Özgür UYANIK

Özgür UYANIK

Uçurumun iki yakası: Arjantin ve Türkiye

Uçurumun iki yakası: Arjantin ve Türkiye

Son üç aydır uluslararası ekonomi merkezlerinde yapılan tüm analizlerde Türkiye’nin adı Arjantin’le birlikte geçiyor. Küresel finans güçleri birdenbire iki ülkenin kaderinin benzerliğini keşfetmiş durumda.  Zira ABD Doları karşısında en çok değer kaybeden iki para birimi var: Arjantin Peso’su ve Türk Lira’sı.

Arjantin ile Türkiye’yi birleştiren sayısız başlıkla ilgili, değişik yayınlarda yıllardır, yüzlerce sayfa yazdım. 1955 yılından itibaren iki ülkede ekonomik gelişimle toplumsal hareketin yükselişinin paralel seyrini ve emperyalizmin buna askeri darbelerle cevap verişini anlattım. İki ülkenin de siyasi süreçlerini kesintiye uğratan bu darbelerden sonra borca batırılarak 1980’ler ve 1990’lar boyunca IMF programlarına teslim oluşunu ortaya koydum. 

1990’ların ortasından itibaren iki ülkede de IMF’nin döviz kuru hedeflemesine dayalı programı uygulandı. Çok şükür o zamanlar Türkiye’de başkanlık sistemi yoktu da IMF direktiflerine tam anlamıyla uyulamadı. Arjantin’de ise Başkan Carlos Menem, namı diğer “El Turco”, ABD dolarıyla Arjantin Peso’sunu eşitleyecek kadar ileri gitti. Sonuçta ülke beş sene içinde tam anlamıyla çöktü. Bu sadece doları alanın kaçtığı bir finansal deprem değildi. Döviz politikası tüm Arjantin sanayisini yok etti. Beş yılda Türkiye %5, Arjantin ise %20 milli gelirini yitirdi. Aslında uygulanan aynı programdı fakat Türkiye’de henüz kamu tabanı güçlüydü. Örneğin Çiller’in hemen tüm özelleştirmeleri yargıdan dönmüştü. Türkiye’nin krizi daha az hasarla atlatmasını hukuki ve siyasal yapıyla açıklayabiliyoruz. Bu gün ne yazık ki şeker fabrikalarının özelleştirmesine dur diyebilen bir yargı yok.

Türkiye’nin Arjantin’le aynı noktaya gelmesini ise yine aynı siyasal yapıdaki gerilemenin bir sonucu olarak görüyorum. Zira 2003’ten başlayarak kamucu temeller hızla ortadan kaldırıldı ve ülkemiz serbest piyasaya teslim edildi. Sermayeye batılı kapitalist ülkelerde olmayan bir serbestlik tanındı. Şu anda seçime gittiğimiz başkanlık rejimi bunun doruk noktasıdır. Yatırımlar plan ve hukuksal denetimin dışına çıkarıldı. Böylece kamunun kaynakları belli çevrelerin çıkarlarına göre yönlendirildi. Daha da önemlisi bunlar ülkenin geleceğine katkıda bulunmayan verimsiz yatırımlardı. Bir anlamda 1990’ların tekstil endüstrisi yerini inşaata bıraktı. Bu sadece ekonomik değil çevresel felaketlerin temelini hazırladı.

Oysa Arjantin’de 2001 çöküşü bir sol iktidar alternatifi yaratmıştı. Kendini “nacional y popular” yani milli ve halkçı olarak tanımlayan bir sol yönetim kuruldu. Başkan Nestor Kirchner borçların %70’ini ödemeyi reddetti. Çünkü bu borçlar haksız biçimde yapılandırılmıştı. IMF aracılığıyla yapılan görüşmelerde alacaklıların %94’ü anlaşmayı kabul etmek zorunda kaldı. Böylece Arjantin hem IMF ile olan zincirlerini kırdı hem de borç yükünden kurtuldu.

Kirchner yönetiminin başardığı şeyin ne kadar önemli olduğunu Yunanistan krizine bakarak daha iyi anlıyoruz. Solcu görünümlü Siriza iktidarı AB sermayesinin programından dışarıya burnunu çıkaramadı.

Arjantin kapılarını sıkı sıkıya dışa kapatırken Türkiye tam tersini yapıyordu. 2003-2018 yılları arası dış borcumuz dört kat artarak 450 milyar dolara ulaştı. Buna karşılık Arjantin’le karşılaştırdığımızda Türkiye’nin ekonomik verilerinde bir üstünlük  oluşmadı. Örneğin 2003-2014 verilerine göre Arjantin ortalama %5,7, biz ise %4,4 büyüdük. Yatırım ve tasarruflarda da Arjantin’in Türkiye’den iyi durumda olduğu görülüyordu.

Arjantin bu yıllar boyunca ekonomik açıdan kendine daha güvenli, siyasi açıdan daha istikrarlı bir ülke haline geldi. Türkiye ise hem ekonomide hem de siyasette giderek kaosa sürüklendi.

Bununla beraber iki ülkede de halk açısından yanıltıcı bir durum doğdu: Ekonomisi düzelen Arjantinliler daha çok ve lüks tüketime yönelmek istediklerinde ithalat duvarlarına çarptılar. Bu, devletçi ekonomilerdeki tipik halk memnuniyetsizliğini çağırdı ve ABD’ci sağın propagandasına temel teşkil etti. Türkiye ise tam tersine alabildiğine borçlanarak, tüketime ve ithalata yönelerek suni bir bolluk yaşadı. AKP’nin kitleler üzerindeki sihri budur.

Arjantin’deki yönetimin başındaki Cristina Kirchner anayasal sınırlama sebebiyle üçüncü kez üst üste aday olamadı. ABD’ci sağ cephe sadece 600 bin oy (%1,5) farkla seçimi aldı ve hemen milli ekonomiyi yıkmaya başladı. Öncelikle ithalata yönelik engelleri kaldırdı. Sonra başkan Kirchner’in ödemeyi kabul etmediği “Akbaba Fonları”nın çıkardığı borçları ödemeyi kabul etti. İki yıl içinde 60 milyar doları dış borç alan Arjantin’in yeni yönetimi sonunda geçtiğimiz hafta ülkeyi IMF’ye teslim etti.

Şimdi biz de aynı yola girdik gibi görünüyor. Arjantin’de gümrük duvarlarının ve kamunun ekonomi üzerindeki denetiminin kalkmasıyla büyük bir sermaye kaçışı başladı. Türkiye’de de durum farklı değil. Her iki ülkede de faiz ayarlamaları ulusal paranın değerini korumaya yetmiyor. Borçlanma maliyetleri ekonominin taşıyamayacağı bir orana çıktı.  İktidar son bir gayretle seçim öncesi milli kaynakları tüketme uğruna hazineyi açtı. Seçime kadar enflasyonu frenlemenin de yolu kalmadı.

İktidarın ekonomik birikim modeli artık tamamen işlemez halde. Seçime kadar Türkiye cepten yiyecek. 24 Hazirandan sonra iktidarın önünde keskin iki viraj olacak. Ya sola kırıp küresel finans sisteminin dışına çıkacak yahut da bir IMF programına teslim olacak. İkinci ihtimalin gerçekleşmesi daha muhtemel olduğuna göre ekonomi küçülecek, kamu destekleri ortadan kalkacak, işsizlik artacak, esnek çalışma yaygınlaşacak ve halkın alım gücü düşecektir.

Henüz hiç kimse Arjantin ve Türkiye’deki krizin nereye kadar gidebileceğini söyleyemiyor. Ancak kesin olan şey bu yıl Arjantin’de kışın Türkiye’de de yazın zor geçeceğidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Özgür UYANIK Arşivi