Veysel BOĞATEPE

Veysel BOĞATEPE

Suriye Dosyası- 7

Suriye Dosyası- 7

Önceki bölümde Suriye Dışişleri bakanı Faruk el-Şara’dan kurtulmak istediklerini ancak Esad’ın, Faruk el-Şara’nın yetkilerini genişleterek planlarını bozduğunu söylemiştik. Esad’ın kararlı tutumu karşısında ABD, Faruk el-Şara’yı revize etmek için Kuveyt’ten sonra bu defa Irak yönetimini de devreye sokuyor.

Şara’nın görev değişikliğinden yaklaşık bir ay önce Irak dışişleri bakanı Hoşyar Zabari ile ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Zalmay Khalilzad arasında bu konuda bir görüşme yapılıyor. Yapılan bu görüşmeyi Khalilzad, 17 Ocak 2006’da “Suriye Rejim Değişikliğine Hazır” başlığı altında ve “Kişiye Özel” ibaresiyle Washington’a rapor ediyor. Telgrafın ayrıntılarında Kürdistan Demokratik Partisi’ne mensup Irak Dışişleri bakanı Hoşyar Zebari’nin, Türkiye ile ikili ticaretin arttığına ve Kürt bölgesinin, Türkiye’nin “Kırmızı Çizgi”sini aşmasına rağmen Türkiye’nin buna karşılık vermediğine dair önemli bir noktaya işaret ediyor.

Zalmay Khalilzad, Zebari’nin konuya ilişkin kendisine aktardığı bilgileri ise şu şekilde özetliyor:

“(…) Zebari, eski Suriye devlet başkan yardımcısı Abdül Hammad’ın, devlet başkanı Beşşar el-Esed hakkındaki açıklamalarını çok ciddi diye nitelendirdi. Zebari, Beşşar’ın eski Lübnan başbakanı Refik Hariri’nin ölümüne ilişkin Birleşmiş Milletler soruşturmasına delil sunacağını ama bunu yavaş yavaş yapacağını söyledi. Zebari, Avrupa Birliği ve ABD’nin, Şam’da rejim değişikliği yönündeki çağrısını değerlendirmesi gerektiği görüşünü açıkladı.”

Aktarılan bu bilgi özetinden de anlaşılacağı üzere Suriye’nin rejim değişikliğine hazır olduğu yönünde bir anlam çıkartılamayacağı gibi Zebari’nin yalnızca rejim değişikliğini kabul etmesi gerektiği yönünde Esad’a çağrıda bulunduğunu söyleyebiliriz. Muhtemelen Khalilzad “eski tüfekler” diye nitelendirdikleri Hafız Esad’ın adamlarından Abdül Hammad’ın, Beşşar Esad tarafından görevinden ihraç edilmesini ve Esad’a karşı örgütlenmesini tehdit olarak değerlendirmiş ve Suriye’yi rejim değişikliğine zorlayacağı veya en azından yıpratacağını düşünmüştür. Burada dikkat çeken en önemli ayrıntılardan birisi de ABD’nin oluşturduğu Kürdistan Bölgesel yönetiminin, Türkiye’nin kırmızı çizgisini aşmasına rağmen AKP’nin sessiz kalmış olmasıdır.

Esad’ın Kuveyt’ten sonra destek arayışlarını sürdürmeye devam ettiğini, ABD’nin Riyad Büyükelçiliği baş müsteşarı Susan L. Ziadeh’in 01 Ekim 2009’da merkeze yazdığı kriptodan öğreniyoruz. Kriptoda Esed’in, 23 Eylül’de Suudi kralı Abdullah ile buluşacağına dair verdiği:

“(…) Büyükelçiliğimizin irtibatta olduğu kişiler, bu ziyaretin gerçekleşmesinde Türk arabuluculuğunun da rol oynadığını teyit ettiler ve Suudilerle, Suriyelilerin şimdi birbirilerin beklentileri hakkında daha net bir resme sahip olduklarını söylediler.” bilgisi, Suriye-Suudi Arabistan görüşmesinde arabuluculuk yapanın Türkiye olduğunu teyit ediyor. Bu görüşmede ABD’nin merak ettiği husus ise Suriye’nin kendi içinde gerçekleştirmeyi planladığı reformlara, Suudi Arabistan’ın destek verip vermeyeceğidir. Bu telgraftan yaklaşık bir ay sonra da ABD’nin Şam büyükelçiliği maslahatgüzarı Charles Hunter tarafından yazılan 28 Ekim 2009 tarihli ve “Gizli” ibareli bir kripto daha Washington’a gönderiliyor. Türk desteğinin Esad’ı güçlendirdiğine ancak Suriye’yi İran’dan uzaklaştırdığına dikkat çekiliyor. Buradan da anlaşılacağı üzere Sezer’den sonra bir süre aynı çizgide Suriye desteğinin sürdürülmesinde ki amaç, Suriye’nin İran’dan uzaklaşmasını sağlamaktır. Sonrasında ise Türkiye’de desteğini çekecek ve böylece plana sadık kalınacaktı.

Türkiye şeytan ile iş yapıyor

Esad’ı devirme planını Türkiye’nin nasıl dâhil olduğunu daha iyi anlamak için Suriye ilişkilerinin iyileştirilmeye çalışıldığı döneme yeniden bakmak gerekiyor. Irak ve Kuveyt gibi Arap ülkeleri, ABD’nin Ortadoğu çıkarları için Esad’a ihanet ederken, Irak’ın dışişleri bakanı Hoşyar Zebari’de devrilmesi dolayısıyla da Suriye’nin bölünmesi için AB ile ABD’ye gizlice çağrılar yapıyordu.

Türkiye ise Suriye’nin içişlerine saygı göstermeye, öngörülen reformlarını gerçekleştirmesi için de siyasi ve iktisadi yatırımlar yapmaya devam ediyordu fakat bu durum ABD’nin planına ters düşüyordu. Arap ihaneti karşısında kendisine dost elini uzatan Türkiye’yi ziyaret eden Suriye Dışişleri bakanı Velid el-Muallim, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakanı R. Tayyip Erdoğan ile Dışişleri bakanı Abdullah Gül, 01 Şubat 2007’de Ankara’da bir araya geldiler. Bu görüşmeden dört gün sonra 5 Şubat 2007’de, ABD’nin Ankara büyükelçisi Ross Wilson’un onayladığı, siyasi müsteşar Janice Weiner tarafından kaleme alınan “Kişiye Özel” ibareli bir telgraf Washington’a gönderildi.

Görüşmenin kayıt altına alındığı bu telgrafta yeni gelişmelerin olmadığına, Türk ve Suriye hükümetlerinin diğer bölgesel ortaklarla da işbirliği yaparak Irak’ın istikrara kavuşmasına ve aynı zamanda bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü korumasına yardımcı olmasının yolları üzerinde durulduğuna dair bilgilere yer verildi. Tabi burada yine akla gelen ilk soru, üst düzeyde gerçekleştirilen bu dörtlü toplantıdan ABD elçiliğinin nasıl haberdar olduğu, toplantı notlarına kimlerin aracılığıyla ulaştırıldığıdır. Toplantının notlarını ABD’li diplomata ulaştıran kişi, başında Abdullah Gül’ün bulunduğu Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu dairesi başkanı Sedat Önal’dan başkası değildi. Fakat burada kritik bir soru daha karşımıza çıkıyor. Sedat Önal, bu toplantıya katılmadığına göre toplantı bilgilerine nasıl ulaşmıştı?

Bu sorunun yanıtı yine Abdullah Gül’ü işaret ediyor. Çünkü Sedat Önal’ın hiçbir şekilde bu bilgilere ulaşması mümkün görünmüyor. O halde toplantıya katılanlardan Abdullah Gül’ün, toplantı notlarını Sedat Önal’a aktardığını ve onun da ABD konsolosluğuna ulaştırdığını söylemek yanlış bir öngörü olmayacaktır. Sedat Önal, toplantıya ilişkin aldığı bilgileri ABD’nin siyasi müsteşarı Weiner’e ulaştırıyor o da Washington’a rapor ediyor. İşte o bilgiler, Weiner’in anlatımıyla kriptoya şu şekilde yansıyor:

“(…) Önal, son olarak Muallim’in yaptığı her görüşmede, Suriye hükümetinin Türkiye ile ilişkilere verdiği önem kadar Suriye hükümetinin çıkarlarının İran’ınkilerden nasıl ayrıldığını anlatma çabası içinde olduğunu anlattı. Muallim, çoğunluğun Sünni olduğu Suriye ile çoğunluğun Şii olduğu İran’ın, mezhepsel yapıları arasındaki farka ve Suriye hükümetinin mezhepçiliğiyle kıyaslandığında, İran rejiminin İslami tabiatına işaret ederek -Suriye ile İran arasında yüzde yüz bir örtüşme yok- dedi.”

Dönemin Suriye / Türkiye politikasını dikkate aldığımızda, görüşmenin notlarının ABD’li diplomatlara ulaştırıldığından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile R. Tayyip Erdoğan’ın haberinin olmadığı anlaşılıyor. Yalnız bu görüşmenin değil, görevde bulunduğu süre içerisinde gerçekleştirdiği tüm görüşmelerin notlarını, başında bulunduğu Dışişlerinde görevli kişiler aracılığıyla ABD konsolosluğuna ulaştırdığına önceki bölümlerde de değinmiştik.

Bölmenin formülü: mezhep ile etnik ayrışma

ABD’nin, Ortadoğu’ya ilişkin temel stratejisi, mezhepçilik ve etnikçilik üzerinden halkı ayrıştırarak kışkırtmak ve çatışma yaratarak bölmekti. Fakat bu temel stratejinin lehine olduğu kadar aleyhine sonuçlanma ihtimali de vardı.

Çünkü hedefine koyduğu İran’ın, Suriye ile mezhep bakımından ayrışması ABD’nin amacına uygun düşerken Türkiye’nin, Suriye’ye destek vermesi ise ABD’nin çıkarlarına ters düşüyordu. Şimdi bu temel stratejiden yola çıkarak iki farklı durumun nasıl ortaya çıktığını, perde gerisinde kimlerle nelerin konuşulduğunun ayrıntılarıyla birlikte Suriye’ye destek veren, ticari ilişkiler geliştirmek için diplomasiler yürüten Türkiye’nin, aniden keskin bir dönüş yaparak Suriye’yi düşman ilan etmesindeki somut nedenlere bakalım.

Türkiye’nin bu ani dönüşünün ipuçlarına yine Sedat Önal’ın, ABD’li diplomata vermiş olduğu bilgilerin arasında rastlıyoruz. Toplantıda Muallim’in,“Şu an itibariyle Suriye-İran ilişkilerindense Suriye-Türkiye ilişkileri çok daha iyi” dediği hatırlatan Önal, devamında ise şu bilgileri aktarıyor:

“(…) Suriye hükümetinin İran’la son yıllarda ki ilişkisinin Batı’nın, Suriye’yi yalnızlaştırma politikasının doğal bir sonucu olduğunu söyledi. Suriye hükümetinin, Ortadoğu’daki bütün ülkeleri istikrarsızlaştıran bölgesel sorunların çözümüne yardımcı olması için daha çok Türkiye’ye baktığını ifade etti.”

Konu içerisinde ABD’nin politikasının Suriye’yi yalnızlaştırmak olduğuna birçok defa değinmiştik ancak buna ekleyeceğimiz önemli bir detay daha var. Bu detay, Batı’nın Ortadoğu politikası gereği Suriye’nin yalnızlaştırılmasının “doğal bir sonuç” olduğu yönünde kara propagandaya başvurarak meşru bir zemin hazırlama gayretidir.

Gerçek olan ise doğal bir sonuç olmadığı, ABD’nin perde gerisinde yürüttüğü sinsi planın bir parçası olduğudur. Sedat Önal’ın aktardığı bu bilgilere dayanarak genel bir değerlendirme yapan Weiner, Suriye’nin kendi izolasyonuna (yalıtım) son vermek için mümkün olan her yolu kullandığı ve Türkiye’yi de en elverişli aracı olarak gördüğü sonucuna varıyor. Türkiye’nin, Suriye ile yakın ilişki kurmasını ise bölgede süren istikrarsızlığın kendisi için ne anlama geleceği yani Türkiye’nin bölünme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağına dair baskın korkusuna bağlıyor. Bu kriptoda ki diğer önemli ayrıntı ise yukarıda da değindiğimiz üzere ABD’nin, mezhepçiliği kışkırtarak Ortadoğu’yu şekillendirme stratejisinin bizzat kendi ifadeleriyle teyit edilmiş olmasıdır.

Kaynak: https://www.dr.com.tr/kitap/kemalist-devletle-hesaplasma-emperyalizmin-evrak-cantasindaki-kurt-meselesi/arastirma-tarih/politika-arastirma/turk-politika/urunno=0002143392001?srsltid=AfmBOorlo2cNUeekURwsSnfRveVlLg7ZvL9fjZWO7_GE2DQ_aAAhE_FF

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Veysel BOĞATEPE Arşivi