Erkan MACİT

Erkan MACİT

İstihbarat ve Derin Devlet

İstihbarat ve Derin Devlet

Yerimiz mi dar yoksa yenimiz mi dar

Ne var?

Uçurmuş herkes! o da kim oluyor?

Sen kimsin kim bunlar??

Dediğimiz günlerden geçiyoruz..

Tarih sahnesinde istihbarat örgütlerinin üstlendikleri rolleri Türk siyasi hayatına etkilerini araştırmış, günümüz toplum yapısının oluşmasında üstlendikleri roller hakkında bilgi vermiştir.

Çalışma Osmanlıda hafiye teşkilatı ile başlayıp, İttihat ve Terakki, MAH, JİTEM, ÖHD ve MİT ile devam eden bir silsilenin Anadolu toprakları üzerinden 100 yılı devirmiş etkisine dair bilgiler içermektedir.

İşte burada çok önemli vazifeler kritik görevler de bulunan insanların üzerinde..

İstihbarat örgütlerinde tehdit’in algılanma şekli önemli bir konum arz eder.
Tehlikenin dışarıdan içeri doğru algılanması ya da içeriden dışarıya doğru algılanması istihbarat örgütlerinin eylem planlarının oluşmasında son derece etkilidir..

Türkiye de istihbarat örgütleri toplumsal hayatta ciddi yere sahip olmuşlardır. Osmanlı devletinde ittihat terakkinin etkinliğine dair şöyle bir örnek verilebilir. Hüseyin Hilmi Paşa döneminde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İstanbul merkezi üyeleri çil yavrusu gibi dağılıp, saklanınca, hükümet ne yapacağını iyice şaşırmıştır. Hükümet, İttihat ve Terakki üyelerinin saklanması üzerine, hiç bir şey düşünememiş ve yapamamıştır çünkü o zamana kadar emir ve yasaklar ancak o kaynaktan yani İttihat ve Terakki merkezinden çıkardı. Hüseyin Hilmi Paşa doğrudan doğruya inisiyatif sahibi bir başbakan değildi (Rıfat, 1996, 58). İşte biz bu çalışmada Türk istihbarat geleneğinin toplumsal yaşam üzerine etkileri üzerinde durarak, zaman zaman toplum – devlet arasındaki ayrışmanın bu kaynakla bağlantılarına değineceğiz.

“Hikmet-i hükümet” anlayışına bağlı Türk siyaset geleneğinde, devlet ve uygulamalarının hukuk dışına çıkmasının tarihi çok gerilere gider. Dünyanın başka yerlerinde de görülen bu anlayışta Derin güçler devleti önce kutsallaştırır, eleştirilemez tartışılamaz konuma getirir, akabinde kendilerinin de içinde bulundukları bir gücü devletin tartışmasız koruyucu ve kollayıcı tek unsuru olarak empoze ederler, zamanla devlet bu güçler vasıtasıyla kuruluş gayesi adı altında bazı planlara sistemli bir şekilde gebe bırakılır, devlette işleri kötü gittiği dönemlerde kurtarıcı rolü üstlenir, devletin derinliklerinde kök salmaya ilerlemeye devam eder, rejimin yegane yapıcı unsurlarıdır. Her türlü tehlike anında tek kurtarıcıdırlar ve bu bağlamda din, devleti kutsallaştırırken aslında derin devletin görünmeyen zırhı rolündedir.

Derin devlet hiç şüphesiz ki; sadece Türkiye’ye özgü bir yapılanma değildir, otoritenin olduğu her yerde bundan nemalanan başka bir derin otoritenin varlığı söz konusudur.

Otorite çeşitli baskı unsurları vasıtasıyla bir hegemonya alanı yaratır. Bu baskı unsurları zaman içinde devletin (otoritenin) aracı olmaktan çıkar ve otorite üzerinde dahi söz sahibi olacak güce erişir. Baskı, önce egemenlik alanı yaratır itaat eden bir toplum doğurur.

Bu düzen içerisinde baskı unsurları bazı somut ve soyut (kutsallık) faktörleri kullanarak kendi otorite alanını devlet adına kurar. Devletin asli ve âli çıkarlarını gerçekleştirmek için hangi araçların kullanılacağı konusunda bir sınırlama kabul edilmez, yani bu araçların seçiminde mevcut hukuk düzenine ve etik kurallarına riayet etmek gerekmez..

Derin devlet, coğrafya, tarihsellik ve din gibi üç temel faktörün bir arada bulunduğu ve birbirini etkileyebildiği çeşitli koşulların ürünüdür. Coğrafya, tarih ve dinin, derin devletin zaman ve mekân içerisindeki hareketi olarak görüntü ve biçim değişikliklerine rağmen değişmeyen temel ve cevhersel güç niteliğinin kaynağını oluşturduğunu söylemek daha doğru olur. Toplumun küçük ve seçkin bir sınıf tarafından yönetildiği yâda yönetilmesi gerektiği yolundaki temel görüş, Platon’dan günümüze kadar pek çok düşünür ve siyaset bilimci tarafından ileri sürülmüş..

Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı devletinden devir aldığı, derin devlet geleneği de, tıpkı Osmanlı devletinde bulunan hassasiyetleriyle devir alındı şöyle ki; Osmanlı Devletin de karar mekanizması üzerinde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin etkinliğini vardı, bunu şu örnekten anlamak mümkün. Hüseyin Hilmi Paşa döneminde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İstanbul merkezi üyeleri çil yavrusu gibi dağılıp, saklanınca, hükümet ne yapacağını iyice şaşırdı. Hükümet, İttihat ve Terakki üyelerinin saklanması üzerine, hiç bir şey düşünemedi ve yapamadı, çünkü o zaman a kadar emir ve yasaklar ancak o kaynaktan yani İttihat ve Terakki merkezinden çıkardı.

Hüseyin Hilmi Paşa doğrudan doğruya inisiyatif sahibi bir başbakan değildi (Rıfat, 1996, 58). Bu da Osmanlı yönetimi üzerinde İttihat ve Terakki’nin gücünü gösterir. Osmanlı’da derin devletin izlerine İttihat ve Terakki ile rastlamak mümkündür. Hatta Türkiye’de derin devletin izlerinin Osmanlı’ya, İttihat ve Terakki’ye dayandığını söylemek mümkündür.

İttihat ve Terakki zihniyetine geçmeden önce Osmanlı’da derin devletin bilinen ilk basamağı olan hafiye teşkilatını açıklamak gerekir. Derin devlet geleneği, köklü bir gelenektir. Osmanlı devlet’inden günümüze değin Türk toplum yapısı içinde bu gelenek, hep süregelmiştir.

Bu gelenek kimilerine göre bir endişenin ürünüdür, kimilerine göre kaçınılmaz bir durum ve kimilerine göre ise büyük çaplı rant kavgalarının, çekişmelerin sonucudur, tabi istihbarata şöyle de bakmak lazım, istihbarat Türk halkının ve onu yöneten kurumların iradesini saptırmaya yönelik yabancı örgütlerin faaliyetini saptamak ve bunları etkisiz hale getirmektir.

Bu nitelikleri ile ulusaldır, gereklidir ve insani değerlerle bir çatışma halinde değildir, istihbarat örgütleri gizlidir. Bu gizlilik genelde ülke insanı için geçerlidir. Gerçekte ona hasım olan kuruluşlar, istihbarat örgütleri hakkında tahmin edilenin çok üstünde bilgi sahibidir.

Türkiye’de derin devlet geleneği aslında şöyle söylemek daha doğru olacaktır. Derin devlet geleneğinin mantığı, hemen her ülkede aynı temellere dayalı olarak doğar, Osmanlı’da derin devlet ise, daha doğrusu Türk derin devlet yapısına tarihin her döneminde ama özellikle II. Abdülhamit döneminde rastlanmaktadır, II. Abdülhamit’in kurduğu hafiye teşkilatı Anadolu’daki bu geleneğin ilk örneklerindendir.

Hafiye teşkilatı, günün koşullarında istihbarat toplamak için doğmuş ve günümüz Milli İstihbarat Teşkilatı’nın atası diyebileceğimiz bir yapıdır. Bu teşkilatla MİT arasında kesin ayrımlar vardır. Lakin istihbarat örgütleri olmaları hasebiyle benzer yönlerine de rastlanmaktadır. Bu yapılanma ile Abdülhamit muhaliflerini takip ettirmiş, onların kendisi ve yönetimi hakkındaki fikirlerini ele geçirmiş ve kendisiyle yönetimiyle alakalı planları bertaraf etmiştir. Bunun ötesine geçmeyi de başaramamışlardır.

Yani sadece kendi vatandaşına karşı kullanılan bir istihbarat örgütü olmanın ötesine gidememişlerdir. Avrupa ve Amerika’daki istihbarat örgütleri ile Türkiye’deki istihbarat örgütleri arasındaki en ciddi farkta zaten burada ortaya çıkar. Bu ülkelerde istihbarat örgütleri sadece iç istihbarat örgütü rolünü oynamaz, hatta daha ziyade dışarıya doğru çalışırken, Türkiye’deki istihbarat örgütleri temelde en büyük tehdidi içerde kendi yurttaşları arasında aramakta ısrarcı politika izlemişlerdir.

Osmanlı’dan günümüze istihbarat örgütlerinin temel felsefesi tehlikeyi içeride aramak, vatandaşı fişlemek ve hatta yer yer cezalandırmak rolünü üstlenmiştir. Özetle, Türkiye’de istihbarat iç istihbarat kimliğinden sıyrılamamış, tehlikeyi hep kendi içinde aramıştır. Bu yönüyle de halkıyla bütünleşmeyi başaramamıştır.

Teşkilatı Mahsusa’dan itibaren, Kuşçubaşı Eşreften bugüne geldiğimizde bir devamlılık vardır mutlaka, ama aradaki temel yanlışa şöyle temas etmek istiyorum. Dünyanın birçok ülkesinde istihbarat örgütleri iç istihbarat ve dış istihbarat diye bölünmüştür, profesyonel olarak, iç istihbarat nedense Türkiye’de istihbaratın temeli olarak algılanmıştır.

Önemli ölçüde Abdülhamit döneminde de bu böyledir, kendisine muhalif olanları takip ettirme anlamında bir yapılanmadır. Döneminin, hafiye teşkilatı enteresandır cumhuriyet dönemi itibariyle MİT’ in o ilk kuruluşundan itibaren, günümüze, kadar kendi insanımıza yönelik istihbarat yapmış, buda zaman zaman gayrimeşru eylemleri meydana getirmiştir. Dolayısıyla temel felsefeniz yanlış olursa yola çıktığınızda birçok arızayla karşı karşıya kalabilirsiniz ve yapmış olduğunuz işlerde çok çabuk hukuk dışına çıkabiliyorsunuz ki Türkiye’de de istihbaratın bu anlayışından ötürü bu tür şeylere çokça rastlanmıştır (Güngör, 26.02.2010)

Türkiye’de ise 90’lı yıllarda faili meçhullerle konuşulmaya başlansa da böyle bir yapılanmadan ciddi manada 1996’daki susurluk kazasıyla birlikte söz edilmeye başlanmış ve bu tarihten itibaren devlet-mafya-emniyet ilişkisi sorgulanmaya başlanmıştır. Fakat hukuk devletinden sapmayı ifa eden derin devlet olgusunun Tasfiyesi hemen hiçbir ülkede tam manasıyla mümkün olmamıştır. Mukayese edecek olursak demokrasinin geliştiği ülkeler kendi derin güçlerini tasfiye sürecini daha hızlı yaşamakta, gerçekleriyle daha erken yüzleşmekte en azından bu adımı atmaktadır. Bunun yanında derin devlet geleneği eskiye ( Osmanlı ya) dayanan Türkiye’de bu süreç biraz daha geç ve yavaş yaşanmaktadır. Benzer nedenlerle benzer kaynaklardan beslenen gizli güçler yine benzer ihmalkârlıklardan dolayı dallanıp budaklanmış, kurulduğu ülkenin önemli bir sorunu haline gelmişlerdir. Devletin hatta otoritenin olduğu her yerde bir istihbarattan, gizli servisten bahsedilir ve böyle olması da doğaldır.

Devlet yâda otorite gücünü devam ettirebilmek ve irade devrinde bulunan insanların güvenliğini sağlamak için bu tür yapılanmalara mecburdur. Taki bunlar devletin çizdiği çizgilerin dışına çıkıp kendi menfaatlerinin peşinde koşuncaya dek. Genelde istihbarat örgütlerinde hukuksuzluk ön plana çıkmış, iç ve dış istihbarat toplamakla yükümlü bazı yapılanmalar kendilerine tanınan yetkilerin dışına çıkarak gayri meşru işler yapmış, hukuksuzluğu ilke edinmişlerdir.

Bunun neticesi derin devlet denen olgunun güçlenerek devletin arkasında asıl emredici unsur olmasıyla sonuçlanmıştır. Devlet, halk iradesiyle halk için gücünü ve devamlılığını muhafaza adına atmış olduğu bu adımlara, denetim eksikliği (kontrol mekanizmasının yeteri kadar işletilmemesi ), tanınan sınırsız imkânlar ve tasfiye süreçlerinde yaşadığı sıkıntılardan dolayı zaman içinde boyun eğmek durumunda kalmıştır...

HER ZAMAN DEVLETİN ESASLIĞI MÜHİMDİR!!
GERİSİ TEFERRUATTIR!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Erkan MACİT Arşivi