açılmasını talep eden ABD’nin bu istediğini AKP “sadece güvenli bölge oluşturulması karşılığında onay vereceği şartı” oluşmadan yerine getirmekle kalmamış bölgede sıkışan ÖSO’ya koridor açmak için askeri destek vererek Mehmetçiğe mıntıka temizliği de yaptırmıştır.

Bölgenin en güçlü ülkesi Rusya ise YPG’nin hâkim olduğu bölgelere müdahalede bulunmayarak akılcı bir strateji uygulamıştır. Bu çelişkili tutum, daha önce terör listesine aldığı ama bugün desteklediği İslamcı, cihatçı militan örgüt HTŞ içinde aynıdır.

Suriye cihatçı, selefi örgütlere teslim edildi

Büyük Ortadoğu Projesini yürüten Birleşik Ortak Görev Gücü-Doğal Kararlılık Harekâtı (CJTF-OIR) Ekim 2014’te, ABD Merkez Komutanlığı öncülüğünde 59 ülkenin yanı sıra AB’ye bağlı askeri kuvvetlerin katılımıyla kurulmuştu. Daha sonra Türkiye’nin de aralarında olduğu diğer ülkelerin katılımı ile ülke sayısı 68’e yükseltilmişti. Suriye’nin bölünmesini de öngören Büyük Ortadoğu Projesi’ni de bu ortak harekât yürütüyordu.

Bu açıdan da bakıldığında Esad’ın 68 ülkenin desteklediği örgütlere karşı büyük ve kararlı bir mücadele sürdürdüğü gerçeği görülecektir. Ancak önceki bölümlerde de belirttiğimiz üzere Türkiye, Rusya, İran ve Çin desteğini kaybetmesi sonucunda Esad’ın ordusu tek başına birçok cephede batı emperyalizmin maşası örgütlerle mücadele etmek zorunda kalırken zaman içinde bölünmeler sonucunda ordusu da zayıfladı. Daha fazla kan dökülmemesi için Esad, başbakan Muhammed Gazi el-Celali’ye iktidarı muhaliflere barış yoluyla devretme talimatı vererek ailesi ile birlikte ülkeyi terk etti. İslamcı militanlara teslim edilen Suriye’nin halk meclisi askıya alındı ve Suriye’nin adı da “Suriye Arap Cumhuriyeti” olarak değiştirildi.

Bugün fiilen üç parçaya bölünmüş Suriye’de hükümetin nasıl şekilleneceği belirsizliğini korusa da rejim olarak emperyalist güdümlü ve din temelli bir ideolojide kukla bir hükümet olacağı kesindir. Bu bakımdan güdümlü rejimin çağrısıyla Suriye’de ki mevcut silahlı grupların, örgütlerin silah bırakacağı yönünde dünya kamuoyunda propaganda malzemesi yapılsa da gerçekleri yansıtmamaktadır. Çünkü “Irak ve Şam İslam Devleti”, “Kuzey Suriye Federasyonu” ve “Suriye Hükümeti” olarak üçe bölünmüş Suriye’de bunlara bağlı ve her birinin alt birimlerini oluşturan yaklaşık 192 örgüt var.

Bu örgütlerin dışında bir de fetih el-İslam, El-Nûsra, İmam Buharî Cemaati, Liva el-Ümmet, Tahrik-i Taliban, Ensar eş-Şam, El Furkan Tugayları, Es Sefya İslam Taburları gibi radikal dinci, cihatçı selefi yaklaşık 52 grup daha var. Bu grupların bazıları da diğerleri gibi daha sonraları ortak harekât odaları kurarak birlikte hareket etme kararı almışlardır. Bu kadar farklı ideolojiye sahip örgütlerin bir çağrıyla silah bırakarak mevcut HTŞ geçici hükümetine katılmasını beklemek safdillik olur.

Esad’ı devirmekle tıpkı Irak örneğinde olduğu gibi Suriye’ye özgürlük ve demokrasi getireceği yalanını tekrarlayan batı emperyalizmi Suriye’yi terör örgütlerine teslim ederken Türkiye’nin ABD çizgisinde hareket etmesi de PKK ile ardılları yetmiyormuş gibi farklı mezhep ve ideolojide ki selefi, cihatçı örgütlerle doğrudan olmasa da komşu olarak sonuçlanmıştır. Burada yanıtını vermemiz gereken en kritik soru ise şudur; Türkiye, Esad’a olan desteğini sürdürmeye devam etseydi hem bölgesel hem de Türkiye açısından sonucu ne olurdu?

Bu sorunun yanıtını da on birinci ve son bölümde vereceğim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Veysel BOĞATEPE Arşivi