Namlunun Ucundaki Barış
Yeniden Kürt sorunu örtüsü altında Türkiye’nin önüne Lozan ile Sevr’in konulması benim açımdan şaşılası bir durum değil.
Çünkü bugün konuşulanlar, kimsenin konuşmadığı veya görmediği arka planda sürdürülen çalışmaların sonucudur ve konuyu aşamalı olarak çok önceden birkaç makalede ele almıştım.
Gelinen noktada yaptığım tespit ve analizlerde yanılmadığım bir kez daha teyit edilmiş oldu.
Aslında Joe Biden’in başkan seçilmesiyle ABD gündemine almıştı fakat o tarihte İsrail ile Türkiye ilişkileri Mavi Marmara baskını nedeniyle askıya alınmış, elçilikler kapatılmıştı.
ABD ile olan ilişkiler de füze alımı konusunda ki anlaşmazlıklar nedeniyle kırılmaya başlamıştı. Biden’in başkan seçildiği dönemde Türkiye’nin gündeminde ise seçim vardı. AKP’nin bu iki ülke ile ciddi sorun yaşaması, iktidarlığının tehlikede olduğu anlamına geliyordu. Çünkü ABD desteği olmadan iktidarlığını koruması mümkün değildi. Üstelik ABD başkanı Joe Biden, Türkiye’ye yönelik açıklamalar yapıyor, Ortadoğu’da yeni bir yol arkadaşı arayışında olduğunu, muhalefet ile işbirliğine gideceğini açıkça dile getiriyordu.
Rusya-Ukrayna çatışmasının başlatılmasıyla Biden’in Türkiye’ye yönelik olumsuz, eleştirel açıklamaları AKP’yi ciddi şekilde telaşlandırmıştı. Çünkü seçimi kaybetme korkusunun yanı sıra Rusya-Ukrayna çatışması başta buğday ithalatı olmak üzere Türkiye’ye ekonomik yaptırımları da beraberinde getirmişti. ABD’nin Karadeniz planıyla (Rusya-Ukrayna çatışması) köşeye sıkışan, iktidarlığını sağlamlaştırmak için ABD’nin desteğine ihtiyacı olan AKP, yeniden ilişki kurmanın yolarını arıyordu ancak iç siyasette ABD’ye efelendikleri için doğrudan ilişki kurmaları mümkün değildi. Tek seçenekleri yine aynı argümanlarla iç siyasette efelendikleri ama arka planda örtülü siyaset yürüttükleri, ABD’nin de sadık müttefiki İsrail üzerinden ilişki kurmaktı.
Buzdolabında ki emaneti çıkart!
ABD ile Türkiye arasında temel iki sorunlardan birincisi; kamuoyunun Kürt açılımı olarak bildiği, gerçekte ise Büyük Ortadoğu Projesi’nin Türkiye ayağını AKP, kendi deyimiyle buzdolabına kaldırmıştı. İkincisi de füze konusunda ki anlaşmazlıktan dolayı Rusya’ya yanaşmasıydı.
ABD’nin önceliği Suriye’nin bölünmesiydi ve bu konuda Türkiye’nin işbirliği yerine Ukrayna’yı maşa olarak kullanacağı Karadeniz planını uygulamaya koymaktı. Planın amacı; Ukrayna -Rusya’ya çatışması çıkartılarak Rusya meşgul edilecek, bölgedeki savaş etkisi azaltılacak ve böylece Rusya’nın, Suriye’ye olan desteği engellenecekti. Rusya, Ukrayna ile meşgul olurken Esad rejimine muhalif örgütler toparlanacak, silahlandırılacak ve zayıflayan Esad rejimine karşı ani bir saldırı düzenlenerek yönetim ele geçirilecekti.
İşte bu plan, Türkiye’nin Ortadoğu’da muhatap alınmayacağının en somut göstergesiydi ve AKP’yi de ciddi şekilde telaşlandırmıştı. ABD’nin Karadeniz planıyla iyice köşeye sıkışan AKP’nin İsrail aracılığıyla ABD ile yeniden ilişkileri düzeltme çabasına girdiğini ve bunun nedenlerini 16 Ağustos 2022 tarihli “Davos’ta Van Minut, Yahudi Konferansında Yes Sör!” başlıklı makalede detaylı olarak işlemiştim.
Bu makaleden yaklaşık iki ay sonra Ekim 2022’de İsrail ile Türkiye yeniden karşılıklı olarak elçi atadılar. Rusya-Ukrayna çatışmasının gerçek nedenini ve amacını da 21 Mart 2022’de “ABD/İsrail Oltasına Takılan Sersem Balık” başlıklı makalemde ayrıntılarıyla anlatmıştım.
Karşılıklı elçi atanarak ilk adım atıldı ancak ABD’nin belli başlı şartları vardı; Türkiye’nin Suriye’nin bölünme planında aktif rol üstlenmesi, Rusya-Ukrayna çatışmasında arabuluculuk yapması ve en önemlisi de buzdolabına kaldırdığı açılım yeniden gündemine almasıydı.
Kısacası ABD ile ilişkileri geliştirmenin yolu BOP’tan geçiyordu ve aparatı da sözde Kürt sorunuydu. ABD, dolaylı yollardan AKP’ye ”Ortadoğu’da bizimle birlikte hareket edersin ya da gidersin” demişti.
AKP, bu görevleri sırasıyla yerine getirdi. Karadeniz planında (Rusya-Ukrayna çatışması) arabuluculuk yaptı, Suriye’nin bölünme planında aktif rol üstlendi ve son olarak da emperyalizmin buzdolabında ki emaneti Kürt açılımını çıkartarak Türk milletinin önüne koydu. ABD ile arka planda yürütülen bu hazırlıkları da 22 Kasım 2020 tarihli “Lambada ki Cin, Dürbünde ki Fil” başlıklı makalede ele almış “buzdolabında utulan emanet” alt başlığıyla da Erdoğan’ın buzdolabına kaldırdık dediği Kürt açılımını, ABD’nin talepleri doğrultusunda yeniden gündeme alacağına işaret etmiştim.
Bu makaleden yaklaşık dört yıl sonra Bahçeli, Öcalan’ı meclise davet ederek ABD’nin buzdolabında ki emanetini ısıtmaya başladılar.
Kavga ettiren de barışı öneren de aynı
Suriye rejimi dağıtıldıktan sonra sıranın Türkiye’ye geleceğinin en somut kanıtı, Kürt açılımının yeniden gündeme alınmasıdır ve bu gerçeğe de önceki makalelerde işaret etmiştim. Ukrayna’yı Rusya’ya karşı kışkırtan ABD’nin, Suriye’yi böldükten sonra Ukrayna başkanını kendi sarayına çağırıp “Rusya ile barış” telkininde bulunması ve hatta azarlaması, Rusya-Ukrayna çatışmasına ilişkin çok önceden yaptığım tespit ve analizleri de teyit etmiştir.
ABD bakış açısıyla izah edecek olursak, Suriye’yi bölme planı hedefine ulaştığına göre Rusya ile çatışmayı sürdürmek artık gereksizdir. Ayrıca ABD’nin Suriye’yi bölme planını “Suriye Dosyası” başlığı altında Esad’ın yönetime geldiği tarihten itibaren11 bölüm dizi yazı olarak ele almış, Kürt açılımının yeniden gündeme alınarak sıranın Türkiye’ye geleceğini belirtmiştim.
Nitekim emperyalizmin emaneti yeniden Türk halkının önüne konuldu ancak bu konuda da PKK’nın kendini feshedeceğine, silah bırakacağına dair kamuoyu manipüle edildi, yalan söylendi.
Tüm talepleri karşılansa bile PKK’nın kendini feshetmeyeceğini, silah bırakmayacağını, PKK-Öcalan ilişkisinde Öcalan’ın aparat olarak kullanıldığını ve Öcalan’ın açıklamalarının PKK açısından hiçbir önem taşımadığına vurgu yapmıştım. Gerçek amaçlarının silah bırakmak değil, bu ve benzer yalanları örtü olarak kullanıp, PYD örneğinde olduğu gibi PKK’ya meşru zemin hazırlamak, yasal kılıf bulmak olduğunu belirtmiştim.
Amaç ve hedeflerini, yalanlarını, nedenlerini yine 19 Mart 2025 tarihli “Terörsüz Türkiye Masalı” başlıklı makale ile 14 Nisan 2025 tarihli “Öcalan’ın Çağrısını Kim Nasıl Okuyor” başlıklı iki ayrı makalede anlatmıştım.
Bu makaleden yaklaşık bir buçuk, iki ay sonra PKK 5 Mayıs 2025’te kongre düzenledi ve yayınladıkları bildiri de kendilerini feshetmeyeceklerini, silah bırakmayacaklarını ima ederken Türkiye’ye de birçok konuda şartlar koştular.
PKK ve siyasi uzantılarının açıklamaları çok öncesinden yazdığım gerçekler teyit ederken bizim eli sopalı uzmanlar, siyaset bilimciler ise ekranlarda Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiğine dair masal anlatıyor, “bundan sonra ne olacak?” sorusunu soruyor, yanıt arıyorlardı.
Suriye dağıldı, Rusya-Ukrayna ise ABD’nin uzattığı barış çubuğunu tüttürmeye hazırlanıyor, Türkiye’nin önüne Sevr’i koydular ama bizim kelli felli uzmanlarımız halen sordukları sorunun yanıtını bulmakla meşguller. Bu güruh terörsüz Türkiye masalına da öylesine koşullanmışlardı ki PKK ile Öcalan’ın açıklamalarının birbirine tezat oluşturması karşısında şaşkın ördeğe döndüler. Öncelikle geleceğe yönelik öngörülerde bulunabilmek için geçmişteki olaylar silsilesinin dikkatli bir şekilde incelenmesi ve analiz edilmesi gerekiyor.
Dolayısıyla geçmişte ki makalelerden örnekler vermemde ki maksat “ben demiştim” diye değil kamuoyunun sözünü, söylemini referans aldığı sözde aydın maskeli şarlatanların ne denli sığ, öngörüsüz olduklarını bir kez daha hatırlatmak içindir.
Bunların görevi toplumu aydınlatmak, tehlikelere karşı uyarmak değil karartmaktır.
Sözün özü; kavgayı çıkartan da barışın diyen de emperyalizmdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.